*********************
Amy'nin ağzından...
Hiçbir şey. O canavarın cansız bedenine bakarken hissettiğim tam da buydu işte. Kocaman bir hiçlik. Rahatlamamıştım. Huzura kavuşmamıştım. Ya da intikamım alınmış gibi hissetmiyordum. Sorun da buydu. Hissetmiyordum.
Dizlerimin gücünü toplaması ve cesedin başından kalkacak hale gelmem on dakika sürdü. Kendimi geri ittim ve duvara yaslanıp nefeslendim. Her şey bitmişti.
Aslında yapmak istediğim şey cesedi yakmaktı. Evi dolaşıp da hiç benzin bulamayınca bu fikirden vazgeçtim. Onu tamamen yok etmeden rahat uyku uyuyamayacak olsam da kendimi temiz havaya attım. Ev, hiçliğin ortasındaydı. Dışarıda bir yaprak bile kıpırdamıyordu.
Çıplak ayaklarımın altından akan kana aldırmadan evden olabildiğince uzaklaştım. Yaşayan ilk canlıya rastladığım an kabusum sona ermişti.
**************************
AMY YOKTU. Her yer didik didik aranmıştı ama Amy'den eser yoktu. Sinir krizinin eşiğindeydim. Çok geç kalmıştık. Çok.
Yumruk atıp yaraladığım polis memuru bana karşıdan kötü kötü bakıyordu. Kendimi kötü hissetmemi bekliyordu herhalde. Eh. Hissetmiyordum. Tek istediğim Amy'i bulmaktı. Detektif Kimball bana doğru gelirken her şey yüzünden açıkça okunuyordu. Amy yoktu.
"Joanne..."
"Hayır." dedim kısaca ve başka tarafa döndüm. Ne söylemesi gerektiğini biliyordum. Yanılmıştım. Amy burada değildi.
"Aramaya devam edeceğiz." dedi yumuşak bir sesle. Kendimi ona dönmeye zorladım. Gözyaşları gözlerimi yakıyordu. Beni ağlatan başarısız olmak değildi. Amy'nin şu an bile acı çekiyor olabileceğini düşünmekti.
"Sakın umutsuzluğa kapılma. Tamam mı?" dedi elini omzuma koyarak. Bana temasında güven verici bir elektrik vardı. Ona inandım. Usulca başımı salladım. Gözyaşlarımı hızlıca silip derin bir nefes aldım.
"Şimdi ne yapıyoruz?"
***************************
Amy'nin ağzından...
Külüstür kamyonet vites attıkça inliyordu. Yağmur bastırmıştı ve arabanın içi tütün ve ter kokuyordu. Şoktan dolayı vücudum hala tir tir titriyordu. Beni arabasına alan adam üstüm başımın kanla kaplı olduğunu görünce gerilmişti. Birkaç dakikada bir bana kaçamak bakışlar atıyordu. Ona neredeyse hiçbir şey anlatamamıştım. Omzuma sardığı battaniye için teşekkür etmiş ve verdiği suyu içmiştim. Adının Frank olduğunu söylemişti.
"Kasabaya az kaldı." diye mırıldandı Frank. Gözlerim ön cama kilitlenmişti. Zihnimde hiçbir şey yoktu ve bu çok daha korkutucuydu.
"Ne yaptığını ya da başına ne geldiğini bilmiyorum ama berbat görünüyorsun. Seni polis merkezine götürmemi istemediğinden emin misin?"
Ona bakıp başımı iki yana salladım. "Ben iyiyim." diye mırıldandım zorlukla. Sadece beni bir telefon kulübesine götürmesini rica etmiştim. Böylece Jo'yu arayabilir ve yaşadığımı ona kanıtlayabilirdim. Eğer çoktan çıldırmadıysa meraktan delirmiş olmalıydı. Belki de başıma ne geldiğini tahmin etmişti. Belki de her yerde beni arıyordu. Bilmiyordum.
Kasaba ışıklarını görünce gevşediğimi hissettim. Kabusum bitmişti ama vücudum hala kaskatıydı. Kendimi o kadar kasmıştım ki yarın her yerim ağrıyacaktı.
Kasabadaki tek telefon kulübesi barın içindeydi. En azından Frank böyle söylemişti. Bara girdiğimde herkesin kafasını çevirip bana bakacağını tahmin ediyordum. Öyle de oldu. Titreyen ellerimle telefonun başına geçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MOR 《girl♡girl》
Chick-Litİki kız. Jo ve Amy. İki farklı dünya. Benzersiz bir aşk. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Aşk için neleri göze alabilirsin? Tüm hakları saklıdır. Yayımlanma Ta...