Sevgili dostum, kısa sürede sahip olup kısa sürede kaybettiğim, kalbimin ta içine dokunabilmiş nadir insan;
Geldikleri günün üzerinden bir ay geçti. Nasıl geçti bir de bana sor. En son benden uzak duracağını söylediği anı anlatmıştım sana değil mi? Şimdi hikayenin devamı geliyor.O günden sonra dünya benim için adeta durdu. Her gün karşı karşıya bakarken kalplerimiz, olabildiğinde ters yönüne kaçıyoruz koşar adımlarla. Birbirimizi üzmeme bahanesiyle canımızı yakıyoruz. Onu deli gibi severken ondan deli gibi kaçıyorum. Çaresizim. Kalbim öyle acıyor ki, elime keskin bir bıçak alıp onu yerinden sökene kadar deşmek istiyorum göğsümü. Evet, iyi değilim. Hiç kimse iyi değil. Her sabah bir umut dalgasına kapılarak gözlerine bakıyorum ancak söz verdiği gibi bir kez olsun beni o dalgaların derinliğine katıp sürüklemiyor bir uçtan bir uca. Daha iyi diyeceksin... Ancak değil. O böylesine yakınımdayken, bana böylesine uzak olması daha çok canımı yakıyor. Arkadaşlarımın babam ve yeni nişanlısı sebebiyle bana bir ucubeymişim gibi davranmaları... Bu günlerde beni anlayan bir tek Emre var. Sana bir önceki mektubumda bahsetmiştim. Esra Hanım'ın büyük oğlu. Sanırım çocukluğumuzdaki günlere geri döndük. Berk'i bilmese de babam dolayısıyla çektiğim acıyı anlıyor. Yanımdan bir kez olsun ayrılmadı. Yokluğunu aratmıyor. Keşke burda olsaydın. Keşke seni kaybetmeseydim ve hep yanı başımda kalsaydın. Ama geçen mektubunda dediğin gibi, hiç bir şey için geç değil değil mi? Kaybettiğim onca şey arasından dostluğumuzu kurtarmak için geç değil... Umarım en kısa zaman da bir yerlerde yüz yüze görüşürüz. Canım öyle çok yanıyor ki Melih, tek bilen sensin.
Mektubu zarfına koyup sıkıca yapıştırdıktan sonra kitabımın arasına sıkıştırdım. Balkonumun buğulu camında elimi gezdirip dışarıyı kontrol ettim. Yağmur durmamıştı. Cebimde titreyen telefonuma uzandım. Ekrandaki isim gülümsememe neden olmuştu:
-Efendim Emre.
Telefonun ucundaki ses her zamanki yorgunluğuyla bitik düşmüş bir gence aitti:
-Ölüyorum galiba. Bugün kaç tane toplantıya girip, yüz kaslarımı gülmeye odakladığımı bir bilsen.
Güldüm:
-Ben onu her akşam yemeğinde yapıyorum bir bilsen.
Gülüşüme karşılık verdi, ancak onunki anlayış dolu bir karşılıktı:
-Eve geçiyorum şimdi. Üzerimi değiştireyim bir yerlere çıkalım.
-Yağmur yağıyor.
-Daha iyi ya,
dedi heyecanla.
-Arabayla gideriz.
Onayladıktan sonra telefonu kapattım. Okul tatildi ve tatil günlerimin neredeyse tamamını yaklaşık bir aydır Emre ile geçiriyordum. Bana iyi geliyordu. Sarı kadife etekli elbisemi giyip altına kahverengi çizmelerimi özenle giydim. Saçlarımın ucunu kıvırarak tepeden bağladım. Hafif bir makyaj ve açık pembe bir rujun ardından beklemek için merdivenlere yöneldim. Ancak üst kattan gelen sesler beni yerime sabitlemeye yetti. Başlangıçta işitilebilen Berk ve Derya'nın sesi bir kaç saniye sonra kesildi. Merakıma yenilemeyip parmak ucunda merdivenleri çıktım. Derya'nın giyinme odasının önünde durarak kulağımı kapıya yapıştırdım. Şimdi her şeyi daha net duyuyordum:
-Zorla mı kalmamı sağlayacaksın? İstemiyorum diyorum.
Konuşan Berk'ti. Sesi her zamankinden daha öfkeli ve daha sertti. Derya büyük bir telaşla atıldı:
-Ne demek zorla? Burada olmamızın nasıl büyük bir fırsat olduğunu anlamıyor musun sen?
Berk sinirli bir şekilde güldü:
![](https://img.wattpad.com/cover/7142855-288-k24953.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Kalbin Büyük Hikayesi
Ficção AdolescenteHerkes düşlediği hayatın kuklalarıdır gerçeğin kolları arasında. Bizleri o her şeyin rengarenk olduğu , göz yaşının tarifinin yapılamadığı bir dünyaya uçurabilecek hiç bir melek yoktur. Elimizde olan acıya sımsıkı sarılarak, kalbimizi kanatan herşey...