Salondaki herkes, Hande denen kadının karşısında şok olurken, Savaş ve ben ne yapacağımızı bilemez bir şekilde birbirimize bakıyorduk.
"Hande, senin burada ne işin var?" dedi şaşkınlığını ilk atlatan Savaş. Gözlerinde ustalıkla gizlediği bir sinir vardı. Bunu görmek başkaları için zor olsa da, benim için hiç de zor değildi.
"Hayatım, bu kadın," dedi Hande parmağıyla beni işaret ederek."... seni benden çaldı, şimdi de biricik kızımız Yaren'in kendisinden olduğunu iddia ederek, yaşama sebebim olan kızımı elimden alacak. Fakat, bu o kadar kolay değil." diyerek sözlerini tamamladı, Hande. Ardından basın mensuplarına dönerek yeniden söze başladı.
"Her şey dediğim gibi oldu, sevgili basın mensupları. Melisa Haznedar, Savaş ve benim aramıza girdi. Boşanmamıza sebep oldu. Şimdi de kızımı elimden almaya çalışıyor."
Hande'nin söyledikleriyle şaşkınlığım iki katına çıkmıştı. Bu kadın nasıl böyle ustaca yalan söyleyebiliyordu?
"Bu... Bu doğru değil. Yaren, onun kızı değil. Lütfen, bu saçmalığa inanmayın." dedim titreyen sesimle. Bu saçmalık daha fazla devam ederse, ağlayacağımı biliyordum.
"Doğru değil mi? Onu sen mi doğurdun, Melisa? Bir kanıtın var mı?" dedi Hande meydan okurcasına. Sinirlerime hakim olmakta zorlandığımı anlayan Savaş, elimi sıkarak bana destek olduğunu belirtmek istemişti. Dilime gelen kelimeleri dökmek istiyordum. Onun, nasıl iğrenç bir kadın olduğunu söylemek istiyordum. Fakat, bu Melisa Haznedar'a yakışmazdı.
"Kanıtım yok." dedim dilime gelen kelimeleri yutarak.
"Kanıtın olmadığını biliyorum, çünkü Yaren'i doğuran kişi benim. O benim kızım." dedi Hande, sanki dünkü tartışmalarını hatırlatmak ister gibi.
"Sana dün söylediklerimin hala arkasındayım. İstersen, bunu burada tartışıp çirkinleşmeyelim." dedim ona uyarıcı bakışlar atarak. Beni kışkırtmaya devam ettiği sürece, dilim tutmam zorlaşabilirdi.
"Benim için bir sakıncası yok. Hadi, hepimize dünkü annelik konuşmanı tekrarla. Hepimiz duymaktan çok hoşlanacağız." dedi Hande, beni sabrımın sınırını aşmama itecek sözlerini sarfederek. Ayağa kalkarak, ellerimi sertçe masaya vurdum. Öyle ki, artık dilimi tutabileceğimi sanmıyordum.
"Sen, Yaren'i doğuran kadın olabilirsin. Fakat, onun üzerinde hak talep edemezsin. Sen, ne sebeple olursa olsun, onu terk edip gittin ve senin yapamadığını yapmak için, ben buradayım. Dünyada tanıyabileceğiniz en iyi adamın elini sıkı sıkı tutuyorum ve bu adamın gözünden sakındığı Yaren'i, kendi öz kızım gibi seviyorum. Yeterince açık mı?" dedim salondaki herkese bakarak. Ardından, Savaş'a bakarak gitmemiz gerektiğini söylemeye çalıştım. Bunu o da anlamış olacak ki, herkese iyi günler dileyerek, el ele salondan ayrılmıştık.
Göz yaşlarımı sadece arabaya varana kadar tutabilmiştim. Arabaya bindiğimizde ise daha fazla tutamayacağımı ikimiz de biliyorduk. Ben daha göz yaşlarımı akıtmadan, Savaş torpidoya eğilerek bir kutu peçeteyi önüme koydu. Teşekkür ederek kutunun içinden bir kağıt peçete çıkardım.
"Ağlamanı gerektirecek bir durum yok, Melisa. Harikaydın. Ben bile, senin böyle bir çıkış yapmanı beklemiyordum. Öfkeli olduğun halde, sözlerini olabildiğince yumuşattın. Şimdi neden ağlıyorsun, söyler misin?" dedi Savaş sakince bana bakarak. Kendimi konuşabilecek gibi hissetmiyordum, bu yüzden cevap vermedim. Bir süre böyle ağladım. Öyle ki, Savaş beni eve götürmek yerine, bir tepeye getirmişti. Tüm İstanbul ayaklarımızın altındaydı, şimdi.
Arabadan çıkıp bir ağacın gölgesinde duran bankı gördüğümde, oraya doğru ilerleyerek oturdum. Savaş da peşimden gelerek, yanıma oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANNE!
Teen FictionBir kadın, kendisinin olmayan bir çocuğu ancak bu kadar sevebilirdi. *** "Beni, bir daha hiç terk etmeyeceksin, değil mi? Söz ver bana, anne. Söz ver." dedin minik Yaren, annesi sandığı beni bulmanın verdiği özlem ve mutlulukla. Aklım bu sözü vermey...