GÜN 2 - GÜN 3

97 11 12
                                    

GÜN 2

Sadece bir günde etrafıma koruyucu bir kalkan örmüştüm sanki. Saklamam, korumam gereken ne varsa onu ruhumun derinliklerine hapsetmiştim. Cam bir fanusun içindeki kırılgan bir ruhtum artık. O fanus hiçbir şeyi geçirmiyordu. O fanusun içerisindeyken kötülükler benden uzaktı. O fanus kendimi güvende hissettiğim tek yerdi. Kendimi koruduğumu sanıyordum. Ama aslında o fanusta hava yoktu. Ve ben nefes alamıyordum.

Her şeyi fark etmiştim. Aslında çok farklı bir aydınlanıştı. Önce kabul etmemiştim. Fakat sonra her şey aniden yerine oturmuştu. Bu bir yapbozdu ve bütün eksik parçalar tamamlanmıştı. İki senedir hayatımı tepetaklak eden her şeyden kurtulmam gereken andı bu an. Düşündüm. Hemde oldukça uzun bir süre düşündüm. Bütün gece uyumayıp sadece ne yapmam gerektiğini düşündüm. Artık her an ölebileceğimi bilerek yaşamam gerekecekti. Bu anın elbette geleceğini,  kaçınılmaz sonun gerçekleşeceğini biliyordum. Fakat asıl önemli olan şuydu ;

Ben ne yapacaktım?

Birinden insan beyninin öleceğini unutmaya programlı olduğunu duymuştum. Bütün hayatımızı sanki sonsuza kadar yaşayacakmış gibi tüketir ve aslında hiçbir şey yaşamadan ölürüz. Bu hayatın gerçeği, olması gereken şey buymuş gibi gözükse de böyle olmadığını biliyordum. Ölümü unutmuyorduk. Onu özümsüyorduk. Özümsenen şey ise unutulmuyordu. Her zaman bizimle birlikte oluyordu.

Yine de işlerin böyle yürümediğini şimdi fark ediyordum. Düşündüm demiştim ya gerçekten bir şeyler bulmuştum. İlk şoku atlattıktan sonra bir şeyler yapmam gerektiğini hissetmiştim. Bir kağıda aptalca şeyler yazmıştım. Bu ölmeden önce yapılacak yüz şey listesi falan değildi. O kadar klişe değildim. O kağıtta sadece iki madde vardı. Fakat yinede o yazdığım iki madde hayatımı kökünden değiştirecek şeylerdi.

Yazdığım ilk şey işten ayrıl olmuştu. Bu bir istek değildi. İşimden memnundum. İş arkadaşlarımı seviyordum ve ihtiyaçlarım için yeterli miktarda parada kazanıyordum. Fakat artık işe gidemezdim. Bunu çok istesem de daha da fazla çökeceğimi biliyordum. Bunu insanların görmesini istemiyordum. Bunu kimsenin görmesini istemiyordum.

İkinci maddem ailene yurt dışına çıktığını söyle olmuştu. Ölürken insan sevdiklerini yanında isterdi. En sevdiği insanın elini tutmak ve güven verici sıcak kollarda ölmek... Fakat ben bunu istemiyordum. Çünkü ölmekten daha çok korktuğum bir şey vardı. Ailemin üzülmesi... Bu yaşadığım süre boyunca yapmak istemediğim tek şeydi. Yalnız ölmek dünyada ki en kötü ölüm olabilirdi. Yine de sevdiğiniz birinin önünde günden güne eriyerek ölmekten daha kötü değildi.

Tüm bunlardan önce zihnime neonla yazdığım ama asla kağıda yazmayacağım bir madde daha vardı. İçi boş fakat içini tamamen dolduracağım bir madde.

An'a hapset.

Yaşadığım her şeyi an'a hapsedecektim.

GÜN 3

Yapmıştım.

Omuzlarımda anlamsız bir yük oluşurken göğsümde ki kocaman pişmanlık duygusu o yüke eşlik ediyordu. Yalan söylemenin ağır sızısı üzerime çökmüş ve bakışlarım annemin bakışlarından başka her yerdeydi. Denemiştim. Onlara öleceğimi söylemeyi denemiş fakat gözlerindeki o tarifi imkansız onlarca hissin birleşimine katlanamamıştım. Kimse çabalamadığımı söyleyemezdi. Fakat neden bu his geçmiyordu?

"Baban seni havaalanına bıraksaydı..." dedi annem. Gözlerindeki yaşları bir yandan silmeye çalışıyor bir yandan da benim için hazırladığı yiyecekleri çantama koyuyordu.

"Zayıfladın iyice. Gittiğin yerde bulamazsın böyle yemek." Gözüme her şey kasvetli ve kıpırtısız görünüyordu. Sanki siyah beyaz bir filmin seyircisi gibiydim. Annemin sözleri yüreğimi okşuyordu. Saklanmak istiyordum. Saklanmak ve bir daha bulunmamak...

Seninle 90 GünümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin