21
"Cesaret uçurtma gibidir; rüzgârla birlikte yükselir."
J.S.Senn
Elimden gelse içimdeki tüm güçlü duyguları ellerimle tutup, onları yüreğimde bir yere sabitleyecektim. Göründüğüm kadar cesur muydum? Bilmiyordum, ama emin olmak zorundaydım. Bu deneyimi neden yaşıyorsam sonucu ya da beni ulaştıracağı nokta benim için çok önemli olmalıydı. Ortada kesinlikle bir tehlike vardı. Anladığım kadarıyla bu tehlike onların evrenine yönelmişti, ancak durdurulmazsa bizim dünyamıza da zarar verecek gibi görünüyordu. Paralel evrenler... Bu gerçek miydi yani?
Öte yandan, bu bağlamda olacakların veya olmaya başlayanların durdurulmasında rolüm vardı. Ne için seçilmiştim? Bunun cevabını duymak istiyor muydum? O kadar cesaretim var mıydı? Artık olanları önleyemeyeceğime, geri dönemeyeceğime göre cesaretli olmak zorundaydım. Bu kez bulunduğum durum benim hatam değildi. Ben bu olayın içine çekilmiştim. Fakat seyirci kalmak için değil... Durul'a karşı çelişkili duygular içindeydim. En çok da Seçilmiş kavramı beni rahatsız ediyordu. Bunlar ne için uğraşıyorlardı ya da nasıl bir tehlikeyi önlemeye çalışıyorlardı? Ben bu olanların neresinde devreye giriyordum?
Merdivenlerin son basamağına ulaştığımızda etrafa dikkatlice baktım. Her yer ancak iyi kötü görünecek şekilde aydınlatılmıştı. Aslında loş demek daha doğru olurdu. Çevremizdeki alan sislerin ardında belli belirsizdi. Yine de bu aydınlatmayı sağlayan araçların gaz lambaları olduğu yeterince açık bir şekilde fark ediliyordu. Tam olarak ayırt edilememekle birlikte, merdivenlerin bitiminden sonra yürümeye başladığımız sisli yolun her iki tarafında değişik bir üslupla çalışılmış (Daha çok ince ahşap oymacılığı gibiydi.) bariyer olarak nitelenebilecek engeller vardı. Neye karşı koyulmuş olabileceğini tahmin etmek benim için zordu. Konuşmak, sürekli soru sormak isteğimi bastırıyordum. Görünen o ki dikkatimizi yola vermemiz daha iyi olacaktı.
Oktar arkamızda yürüyordu. Durul ve ben ise önde... İkisini de yavaşlattığımın farkındaydım, çünkü bütün sesleri yutan sisin içinde uzanan yolda ikisi de adımlarını bana uydurmaya çalışıyorlardı. Havada neredeyse elle tutulacak kadar yoğun ve üzerimize yapışmış gibi hissedilen bir nem vardı. Sislerin arasında gizemli hayvanların gözlerine benzeyen gaz lambalarının soluk ışıkları ortamı daha belirsiz ve sonsuz kılıyordu.
Ses tonumu ayarlamaya çalışarak ve ondan yana bakmamaya özen göstererek (Çünkü ne zaman ona baksam midemde garip bir heyecan dalgası oluşuyordu.) sessizliği bozmaya karar verdim: "Sizin ülkenize ya da evreninize mi geçiş yapacağız?"
Durul benim gösterdiğim hassasiyeti göstermeyerek başını çevirip gözlerimin içine baktı. Bir aptal gibi kirpiklerimi kırpıştırdım.
"Henüz değil." dedi. "Şimdi bizim Mu Kolonisi adını verdiğimiz bir alana geçeceğiz."
Mu adı zihnimde beliren düşüncelere engel olamadan onları seslendirmeme yol açtı: "Demek ki doğruymuş..."
"Doğru olan nedir?"
"Ah..." dedim, "Sesli düşünüyordum sadece. Sizin Mu kıtasından geldiğiniz üzerine bir varsayımım vardı. Bir arkadaşım..." Durup düşündüm. Arkadaşım mı? Sevinç onlardan biriydi. Ses tonumu biraz yükselterek devam ettim: "Sevinç... Aslına bakarsanız onu tanıyor olmalısınız. Onunla bu konu üzerine çok sohbetimiz olmuştu. Tüm bunları yaşayınca... Ben Yani... Yalının ve diğer her şeyin yanılsamalardan ibaret olması... Orada sizi beklerken Mu Kıtası, belki de efsanesi hakkında biraz araştırma yaptım. Doğruymuş, çıkardığım sonuçtan bahsediyorum. Sizin kökeninizin oraya dayandığını varsaymıştım, yanılmıyormuşum. Bunu kanıtlamış oldunuz bir anlamda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kehanet
FantasyYaşamı tekinsiz olaylarla birden değişen ve hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayan genç bir kız... Kendi evrenini ve diğerlerini ölümcül bir sondan kurtarmaya çalışan bir adam... Bilinen dünya ve bilinmeyen evrenin ç...