GÜN 10
Y-N: Okuduğunuzu belli eden bir şeyler yaparsanız sevinirim. Ayrıca yeni hikayem olan Uzer'e de bir göz atarsanız pişman olmayacaksınız. :) Keyifli okumalar.
Onlarca düşünce onlarca karmaşıklık her biri birer balona bağlanmış ve gökyüzüne süzülmüş gibiydi.Kendimi kuş kadar hafif hissediyordum. Artık bir yağmur bulutu değildim. Güneşli bir hava, güzel bir gökyüzüydüm. Kendim değildim. Ama endişelerimden bu kadar arınmışken aynı zamanda tam da kendimdim.
Dakikalardır aramızda oluşan sessizliğin getirdiği huzuru dinliyordum. O bana ben ona bakarken zihnimdeki çoğu şey açıklığa kavuşmuş gibiydi.Aklım artık bilinmezlikle yoğrulmuyor ve dingin bir su sakinlğiyle dinleniyordu.Yapmam gerekenleri biliyordum. Benim için yapılması gerekenleri de biliyordum.
"Bir kızın olduğunu bilmiyordum." Dedim. Sabahtan beri aklımı kurcalayan bu konuyu sonunda ona sorarken bana baktı ve hafifçe gülümsedi. Bakışlarında yer edinen yumuşaklık çoktan beni esir almıştı.
"Birbirimiz hakkında ne biliyoruz ki?" dedi. Öyle haklıydı ki gülmeme engel olamamıştım. Sorduğum sorunun saçmalığını daha yeni fark ediyordum. Onun hakkında adı dışında hiçbir şey bilmiyordum.Aynı zamanda o da benim hakkımda adım ve ölüyor olduğum dışında hiçbir şey bilmiyordu.
"Haklısın." Dedim. Kısa bir an daha bana baktı ve dolaptan bir bardak çıkardı.Buzdolabından sütü çıkarıp önüme ikisinide önüme ittiğinde ise yüzümü buruşturmama engel olamamıştım. Mideme bir şeyler girdiği anda kusacağımı biliyordum. Fakat yine de kibar bir şekilde bana doğru ittiği bardağı ve sütü önüme çekmiştim.
"Öğrenmeye ne dersin?" dedi. Kaşlarım havalandı. Sütü yavaşça bardağa boşaltırken bakışları ellerime odaklıydı. Onun hakkında bir şeyleri öğrenmek heyecan verici olacaktı.
"Kaç yaşındasın?" dedim beklemeden. Dudakları yavaşça yukarı kıvrılırken arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi.
"Otuz yaşındayım. Peki ya sen? Sen kaç yaşındasın?"
"Yirmi sekiz." Dedim. Hani bazı anlar vardır. Aklımızda onlarca şey olmasına rağmen o an geldiğinde her şeyi bir anda unuturduk. Kafam şu anda boş bir levha gibiydi. Ona sormak istediğim onlarca şey olduğunu biliyordum. Fakat hiçbiri aklıma gelmiyordu.
"Ne iş yapıyorsun?" dedim. Ardından ilk karşılaşmamız aklıma geldiğinde, kendi sorumu cevaplamış gibi hissetmiştim. Onaylamak adına bir kez daha ona sordum. "Şair misin?" Yüzümde kendini belli eden bir gülümseme varken, onun yüzünde de ufak bir tebessüm vardı.
"Mimarım." Dedi,derin bir iç çekerek. Sanki dünyanın en kötü şeyinden bahsediyormuş gibiydi. "Ama sen şair olduğumu düşün." Şiiri severdim. Onlarca şiir kitabı okumuş, onlarca şiirde kendimi bulmuştum. Belki de Mete'ye bu kadar kolay güvenmemin sebebi de buydu. Şiir seviyordu ve ona baktıkça yüzlerce şiire konu olabilecek bir adam görüyordum.
"Evli misin?" dedim , aklıma küçük kız çocuğu gelirken.Bir çocuğu vardı ve ben onun evli olabilme ihtimalini daha önce hiç düşünmediğimi fark etmiştim. O kadar bencilce onun hayatına adım atmıştım ki cidden onun hakkında hiçbir şey bilmemem ilk defa beni korkutmaya başlamıştı. Ufak bir kahkaha attı. Gerildiğimi fark etmişti. Fakat kendisi oldukça rahattı.
"Değilim." Dedi. Yaslandığı yerde doğruldu ve ellerini masada birleştirdi.
"Hastalığın ne?" Derin bir nefes aldım. Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu ve bir cevap bekliyordu. Önemli değildi. Artık onunla aramda hiçbir sır kalmasın istiyordum.
"İdiyopatik Pulmoner Fibrozis." Ses tonum hislerimden bağımsızca mutlu çıkmıştı. "Akciğerlerim yara içinde ve kendi kanımda boğulmama çok az kaldı." Bunu öyle büyük bir rahatlıkla söylemiştim ki Mete anında kaşlarını çatmıştı. Bunu rahatlıkla söyleyebilmemin tek nedeni, kabullenmemdi. O ise bunu kabullenmemin olanaksız bir şey olduğunu gözleriyle anlatırken, dudaklarından tek bir kelime bile çıkmıyor, sadece devam etmemi bekliyordu. Gergin değildim, bunu sağlayan şey bana göre yeterince uzun süredir bununla yaşamamdı. Kendi kendime o kadar çok ölüyorum demiştim ve benimsemiştim ki bunun hakkında demeç bile verebileceğimi hissediyordum.
"Sen sormadan söyleyeyim. Tedavisi yok." Derin bir nefes aldığında, bir yandan elleriyle oynuyordu. En büyük stres azaltma, üzüntüyü başka anlara atma belirtilerinden biriydi bu. Benim hastalığımı öğrendiğim gün bıraktığım yöntemdi. Üzüntümü de, hayal kırıklığım gibi an'a hapsetmiştim.
"Ailen..." dedi. Bu bir soru değildi. Fakat ne sormak istediğini anlamıştım.
"Bilmiyorlar. Onlara yurt dışına çıktığımı söyledim. Büyük ihtimalle gerçeği ben öldükten sonra öğrenecekler. Fakat bunun önemi yok. Beni yeterince iyi hatırlamalarını istiyorum. " Bakışları yumuşadı ve bana öyle yoğun baktı ki gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tuttum.
"Sana ne zaman baksam..." dedi. "Acılar Denizi şiiri aklıma geliyor." Dudaklarımı ufak bir tebessüm esir alırken yavaşça bana doğru uzandı ve masanın üzerinde duran elimi kavradı. Tutuşu nazikti. Fakat yinede her hücremde onun desteğini hissedebiliyordum.
Ailemden ayrıldığımda, tamamiyle kendimi yalnız olacağıma inandırmışken, uzun zamandır yalnız kalmadığıma hayret ediyordum.
"Şimdi bana en büyük hayal kırıklığını anlat." Dedi. Aniden değişen konu üzerine ufak bir kahkaha attım. Yüzünde bilmiş bir gülümseme oluşurken ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Düzeltmek istiyordu. Hayatımda ne yaşadıysam telafi etmek, yaşayamadıklarımı ise bana hediye etmek istiyordu. Bir yerden başlamam gerekiyordu, zamanım yavaş yavaş doluyordu. O bana yardım ediyordu.
"En büyük hayal kırıklığım lisenin son senesiydi. Ve hastalığımı öğrenene kadar bundan daha büyük bir hayal kırıklığı asla yaşamadığımı kabul etmeliyim." Ses tonum o anı hatırlamanın verdiği hisle ani değişime uğramıştı. Ona bütün detaylarıyla anlatmaya başlarken yapmam gereken ilk şeyi bulmuştum.
BÖLÜM SONU
ACILAR DENİZİ
Ben acılar denizinde boğulmuşum
İşitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını
Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni
Duyarım yosunların benim için ağladıklarını
Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime
Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını
Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle
Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını
Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma
Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek
Baksana;herkes içime dökmüş artıklarını
Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa
Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse
Yılların içimde bıraktıklarını...
Yazar : Ümit Yaşar Oğuzcan
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seninle 90 Günüm
ChickLitBuğulu bir geçmişin sarmaladığı hüzün yapraklarının arasında yerim yoktu benim. Ellerimi yüzüme kapatarak hıçkırıklara boğulamazdım. Durağan,törpüleyici,sıkıcı ve aşındırıcı duyguların istilasına uğramazdım. Gökkuşağının her rengiydim ben. Hayatımın...