18.Bölüm

234 20 8
                                    

Allison gittikten sonra bir süre ardından öyle bakmış, sokağın sonunda kayboluşunu izlemiştim. Giderken elime tutuşturduğu silah hiç olmadığı kadar ağır geliyor, içimi ürpertiyordu.

Sicim gibi yağan yağmuru henüz yeni fark etmiştim. Ama buna rağmen ne geri ne ileri tek bir adım bile atamıyordum. Sadece bir yolun sonuna bir de silaha bakarak düşüncelerin arasından sıyrılmaya çalışıyordum. Olmuyordu. Kolay bir yolu yoktu bunun. Bana bir görev verilmişti ve o görevi yapmak zorundaydım. Sonuçlarına katlanmak zorundaydım. Sevdiğim adamı öldürecektim…

Vücuduma çarpan yağmur damlaları gücümün gittikçe azalmasına neden oluyordu. Küçücük yağmur damlalarını bile taşıyamıyordum. Yorgundum. Kimsenin bilemeyeceği, kimsenin tahmin edemeyeceği, kimsenin olamayacağı kadar yorgun.

Gözlerimi kapattım ve ıslanmış toprağın kokusunu içime çektim. Sonra elimi açıp yağmur damlalarına doğru uzattım. Sanki son kez hissediyordum yağmuru, son kez duyuyordum bu kokuyu. Sanki Jeremy değil de ben ölecektim. İşlediğim bütün günahları yanıma alıp toprağa karışacaktım.

Yağmur iyice bastırınca çaresiz gözlerimi tekrar açıp yürümeye başladım. Duvarlara tutunarak ayakta kalmayı başarıyordum. İçimdeki acı gittikçe büyüyordu. O acıdan kurtulmak istiyordum. Ama biliyordum, kurtulamayacaktım.

Birkaç adım daha attıktan sonra artık tamamen bitmişti gücüm. O anda yere yığıldım ve ağlamaya başladım. Dakikalarca ağladım.

Bekledim… Jeremy çıkar gelir, yine sarılır bana diye umdum. Ama gelmedi gelmeyecekti. Ben çok yalnızdım. Ne ailem, ne arkadaşlarım ne de sevgilim vardı. Benim her daim yanımda olan tek kişi Jeremy idi ve ben de onu öldürecektim. Elimdeki, taşıyamadığım, tutamadığım bu soğuk silahla.

Ağlamaktan kendimi kaybetmiş, hiçbir şeyi düşünemeyecek durumdaydım. Düşüncelerin arasında öyle bir kaybolmuştum ki eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum.

Koltuğa oturduğum anda olanların farkına vardım ve hızla kalkıp pencereye koştum. Evin önünde Jeremy’nin arabasını görmeyi ummuştum. Ama pencereden dışarı baktığımda gördüğüm kişi arabasına binmek üzere olan Philip’ten başkası değildi.

Durup arabasına binişini ve sonra arabasıyla birlikte sokağın sonunda kayboluşunu izledim.

Hatırlıyordum…

Beni kucağına alıp eve bırakmıştı ve sorunun ne olduğunu bildiğini söylemişti sert bir şekilde. Daha sonra da bana akıllı olmamı yoksa Şef’in beni de onu da öldüreceğini söylemişti. Resmen azarlamıştı beni. Philip bile böyle düşünüyor, bana hayatımda ilk defa bu kadar sert davranıyordu. Durum sandığımdan da ciddiydi. Başka bir şansım yoktu.

Yatağımın üzerinde duran silahı kavrayıp kendimden son derece emin bir şekilde gözyaşlarımı sildim. Ve son kararımı verdim.

Ertesi sabah uyanır uyanmaz hazırlanmaya başladım. Uzun zamandır yemediğim kadar çok sağlıklı ve doyurucu şeyler yedim. Siyah pantolonumu ve siyah deri ceketimi giydim. Silahımı da belime sıkıştırıp doğruca dışarı çıktım.

Taksiciye Jeremy’nin evini tarif ederken aklımdan beni caydıracak düşünceler geçmişti. Onları dinlemek için çok geçti artık.

Jeremy’nin evine gittiğimde kendimi fazlasıyla heyecanlı ve değişmiş hissediyordum. Emin adımlarla bahçelerinden içeri girdim ve kapılarını çaldım. Kapıyı açan hizmetçilerine onu sordum. Çok geçmeden Jeremy kapıda belirdi. Beni görür görmez kocaman bir gülümseme oluştu suratında.

“Hoş geldin Tia”

“Jeremy yürüyebilir miyiz?”

Ciddiyetimin farkına vardığı anda yüzündeki gülümseme solmuştu. “Tabii” dedi ve ceketini alıp yanıma geldi.

Sessizce sokakta yürümeye başladık. İkimiz de konuşmuyorduk. Yürüdük, yürüdük, yürüdük… Sessizliği bozmak ister gibiydi. Ama bir türlü söze giremiyordu. Ne zaman ağzını açacak olsa telefonla konuşuyormuş, başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yapıyordum.

Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra sakin, tenha bir sokak arasına girdik. Ellerini iki yana açtı ve gülmeye başladı.

“Neden buraya geldik” diye sordu.

Sorusuna cevap vermedim. Başımı iki yana salladım.

Hala gülüyordu.  En sonunda dayanamayıp belimin kenarına sıkıştırdığım silahı çıkartıp ona doğrulttum. Ve yüzündeki muhteşem gülümsemenin kayboluşunu izledim son kez.

Yüzüne bir gölge düşmüştü. Daha önce hiç görmediğim kadar ciddi duruyordu.

“Bunu yapmak istediğine emin misin” diye sordu. Kaşlarımı çattım. “Oldukça eminim” dedim.

“Beni seviyorsun, hatta bana aşıksın. Bunun farkındasın değil mi?”

“Olabilir” diye fısıldadım. “Aşk her şey demek değildir.”

“Böyle olmaz zorunda değil Tia. Kaçabiliriz. Bizi bulamazlar. Mutlu olabiliriz.”

Başımı salladım. “Hayır” dedim. “Bu iş burada bitecek Jeremy. Şuan sön sözlerini söylüyorsun.”

Durdu ve yutkunup başını eğdi.

“Bunun olacağını biliyordum” dedi. “Ve bu yüzden ben de hazırlıklı geldim.”

Dediği sözlerin eşliğinde belinden bir silah çıkardı. Ve o silahı bana doğrulttu.

Ellerim titremeye başlamıştı. Gördüklerime inanamıyordum. Jeremy bunu yapabilecek son insandı. Nasıl bana silah doğrultmuş olabilirdi?

“Hadi çek tetiği” dedi. “Beraber ölelim burada. Belki aynı yere gideriz.”

Çenem titremeye başlamıştı. Dayanamamıştım ve silahı ondan çekip kolumu serbest bırakmıştım. Ama Jeremy silahı hala bana doğru tutuyordu.

O sırada tam ensemde bir soğukluk hissettim. Ardından bir ses çınladı kulaklarımda. “Hadi öldür onu Tia.”

Sesin sahibi Şef idi ve silahının ucunu boynuma bastırıyordu. Anlamıştım, bu bir tehditti.

Kolumu kaldırmaya çalıştım. Ama yapamıyordum.

Birden yere diz çöktüm ve ağlamaya başladım. Silah elimden düşmüştü. “Hadi öldür beni!” diye bağırdım. “Öldürün beni!”

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Gözyaşlarım yanağımdan süzülüp avuçlarıma akıyordu. Tam anlamıyla yolun sonuna gelmiştim.

O sırada bir silah sesi duyuldu. Ve hemen ardından bir tane daha.

Daha önce hiç tatmadığım bir acı ve korku bütün vücudumu bir anda kaplamıştı. Gözlerim kararıyor midem bulanıyordu.

Tam o anda yere birkaç damla kan damladı ve Jeremy’nin adımı bağıran sesi duyuldu.

“TİA!”

Aptalın GünlüğüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin