GÜN 6
Uykusuzluk bir girdap gibi içine çekmişti beni. Zihnimde sürekli onun söylediği o birkaç cümle yankılanıyordu. Şuanda her hücrem salonumda uyuyan adamla doluydu. İstemsizce onu merak ediyor ve istemsizce benimle dalga geçip geçmediğini öğrenmek istiyordum.
'Keşke hasta olsaydım.' demişti kendini bilinçsizliğin kollarına bırakmadan önce. 'Keşke hasta olsaydım.' Benim bununla yaşadığımı bilmeden. Basit bir cümle gibi dudaklarından dökülmüştü. Alelade,sıradan bir şeymiş gibi. Benim ne kadar acı çektiğimi bilmeden bilinçsizce söylenmiş aptalca bir cümle. Göğsümün tam ortasına bir taş misali oturan ve gecemi zehir eden bir cümle.
Güldüm.
Güneş ışıkları perdelerimin arasından yeni yeni süzülmeye başlayıp tenimde gezinmeye başlarken bir daha uyuyamayacağımın bilincindeydim. Salonumda kanepemde yatan o adamı kovmak ve ona kahvaltı hazırlayıp onunla konuşmak konusunda ikilimde kalmıştım. Düşüncelerim karmakarışıktı. Yorgundum. Tükenmiştim ve böyle daha ne kadar gidebileceğimi bilmiyordum. Yataktan kalkmaya halim yoktu. Fakat yanı başımdaki saat sabahın sekizini gösterirken yıllardır her gün yaptığım gibi kalkmak zorundaymış gibi hissediyordum.
Yıllardır her gün sekizde kalkmıştım.
Yıllardır hep aynı şeyi yapmıştım.
Yavaşça yatakta doğruldum. Düne göre biraz daha iyi olmama rağmen her an kötüleşebileceğimin farkındaydım. Buna bir çözüm yolu bulmalıydım. Ağrı çok fazlaydı. Şuanda baş edebileceğim seviyede olmasına rağmen saatler sonra daha da çoğalacağını biliyordum. Buna en kısa sürede bir çözüm bulup en azından acıyı biraz daha aza indirmem gerekiyordu.
Acı nefesimi kesiyordu.
Ölmeyi dileyecek kadar çok hemde.
Ölmeyi dilemenin, ölüm hissimi daha da körüklediğini biliyordum. Bu his, birçok duygudan farklıydı. Eve geç kaldığımda ailemin vereceği tepkiden daha çok endişelendiriyordu beni. Bir işi başaramayacağımı anladığımda oluşan umutsuzluktan çok daha farklıydı. Korkumdan, nefretimden, arzularımdan... Bu his bambaşkaydı.
Acı, iyice belirginleştiğinde ne yapacağımı kavrayamaz hale gelmiştim. Gözyaşlarım, gözlerime doğru nüksettiğinde evimde bir adam olduğunu unutmadan hareket etmeye çalışıyordum. Ambulansı aramak istemiyordum. Her seferinde bunu yapmam demek, ölüm hissine yenik düşmem demekti. Ve benim henüz 2 aydan fazla sürem varken, bu hisse yenik düşmeye niyetim yoktu.
Sakince yataktan kalktığımda ufak adımlarla odamdan çıktım. Evim çok küçüktü.Senelerdir bu küçücük evde tek başıma yaşıyordum. Birkaç adımda mutfaktaydım. Bir bardak su doldurup içecek aniden gelen ses ile bardak yere düştü. Cam kırıkları etrafa sıçradığında hızlıca arkama döndüm.
"Aniden neden bağırıyorsun?" Adamın gözleri dünün aksine yorgun, gözaltları bunu kanıtlayacak şekilde mordu. Sesi oldukça pürüzlü geliyordu. Fazla alkolün etkisi olmalıydı. Akşamdan kalma etkisini bilirdim. O histen nefret ederdim. Karşımdaki öylece bana bakarken ona acımama engel olamıyordum. Yine de ölmeden önce son kez körkütük sarhoş olmayı da listeme çoktan eklemiştim.
"Beni eve mi attın?" Ani bir şok dalgasıyla sarsıldığımda, acıyı bir anlık unutmuştum. Kahkahamı saklayamazken, bana ciddi bakışlar attığını gördüğümde kahkaham öksürüğe döndü. Gerçekten bunu düşünebilecek kadar aptal mıydı yoksa her sabah birilerinin evinde uyandığından alışkın mı? Bu iki seçenek belirginken, aklımda bulunan üçüncü seçeneği düşünmeye tenezzül bile etmemiştim. Hala sarhoş olsa bu soruyu bu kadar normal sorması olası bir durum olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seninle 90 Günüm
ChickLitBuğulu bir geçmişin sarmaladığı hüzün yapraklarının arasında yerim yoktu benim. Ellerimi yüzüme kapatarak hıçkırıklara boğulamazdım. Durağan,törpüleyici,sıkıcı ve aşındırıcı duyguların istilasına uğramazdım. Gökkuşağının her rengiydim ben. Hayatımın...