Üç gün, yetmiş iki saat. Hoseok yaşam belirtisi gösterememeye devam ediyordu. Jungkook ise onu yalnız bırakmıyordu, iki kere kalbi durmuştu, yürekler ağıza gelmişti. Gözünü bile kırpmamıştı şunca gün. Namjoon hastahane koltuklarında uyuya kalıyordu Taehyung ile. Hala ailesine bir şey söylememişti Hoseok'un. Nasıl söyleyebilirdi? Nasıl dili varabilirdi? Düşünmekten gözleri küçülmüştü. Kahverengi saçlı olan o yine hafiften uyuklamaya başlarken konuştu, omzuna dokundu.
"Namjoon, hadi bir şeyler yiyelim hastahanenin yanındaki kafede, hem Jungkook'a da bir şeyler getiririz, dün kalbi durduktan sonra odadan hiç çıkmadı. Açtır ama bırakmıyor." sarışın olan ona hak verdiğini gösterircesine yalvaran gözlere direnmedi ve diğerinin elinin desteğiyle kalktı ayağı. Kafeye doğru yavaş adımlarla gidiyordu ikisi de. Taehyung onun kafasının karışık olduğunun farkındaydı, bu yüzden kendine en azından biraz olsun gelmesi için bir şeyler yedirmeye karar vermişti. İki tarafın sorumluluğu kendindeydi. Namjoon kafeye doğru yol alırken konuştu. "Ben annesine nasıl söylicem bunu ya.. doktorlar artık beklemeyin diyorlar, iki gün ömür biçtiler." deyip dudaklarını çizgi haline getirdi. Yari olan ona buruk bir gülümseme sunarak elini sıkıca kavradı. "Umut kesme hemen, ben inanıyorum ya uyanıcak Hoseok, dememiş miydin daha önce, 'Dürümü görse ahiretten U dönüşü yapar.' diye. Şimdi yanında dürümden daha çok sevdiği bir şey var. Uyanacak kesin, doktorları boşver."
Namjoon bu cümleler ile rahatlamış ve biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı, küçük bir gülümseme sundu. "Değil mi ya? Haklısın."
"Otur şöyle hadi." deyip sonunda verdiği kafede bir sandalye çekip oturdu, sarışın olanın da ona uyarak oturuşunu izledi. Garson pek geçmeden yanınlarına geldi. Saat dokuz buçuktu, Namjoon gözüne vuran güneşle yüzünü buruşturdu. "Ne alırdınız?"
"Yemek çeşitleriniz nelerdir?" diyerek sordu Taehyung, diğerinin konuşmasını pek istemiyordu. "Tatlı olarak, kek çeşitlerimiz mevcut, ha! Eğer kahvaltı için geldiyseniz, domates soslu makarna.."
Namjoon kafasını 'makarna' kelimesiyle kaldırdı. Taehyung ise bunu fark edip hemen sallamasyon olarak muhabbeti uzatmamak için kek sipariş etmişti. Bir de paket istemişti. Sarışın olanın yüzü yeniden düşüncelerle başbaşaydı. Kendi kendine sırıttı ve dalmış bakışlarını bozmadan konuştu.
"Makarna kelimesinden nefret edeceğimi hiç düşünmemiştim. Duymak canımı öyle yakıyor ki.." dedi. Kahverengi saçlı olan bakışları hüzünlenirken, yeniden araladı ağzını. "İki güne yine Ümit Besen dinleyip makarna yiyeceksiniz. Tamam mı? Her şey geçecek."
"Ya geçmezse?" bakışlarını kaldırıp umutsuzca sordu, gözgöze gelmişlerdi. Diğeri diyecek tek kelime bulamıyordu. Son çare kaçırdı gözlerini.
"Ya uyanmazsa Hoseok?" dedi Namjoon yine gözyaşları usulca gözlerini terk ederken. Böyle şeyleri düşünmek insanı ne kadar üzse de, gerçekler hayatta bulunuyordu. Namjoon bunun farkındaydı, bir an eski lise anılarına daldı. Hoseok'la şahin sürdüğü, sağlık meslek kapılarında tur attığı günleri hatırladı;
"Vay bee kardeşimmm.. demek ayrıldı senden he!" dedi Hoseok onun omzunu sıvazlarken. Sarışın olan gözleri yaşlı bir şekilde baktı ona.
"Orospu çünkü! Tam bir orrrrrospu!" dedi. Sigara yakacaktı ki, eline vurdu kardeşi. "İçme lan şu zıkkımı! Ölecen amk bi gün! Değer mi lan biri için?" dedi, kaşları çatıktı. Sarışın olan baktı, baktı, yine gözleri doldu, sarıldı kardeşine. "Ben bırakılacak adam mıyım be Hoseok! Ölsem ne olur!"
"O nasıl laf lan pezevenk? Birbirimizin düğününde çiftetelli oynamadan ölecez mi?! Aha üniversitede de yanındayım! Düşmüyorum AMINAKOYIM YAKANDAN!" deyip aklını kaçırırcasına konuştu Hoseok, diğeri hayret içerisinde döndü ona ve sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MACARONI
HumorJung Hoseok'un kader ortağı Kim Namjoon ile üniversite hayatı için geldiği, ıssız ve sayko bir mahallede hayat mücadelesi zordu. Makarna onlar için gecenin felç rüyasıydı belki de. O kabusu, o kısır döngüyü bozan şey, bir tencere zeytinyağlı dolma...