Bu, benim ilk vedamdı.
Gitmiştim fakat döneceğime inanmıştım her daim ve hiçbir zaman tam anlamıyla gerçek bir ayrılığa inanmamıştım. Bu yüzden güçsüzdü ayrılığın şarkısı sesimde ve düşüncelerim hep seninleydi ancak ihtimaller, her daim senden uzak olacağımı söylüyordu. Oysa şimdi sana verdiğim söz, bizzat senin tarafından acımasızca yıkıldı. Burada bulduğum o narin huzur da onunla birlikte yok oldu. Elini tutmuştu sevincim geçmişin, umursamazdı zamanın eski ruhu; usulca kayıp giderken parmakları arasındaki neşe, seni son gördüğüm günün anısını yaymıştı geceye.
Seni gördüğüm son gün...
O gün, kalbimdeki ağaçların yapraklarını hızla döktüğü, kızgın güneşin onları kıvılcımlarla buluşturduğu ve neticesinde etrafımı aşılması güç bir yangının sardığı gündü. Atmaya çalıştığım her adımda tenime düşen kor canımı yakıp sendelememe sebep olsa da yürümüştüm ve biliyor musun, bunun için kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim. Bunu yapamam zira duygularıma daha sıkı bir şekilde sarılmam gerekirken, onları terk ettim. Senin içinde bulunduğun her bir anıyı ardımda bırakmayı dileyip şehirden ayrıldığımda ise alevlerin arasındaki yolculuğum gittikçe daha ızdırap verici bir hal aldı ve kaybettiğim parçalarımdan artakalanlar da karanlığa teslim oldu.
Burada bir yalanı yaşıyorum çünkü biliyorum ki evimden çok uzak olan bu şehirde, kendimi iyi hissetmemi sağlayan her şey aslında bir sanrıdan ibaret. Gülümseyen yüzler var etrafımda ve onlara her baktığımda mutluluğu hissediyorum lakin onun hiçbir izi görülmüyor dudaklarımda. O bir yansıma ruhumdaki pürüzsüz aynada, soluk renkli bir gölge güzel bir rüyada. O, hayal, yaşaması huzur bağışlayan, oysa benim için kâbusların rüzgârları esiyor. Uzun çimenlerin sardığı bir diyarda, küçük, değerli bir mücevher belki ya da asla duyamayacağım bir şarkıda yalnız bir nota. Gürleyerek ilerleyen havanın arasında kayıp bir mucize, mutluluk.
Ve sen, o keskin yellerin arasında belirdin birdenbire, kim bilir, belki karanlığın içinden koştun. Bir adım attın bana doğru, kırıldı ayna. Avuçlarında şimdi saklanmış bütün duygular ve dökülememiş her bir sözcük zayıf dudaklardan. Fısıldamanı istiyorum bana, eline batmıyor mu onlar? Batıyorsa bırak, düşsün hislerim boşluğa, kırılsın kelimelerim. Toprak olsun her biri ve ben de, ölümün doğuşunu izlerim ardından. Zaten seni görmediğim günlerin sonunda, ciğerlerime dolan dikenler beni boğup anılar zalim bir şekilde düşüncelerimin arasında koştuğunda gözlerime düşen ufuklarda onun adı olmuyor mu? Parmakların sarmasın duygularımı, kesilecekse ellerin, asla.
Bırakmış olmanı diliyorum yüreğini ardında. Şayet aynı güneş uyanıyorsa kalplerimize doğan şafakta, dilerim hiçbir zaman aydınlanmaz gökyüzü. Başka bir ruhu incitmektense yeğlerim acıyı, sivrilsin dikenler, vahşileşsin anılarla düşünceler. Ben kucaklarım duyguların yaşatacağı saadet sefaletini ama senin böylesi bir ağırlığı taşımak istemeyeceğini düşünüyorum zira sen, yüreğindeki seslerin hâkimiyetini kaybetmiş gibiydin.
Buradaydın, inanması zordu lakin tahminime göre olanları duyar duymaz buraya gelmiştin. Düşüncelerin hakkında fikir üretmek neredeyse olanaksız benim için ancak bütün bu hadiselerden sonra yaşananları aklıma getirme cesaretinde bulunduğumda orada beliren isim, korkmama sebep oluyor. Yalnızca buraya gelmiş olman değil, burada yaptıkların, onlar daha büyük bir endişenin kapılarını aralamakta. Bedenin ve ruhun bir bütün olarak burada bulunduysa şayet, kelimelerin dile getirmekten çekineceği bir duygu yeşerecektir kalbimde.
Zira buradaydın. Kapının hemen önünde, bahçede, şehirde... Ağaçların arasında da yürümüştün belki, o dar ve toprak yolda bir de veyahut coşkulu seslenişlerin yankılandığı meydanda bulunmuştun. Bir kitaptı armağanın, satırlarına dokunmaya kıyamadığım; birkaç cümle bırakmıştın ardında, kırılmış olduklarını görmek dayanılmazdı. Bir ayrılık habercisi olmuştu onlar sonra ve ben, kendimi kaybetmiştim zamanın acımasızlığı karşısında. Bir saniye geçerken saatlerin izini bırakmıştı ardında. Kalabalık, büyük dalgalardı önümde uzanan ve sen, ufukta duran bir yıldızın yanındaydın, çok uzakta. Ay'ın ateşini söndürdüğünde bulutlar, gözlerinin karanlığı aydınlattı gecemi lakin çok kısa bir andı yalnızca. Çok geçmeden kaydı tutunduğun yıldız, gitti uzaklara. Tek bir sözcük dahi dökülmedi dudaklarından, sert bakışların zifiri göğü selamladı. Kayboldu yıldızın, ölen alevlerin dumanına katıldı.
Bu, senin ilk vedandı.
8 Nisan
04.52, gece.*la noirceur (Fr.): Karanlık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyefendiye Mektuplar
Romance❝Çünkü beyefendi, siz, kelimelere sığmayan bir adamsınız.❞