Şaşırtan Gerçekler

60 12 2
                                    

Titreyen vücudumla çeşmenin kenarına yaklaştım. Elimi yıkamak istiyordum ama canımın yanmasından korkuyordum. Nedense başıma gelen bütün kötü olaylar hep babamı hatırlatıyordu bana.

Titrek ellerimle ne zaman giydiğimi hatırlamadığım ve üzeri kan olan pijama takımımı çıkarıp yere attım. Belki de yara küçüktü ve kanaması azdı da ben abartıyordum ama emindim. Babamın yarası kadar olmasa da benim için büyüklüğü çok fazlaydı.

O gün 1 Nisan'dı ve abim bana insanların birbirlerine şakalar yaptıklarını söylemişti. Ben de bunu öğrenince hastanede olan doktor babamı aramıştım yeni ezberlediğim telefon numarasını tuşlayarak . Ona evde yangın çıktığını ve buraya gelmesi gerektiğini söylemiştim. Amacım sadece onu eve çağırarak hem şaka yaptığımı söylemek hem de onu birkaç dakika daha fazla görmekti. Sadece beş yaşındaydım ve çok özlemiştim onu. Korkunç sonuçlarından da habersizdim tabi.

Evde onu beklemeye başlamıştım. On beş dakika sonra korna çalan bir aracın sesini duydum. Ve ardından da acı bir fren sesi...

İşte o zaman anlatmıştım o korkunç sonuçların neler olabileceğini. Bencillik ettiğimi fark etmiştim. Sırf onu birkaç dakika daha görebilmek için onu hastalarından uzaklaştırmış ve işini yapmasına engel olmuştum. Sadece birkaç dakika için bütün ömrüm boyunca görememiştim onu.

Koşarak aşağıya inmiştim apartmandan çıkıp. İnsanların toplandığı ve iki arabanın da hurdaya döndüğü alana gitmiştim. Şoför koltuğunda oturan ve başı kanayan babamın yanına koşmuş ve hemen sağ elini tutmuştum. Daha sonra elime gelen sıcak sıvıyla gözlerim avucunun içine kaymıştı. Gözlerim büyümüş ve küçük çaplı bir çığlık atmıştım. Arabanın camından fırlayan bir cam parçası elinin içine batmış ve orada büyük bir yara oluşmasını sağlamıştı.

Ardından çığlığımı duyan insanlar ve görevliler beni oradan uzaklaştırmışlardı. Babam hastaneye kaldırılırken beni de anneme teslim etmişlerdi. O esnada abimin dopmuş ve kızarmış gözleriyle canımı yakan sert bakışlarıyla karşılaşmış ve benden ne kadar da nefret ettiğini anlamıştım.

Yere oturup bacaklarımı da karşıya doğru uzattım. Kanayan elimi yere koydum yara yukarıda kalacak bir şekilde. Üzerimde sadece iç çamaşırlarım vardı ve fayansların verdiği soğukluk biraz daha iyi hissetmesi sağlamıştı ancak kalçama kadar uzanan saçlarım sırtımın duvarla temas etmesini engelliyordu.

Bir şok içerisindeydim sanırım. Ne yapacağımı bilmiyor ve sadece ağlıyordum. Kıpırdayacak halim yokmuş gibiydi ve zaten istemiyordum da.

Biraz sonra anahtarla kapının açılma sesi geldi.

"Selam millet!"

Bu Uğur abiydi. Abimlerin gurubunun altıncı ve en eğlenceli üyesi. Yağmurların evine anahtarla girmesi normal bir şeydi çünkü eğer zor bir durumda kalırsak diye herkeste herkesin evinin anahtarları vardı. Komik olacak belki ama doktorlar dizi setinden çıkmışız gibiydi çünkü arkadaşların anne ve babaları ya doktor ya hemşire ya da ona benzer bir şey olarak hastanede çalışıyorlardı.

Bir kaç tıkırtı gelmişti. Sanırım montunu portmantoya astı ve ayak sesleri duyuldu.

"Benden habersiz vişne suyu mu içiyorsunuz? Aşk olsun yâni." dediğinde birkaç tıkırtı daha duyuldu.

"Ya nasıl bunu konserve kutusunun kapağından başlayıp damlatarak içerilere gittiniz ya? Kesin Yaman taşıyordu." dedi. Adım sesleri yaklaşırken gözlerimi sımsıkı yumdum. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Oğlum banyoda ne yapıyorsunuz vişne suyuyla? Valla çarpılacaksınız." deyip kapıyı açmaya çalıştı. Kilitli olunca da açamadı tabi. En sonunda ciddi bir durum olduğunu anlamıştı sanırım.

Sonsuz NefretHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin