10. Bölüm

12.8K 398 25
                                    

*Su*

Kendimi mutfağa atıp üzerimdeki tüm o gözlerden kurtulmak rahatlatıcıydı doğrusu. Mutfaktaki yardımcılarımız çoktan kahve yapmaya başlamıştı benim yapacağım tek kahve Selim'in kahvesiydi. İçinde bir fincan su olan cezveye bir kaşık da kahve ekleyip karıştırmaya başladım. Diğer odadan kaçarak yanıma gelen kuzenlerim Selim'in kahvesine tuz da katmam için etrafımda tezahürata başlamıştı. Geleneklere göre bunu yapmak hakkımdı ama bana salakça geliyordu. Aslına bakarsanız neden olmasın ki? İçerde gözlerime öyle derin derin bakmak kolaydı bir de bu kahveyi içsin bakalım. Kuzenimin elindeki tuzluğu kapıp cezveye bir kaşık tuz attım. Bir kaşık geleneksel miktardı, ama düşününce ben evlenmek istemiyordum bu da daha çok tuz demek olmalıydı. Bir kaşık daha tuz ekleyip karıştırmaya devam ettim. Bakalım bununla nasıl baş edeceksin Selim Bey, kahvenin gözlerine derin derin bakmak tuzluluğunu azaltmıyor.

Kahveler hazırlanınca elimdeki tepsiye özenle anne babamın Selim'in anne babasının ve Selim'in kahveleri yerleştirildi. Bunca yıldır gerek okulda gerekse evde topuklu ayakkabıyla ve ellerim dolu nasıl zarif yürüneceği derslerini hatırlayarak en zarif adımlarımla odaya girdim. Diğer kahveleri sahiplerine verdikten sonra Selim'in kahvesini ona doğru uzattım bana gülümseyip teşekkür ederek kahveyi aldı. Dayanamayıp ben de gülümsedim, kahveyi püskürmesi çok komik olacaktı ve sadece bunu düşünmek bile beni kahkahaların eşiğine getiriyordu. Tepsiyi bırakıp oturdum ve Selim'in kahvesinden ilk yudumu almasını beklemeye başladım. Çok geçmeden ilk yudumu aldı ve püskürmedi! Nasıl olurdu, o fincanda kahveden çok tuz vardı. Acaba kahveleri mi karıştırdım? Ama hayır olamaz doğru kahveyi verdiğime eminim. Selim'in ikinci yudumu alırken yüzünün çok hafif ekşidiğini fark ettim. Elindeki doğru kahveydi ama ne yazık ki kahvenin tuzlu olacağına hazırlıklıydı. Ahh, tabii ki de hazırlıklı olacaktı uzaydan gelmiyordu ya geleneklerden haberdardı. Sakin bir şekilde ve dışardan bakan birinin anlamayacağı kadar az yüzünü ekşiterek tüm fincanı içti. Yani kahveyi püskürtmesini sağlayamasam da en azından tadı o kadar iğrenç bir şeyi içmesini sağlamıştım. bu da en azından bir yarım zafer sayılırdı.

Boş kahve fincanları toplandıktan sonra Kemal Amca söze girip tüm geleneksel konuşmayı yaparak babamdan beni istedi. Babam da kendi payına düşen geleneksel konuşmayla beni verdiğini ilan etti. Hemen yüzüklerimiz bir tepsi içinde kırmızı kurdeleyle bağlı halde odaya getirildi. Yüzüklerimizi babam ve Kemal Amca taktı ve kurdeleyi kesmeden önce bize mutlu, huzurlu bir hayat dilekleriyle ilgili bir ton laf ettiler. Konuşmaları benim için arka planda çalan bir müzik gibiydi, sözlerini çıkaramadığım bir melodi. Kafamım içinde evliliğimin gerçekten de olacağına inanmayan inanamayan umutlarım ve hayallerim çığlıklar atarak ölüyordu. Ben, istemediğim bir hayatı yaşamanın verdiği üzüntüyü sahte bir tebessüme gömerken kurdeleyi kestiler. Aynı tebessümle fotoğraflara poz verdim. Zaten kimse beni takmıyordu, yeni sözlüm görüş alanımda bile değildi, ailemden oluşan bir sel içinde kaybolmuştum.

Bu kargaşa ne kadar devam etti bilmiyorum. Pek çok kişiden tebrik kabul edip fotoğraf çektirdim. En sonunda elimde bir bardak şampanyayla buldum kendimi, hayatlarımızdaki bu güzel olayı(!) kutlamak için patlatmışlardı ve Yeni çifte kadeh kaldırıyorlardı.

Daha sonra kalabalık gruplar parçalara ayrıldı. Erkekler içeride içkileriyle iş ve spor tartışırken, kadınlar çay içmeye ön bahçeye çıktı. Bu karmaşa gece yemeğine kadar devam ederdi herhalde. Ben de bulduğum ilk fırsatta kendimi arka bahçeye attım. Arka bahçede sadece yüzme havuzu vardı, bizim aramızın bittiği yerdense bir koruluk başlıyordu. Doğada olmayı pek sevmesem de doğanın görüntüsüyle sunun birleşimi beni her zaman rahatlatmıştır. Arka bahçe bir nevi benim sığınağım, huzur bulduğum yerdi.

Şimdi de hem karşımdaki manzarayı seyrediyor hem de aklımda dolanan bin türlü düşünceyi sakinleştirmeye çalışıyordum. Aslında düşüncelerden çok sorular bulandırmıştı aklımı, bundan sonra ne olacaktı? Hayatta hiç mutlu olmayacak mıydım, yoksa mutluluk için şansım var mıydı? En nefret ettiğim insan türü olan evde oturup dedikodu yapan kadınlardan mı olacaktım? Yanlış onlamayın ev kadınlarına saygım sonsuz ama benim bulunduğum zenginlikteki kadınlar ev hanımlığı yapmıyor ki, ev hanımlığının görevlerini hizmetçileri yaparken boş boş dedikodu yapıyorlar. Hem ev hanımlığı da bana uygun değildi, ben bu işler için yaratılmamıştım. Hem evliliğim nasıl olacaktı? Selim nasıl biriydi acaba? Bana sayacak mıydı yoksa gözünde onun sahip olduğu bir şey miydim? Ben böyle konular işleyen çok kitap okudum, çoğu kitapta kızla oğlan birbirlerine aşık olup mutlu oluyorlardı. Ama bu kitapların hepsi hayal gücünün ürünüydü. Bu konuda okuduğum tek bir roman gerçek bir hayat hikayesini veriyordu o da hiç mutlu bitmiyordu. Benim sonum nasıl olacaktı?

- Ne güzel bir manzara

Nerden geldiğini anlamadığım bu ses bir anda korkuyla yerimden zıplamama neden oldu. Yanıma dönüp baktığımda konuşanın Selim olduğunu gördüm.

- Seni korkutmak istememiştim, özür dilerim. Geldiğimi duydun sanmıştım.

- Önemli değil, duymamışım.

Nerde olduğumu nerden bilmişti acaba? Ah, tabi ya Azra tahmin etmiştir burada olduğumu. Selim bana doğru döndü ve bir şey söyletecekmiş gibi ağzını açtı ama ilk başta hiçbir ses gelmedi. Anlaşılan kararsızlık yaşıyordu ne söylemesi gerektiğiyle ilgi. Bu sefer gözlerinde kararlılıkla bana döndü:

- Su, bak durumumuzun sıra dışı ve garip olduğunun farkındayım. Az önce sözlendik ama birbirimizi doğru düzgün tanımıyoruz bile. Ben seni tanımak istiyorum ve evlilik fikrine karşı sıcak olmadığını biliyorum ama sen de kendimi sana tanıtmam için bana fırsat vermelisin. Pişman olmayacaksın inan ki. Ben hakkında her şeyi öğrenmek, seninle normal bir çift gibi buluşmalara gitmek istiyorum. Eğer senin için de uygunsa yarın seni yemeğe çıkarmaktan onur duyarım.

- Peki.

Başka bir şey söyleyemedim, ne söylemem gerektiğini de bilmiyorum ki zaten. Selim söylediklerinde dürüst ve samimi görünüyordu ve en azından evlenmek üzere olduğum adamı tanımak iyi bir fikir gibi görünüyordu. Selim daha sonra numaramı istedi ve beni yarın alacağı saati kararlaştırdık. Daha sonra içeri geçtik, yemek masası neredeyse hazırdı. Biraz da annemlerin yanında oturdum ardından da yemeğe geçtik. Yemek neşeli bir havada geçti, tahmin edebileceğiniz gibi ben konuşmaya pek katılmadım. Nişanımızın ilk planlaması konuşuldu. Selim de konuşmaya konu sadece iş üstüneyken katıldı. Babamın sorularını yanıtladı, işin geleceğiyle ilgili stratejilerden söz etti. Babam kendince damadını bir daha sorguluyordu. Selimin cevaplarından çok mutlu olduğu belli oluyordu yemeğin sonunda hem annemin hem babamın ağzı kulaklarındaydı. Yemekten sonra ilk önce Kastanlar sonra da akrabalarımız evlerine dağıldı. Azra'ya güle güle derken sıkıca kucaklaştık ve kulağıma 'Eve gider gitmez mesaj atarım. ' dedi. Selim de elimi iki eliyle kavrayıp yine derin derin gözlerime bakarak elimi öptü ve ' Yarın görüşürüz, prenses" dedi. Bakışları, gözleri o kadar güzeldi ki bana prenses dediğini anlayıp tepki verene kadar yüzünde bir gülümsemeyle çoktan arabasına doğru gitmişti. Selim etrafımdayken biraz daha dikkatli olmalıydım, yakışıklılığı resmen aptallaşmama neden oluyordu. Ama ne kadar yakışıklı olursa olsun aklımdaki soruları ve içimdeki hüznü yok edemiyordu.

Zoraki Gelin (Durduruldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin