GÜN 1

122 14 21
                                    


Donukluk evimin tüm duvarlarını sarmıştı. Sıradanlığı iliklerime kadar hissediyordum. Hayatı birden bire tepetaklak olan onlarca insandan biriydim. Bir önemim yoktu. Onlarca, yüzlerce insanın arasında fark edilmiyordum. İliklerime kadar hissettiğim bu duygunun ağırlığıyla savruluyordum. Her akşam yemeğimi yediğim masada oturuyor, her zaman baktığım televizyona bakıyor ve inanamıyordum. Her akşam bunları mı yapıyordum? Boşuna harcanmış bir ömürden daha berbat bir şey olabilir miydi? Üstelik bir ömür bile değildi. Sadece yirmi sekiz yıl...Sadece on bin iki yüz yirmi gün...Sadece iki yüz yirmi üç milyon sekiz yüz on sekiz bin dakika... İşte...Durum bu kadar vahimdi.

Anlaşılmaz biri değildim. Çok basit, sıradan bir hayatım vardı. Her gün düzenli olarak gittiğim geçimimi sürdürmeme yetecek kadar para kazandığım bir işim , daha kredisini ödediğim bir evim ve bana değer veren bir erkek arkadaşım vardı. Her şey mükemmel diyebileceğim kadar sıradan ve her şey berbat diyebileceğim kadar anlamsızdı. Yine de fena değildim işte. Elimdekilerle yetinmeyi öğreneli çok olmuştu. Aynı zamanda elimdekilerin asla yetmeyeceğini öğreneli de...Fakat bu paradoksun içinde yaşabileceğimi biliyordum. O sabaha kadar yaşıyordum da. Ya da hayır aslında iki sene öncesine kadar. Belirtiler ilk o zaman başlamıştı. Önemsiz, küçük ayrıntılar. Ayrıntılara asla takılmaz her zaman bütüne odaklanırdım. O zaman çoğu şeyi gözden kaçırmaya başlamıştım. Bunlardan bahsetmeyeceğim. 'Nasıl fark edemedin?' cümlesini doktorumdan defalarca duydum. Ama olay şuydu ki fark etmiştim. Ama hep yaptığım gibi sadece önemsememiştim.

Kilo kaybı, bitkinlik , nefes darlığı ve son olarakta asıl doktora gitmemi sağlayan neden en küçük bir fiziksel aktivitede bile yaşadığım sıkıntı. Söylemesi kolay geliyor. Ama yaşaması değil. Nefessiz kalıyorum. Akciğelerimin içerisinde onlarca atom bombası patlıyor sanki. Nefes alamıyorum. Burada bu şekilde öylece otururken bile yorulduğumu hissediyorum. Akşamdan kalma hissini bilirsiniz. Çılgın bir gecenin sonunda sabah berbat bir baş ağrısıyla ve büyük bir sersemlikle uyanırsınız. Gün içerisinde o çılgın gecenin etkilerini hala vücudunuzda hissedebilirsiniz. Birde bunun sürekli olduğunu düşünün. Hiç geçmediğini...

Çoğu zaman herhangi bir olay karşısında "Ölsem de kurtulsam." cümlesini kullandığımı hatırlıyorum. Bunun hiç gerçekleşmeyeceğini düşünüyordum. Fakat hayat hiçbir zaman düşüncelerimize göre şekillenmiyordu. Bunu doktorum gözlerimin içine bakarak öleceğimi söylediğinde anlamıştım. Çok garip bir andı. Doktorum için yaşadığı onlarca sıradan andan biriydi. Öylece dudaklarından dökülüvermişti. O an öleceğimden çok bu cümlenin dudaklarından bu kadar kolay dökülmesine şaşırdığımı hatırlıyordum. Her şeyin tepetaklak olduğu bir andı. Oldukça sıradışıydı çünkü onlarca anı tarafından birden bire kuşatılmıştım. Sanırım ...demiştim içimden. Sanırım ölüm anıda böyle bir andı.

Zihnimin derinlerine hapsettiğim ne varsa artık buradaydı. Anımsayamadığım şeyleri anımsıyordum. Hayal kırıklığına uğrattığım tüm o yüzler gözlerimin önünde beliriyordu. Beni çok seven ve benim acımasızca terk ettiğim lisedeki aşkım Ali. Arkasından acımasızca konuştuğum en yakın arkadaşım Büşra. Kalbini kırdığım onlarca insan. Belki beni affetmişlerdi. Belki de affetmemişlerdi. Fakat tüm bu şeylerin ağırlığını hissederken affedip affetmediklerini önemsemiyordum. Hiçbir zaman af dileyen biri olmamıştım.Kalbini kırdığım insanları hatırlamazdım. Hayatımda bir süre yer etmiş insanları önemsemezdim. Onlar sadece geçip gitmişti bana göre. Bir devrin kapanıp yeni bir devrin başlamasıydı. Ondan önce veya ondan sonra diye ayırmamıştım. Çünkü ben onlarla da mutluydum , onlarsız da. Yine de bir şeyleri şimdi anlıyordum. Benim içinde mi böyle olacaktı? Bende bir devrin kapanışı ve bir devrin açılışı mı olacaktım? Benle de bensiz de mutlu mu olacaklardı? Sanki hiç varolmamışım gibi... Sanki hayatlarından hiç geçmemişim gibi... Bu his etrafımı kuşatırken şimdi anlıyordum diyordum kendi kendime. Bunun ne kadar acı verici bir şey olduğunu işte şimdi anlıyordum.

Yine de öleceğimi öğrendiğim gün bir bakıma oldukça sıradan geçmişti. İşe geri dönmüş ve teslim etmem gereken dosyayı teslim etmiştim. İş çıkışı erkek arkadaşımla güzel bir yemek yemiş ve sonra güzel bir çay içmek için ailemin yanına gitmiştim. Sabah aldığım haberi zihnimin en derinlerine gömmüştüm sanki. Neşeli kahkahalar atıyor ve ışık saçıyordum. Fırtına öncesi sessizlikti. Biliyordum.

Patlama noktam evime adımımı attığım andı. Kapıyı kapatır kapatmaz öylece yere yığılmış ve saatlerce ağlamıştım. Büyük bir hüsrana uğramıştım. Paramparça olduğumu hissediyor ve bu zamana kadar içime akıttığım bütün gözyaşlarını tüketiyordum. Ağlayamadığım her şeye ağlıyordum. Ağlamam kapının önünde başlamıştı ve yanımda bir paket sigarayla balkonumda son bulmuştu.Gözlerimi kapatmış ellerimin titremesini durdurmaya çalışırken düşünüyordum. Benden geriye hiçbir iz kalmayacaktı.

"İz..." dedim.

"Ben tamamen bir umutsuz vakayım."

Rüzgar fısıldarken bana bütün sırları o fısıltıya eşlik ediyordum bende. Ellerimin arasından kayıp giden bir yaşamın şarkısını dinliyordum o fısıltıda. Bir an bile düşünmediğim bütün olasılıklar zihnime dolmuştu. Artık ihtimallerin bile önemi yoktu benim için. İsyanım kendime değildi. Herkeseydi. Yaralanmış ve kaybolmuş hissediyordum. Neden ben diye soruyordum kendime? Sonra susuyordum yeniden. Neden ben olmayayım diyordum bu sefer.

Hastalığımın adı İdiyopatik Pulmoner Fibrozis. Böyle söyleyince çok havalı bir şeymiş gibi duruyor. Aslında değil. Bir hastalığın başına İdiyopatik kelimesi eklendiğinde sıçtınız demektir.Kaba mı oldu? Üç ay içinde ölecek olan benim. Kaba olması umurumda bile değil. Erken teşhis olayları bu hastalıkta hiçbir işe yaramıyor. Çünkü tedavisi yok. Kısaca söylemek gerekirse ciğerlerim yara içinde ve kendi kanımda boğulup ölmek için gün sayıyorum. Yemek yerken bile nefesinizin tıkandığını düşünün. Aniden bir öksürük krizine girdiğinizi... Basit değil. Bunların en uç noktasını düşünün. Her neyse... Bu biraz trajikomik biliyor musunuz? Hastalık genellikle elli yaşın üzerindeki erkeklerde görülüyor. Ben sadece 28 yaşındayım. Ve en son baktığımda da hala kadındım. Bu fazla alaycı oldu sanırım.Her neyse... Ölüyorum. İstediğim kadar alay etme hakkına sahibim.

Yine de tüm bu saçmalıklara rağmen her şey böyle başlamıştı. Benim hikayem yani. Artık buna hikaye diyordum. Çünkü roman olamayacak kadar kısaydı ve aynı zamanda her yaşam bir hikayeydi. Sıradan bir şekilde başlayan fakat her zaman sürpriz bir sonu olan... Başlangıcımı biliyordum. Sonum ise pekte iç açıcı sayılmazdı. Aslında ben size şuandan bahsetmek istiyorum. İçinde bulunduğum kalbimin atışını avuçlarımda hissettiğim , gerçekten nefes aldığım şuandan.

Onunla tanıştığım andan.

BÖLÜM SONU

NOT: 5-11 Ekim haftası Dünya İdiyopatik Pulmoner Fibrozis Haftası'dır.Erken tanı çok önemlidir ve normal göğüs hastalıkları belirtisine sahip olduğu için tanı koymak çok zordur. Cidden çok ciddi bir rahatsızlıktır arkadaşlar.Tanı koyulduktan iki veya üç sene sonra ölüyorsunuz çünkü tedavisi yok.Bu hikayede hastalığın özelliklerini tam olarak yansıtamayabilirim.Hastalık hakkında bilgim var fakat yeterli kadar değil.Fakat unutmayalım ki bu bir kurgu.Herhangi bir hatam varsa affola. :)

Seninle 90 GünümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin