"Bunu yapma, seni sevmeme neden oluyorsun," diye fısıldadım. Sesim yok gibiydi. Ben yok gibiydim.
"Buna engel olmak istemiyorum," dedi uzanarak yanağıma bir öpücük bırakmadan hemen önce. Üzerimden kalktığında beni ellerimden yakaladı. "Hadi gel, benimle beraber arabanın kaputuna uzan. Yıldızları izleyelim. Görünen o ki yarın hava güzel olacak. Hey durma öyle de gel buraya. Senin için kollarımı bile açtım." Kollarını açarak kocaman güldüğünde yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Ellerimi tekrar tuttu ve kollarımın altından beni kucağına alarak kaputun üzerine çıkardı. Yanıma uzandığında bir süre sessizlik oldu.
"Saçların yumuşakmış."
Şaşkınca kaşlarımı çattım. "Daha önce romantik olabileceğini düşünmemiştim, Eliot."
Dudaklarımın üzerine parmağını bastırdı. "Şş! Sessiz ol. Ateş böceklerini duyuyor musun?"
Hafifçe başımı salladım. "Evet."
"Dokuz yaşındayken kuzenimle beraber onları avlardım."
Göz devirdim. "Sözümü geri alıyorum."
Yıldızları izlemeye devam ettim. Hemen yanımdan gelen vanilya kokusu ile gözlerimi kapattım. Ateş böcekleri dışında onun nefes alışverişini de işitebiliyordum. Kolunu omzuma dolayarak beni kendine çekti ve fısıldadı.
"Hey, yumurta."
Gözlerimi açmadan cevapladım. "Hım?"
Yanağımı okşarken güldüğünü hissettim. "Seni seviyorum."
Onu yanağından hafifçe tutarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Yavaşça pembe dudaklarını emdim ve geri çekildim.
"Bu ben de seni seviyorum anlamına mı geliyor?" Muzipçe kıkırdadı. Nemli dudakları ay ışığında parlıyordu.
"Hayır," omuz silkerek yerimde doğruldum. "Sadece birazdan cezanı vereceğim demek oluyor." Onu kalçalarından çektiğimde altıma kaydı. Dudaklarını bir kez daha dudaklarımla buluşturduğumda soğuk ellerim sıcak bedeninde geziniyordu. Yavaşça tişörtünü yukarı kaydırırken kıkırdayıverdi.
"Ne yapıyorsun?" Ona bunu söylemek yerine Haribo jelibonlardan bir tanesini aldım ve göbek deliğine bıraktım. "Dur bir dakika, vücudumdan yaban mersinli jelibon mu yiyeceksin? Yüce İsa! Kızım, fantezilerine hayranım."
İfademi bozmadan jelibonları karnına teker teker bıraktım ve yavaşça eğildim. Dilimle tenini ıslatarak birkaç tanesini ağzıma attığımda tekrar güldü.
"Bu gıdıkladı," dirseklerinin üzerinde doğruldu ve karnında duran jelibonlardan bir tanesini dişlerinin arasına sıkıştırdı. "Bir tane de buradan al bakalım," beni ellerimi yakalayarak kendine çekti. "Yaklaş, güzelim," göz kırptı. "Bunu yapmayı dün gece öğrenmiştin." Dişleri arasındaki jelibonu almak için dudaklarını emdim ve onun bir kez daha arabanın kaputu üzerine uzanmasını sağladım.
🍰🍰🍰
Eliot Denmaire: e-posta hesabıma girebildin mi
Eliot Denmaire: şifrem biraz fazla şaçma
Bir yandan sütlü kahvemi yudumlarken bilgisayar ekranındaki belgeyi çıkartmak için bastır butonuna bastım.
Ben: evet şimdi taslak belgesini bastırıyorum
Ben: teşekkür ederim
Kısa sürede cevap verdi.
Eliot Denmaire: söz vermiştim yumurta
Eliot Denmaire: istersen beraber çalışabiliriz
Ben: cidden mi
Ben: BU HARİKA OLUR
Eliot Denmaire: elbette
Eliot Denmaire: pazartesi okul çıkışında beni bekle
Eliot Denmaire: seni ailemle de tanıştırırım
Ben: şey bilmiyorum
Bu çok resmi olmaz mıydı? Nasıl tanışmam gerektiğini bilmiyordum bile. Benim ailem oldukça anlık yaşarlardı ve belli bir adetleri bile yoktu, ki ondan olsa gerek on beş yaşındaki kızlarını Amerika'da bırakıp Berlin'e kaçabilmişlerdi.
Eliot Denmaire: endişelenme
Eliot Denmaire: onlar çocuk gibidir
Eliot Denmaire: sanırım olgunluk sınırından aşağı sapmışlar
Ben: ah tamam
Ben: peki miranda ne olacak
Eliot Denmaire: Onu bana bırak
Aramızda geçenlerden sonra ona nasıl yaklaşmalıydım bir fikrim yoktu ancak Miranda bunu öğrenirse okul dergisindeki 'yeni sürtük' sayfasında ismimin geçeceğine emindim.
Kafeteryaya iner inmez Cedric ve Lily'nin bir masada oturduklarını görerek yönümü oraya çevirdim. Yanlarına vardığımda ikisi de olduğum tarafa dönmeden önlerindeki meyve salatası ile ilgilenmeye devam etti. Boğazımı temizledim.
"Merhaba çocuklar," kaşlarım çatıldı. "Hey bir sorun mu var?"
"Seni tanıyor muyuz?" Cedric rahatsız olmuş bir tavırla tek kaşını havaya kaldırdı.
Birkaç adım geriledim. Neler oluyordu?
"Dalga mı geçiyorsun, Cedric?" Göz devirdim. "Pekala, Eliot nerede?"
"Buradayım." Hemen ardımda duyduğum tanıdık sesle arkama döndüm. Beni çekiştirdi ve yürümeye başladı. Kafeteryanın balkonuna çıkmadan önce arkama son kez dönerek onları inceledim.
"Onların derdi ne?"
Omuz silkti. "Boş ver," önümdeki boş sandalyeyi işaret etti. "Karşıma otur," ona şaşkınca bakınmaya devam ettiğimi fark ettiğinde ekledi. "Sadece benimle konuşmuyorlar."
Kaşlarım bir kez daha çatıldı. "Sahiden neler oluyor?"
"Boş ver dedim, Bianca." Tepsisini önüne koyar koymaz sigara paketinden bir tane çıkararak dudaklarının arasına sıkıştırdı. Hemen omzunun üstünden Miranda'nın tek kaşını havaya kaldırmış bir halde bize bakındığını gördüm. Hiç de şanslı günümde hissetmiyordum ve bunun suçunu kaybolan küloduma atacaktım.
"Ama Miranda bizi izliyor," diye fısıldadım.
"Evet. Dediğim gibi, endişelenmeni gerekterecek bir durum yok. Onun gözü sürekli üzerimdedir." Belki milyonuncu defa omuz silkerek sigaranın dumanını üfledi.
"Tamam, bu tuhaf ama soru sormayacağım ve gidip kendime cappucinno alacağım," ayaklandım. "Kafeteryadan bir şeyler ister misin?"
"Evet, bol çikolatalı bir dilim çizkek alabilir misin?" dedi stresli bir ses ile.
Ona başımı salladım. Bir şeyler rayından çıkmıştı ve bu beni tedirgin ediyordu. "Peki, hemen dönerim." Arkama dönerek kafeteryaya giriş yaptım ve kasaya gidip kahvemi aldıktan sonra standdan bir dilim çizkek seçtim. Ödemeyi hızlıca hallettiğimde Eliot düşünceli bir şekilde sigarasını söndürdü.
"İşte," tepsiyi önüne bıraktım. "Dersin nasıldı?" Gerginliği bozacağını umarak sordum ve karşısına oturdum.
"Sıradan." Boğazını temizledi. "Bianca, senden bir şey isteyebilir miyim?"
"Elbette." Kahvemden bir yudum aldım.
"Ah... şey... bilirsin, aramızda geçenler..." Bunun sonu iyiye gitmeyecekti ama yine de bekledim. Mavi gözleri bana bakmaktan kaçınırken devam etti. "Sence onları unutup tekrar yakın arkadaş kalabilir miyiz?"
Bir süre sustum. Bu da neydi? Benimle tüm gece boyunca birlikte olmuştu ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi mi yapacaktık? Dudağımı ısırdım. Onun da diğerlerinden farkı yoktu ve öyle olmayacağını sanarak aptallık etmiştim.
"Hım?"
Ona döndüm. O bana bakmaktan kaçınsa da gözlerinin içine odaklandım. "Evet... sanırım."
"Sorun yok, değil mi?" İlk defa bana baktı ve çizkekten bir parça alıp yemeye başladı.
Omuz silktim. "Hayır, yok. Yakın arkadaşız."
"Güzel." Gülümsedi ve çizkekinden bir parça daha alıp ayaklandı. "Hadi kalkalım. Eve geçmeden önce bir şeyler yemek ister misin?"
Dudağımı büzerek başımı iki yana salladım. "Aç değilim."
Eliot her şey yolundaymış gibi -belki de ona göre öyleydi- bana döndü ve her zaman yaptığı gibi kolunu omzuma attı. "Hey, gülümsemeyi mi unuttun? Gel buraya." Beni biraz daha kendine çektiğinde vanilya aromalı parfümünü anımsayarak biraz kırgın hissettim.
Zorlukla gülümsedim ve bu kalabalıkta duymayacağını bilsem de fısıldadım. "Hayır, sadece hayal kırıklığına uğradım."
"Bir şey mi dedin?"
Ona bir kez daha sahte bir gülümseme gönderdim. "Evet, diyordum ki sadece biraz... ağrıyor. Şey, karnım ağrıyor. Galiba yaban mersinine karşı alerjim varmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🍰 Çantada Çizkeklik ⚢
Short StoryDikkat! •Günlük hayattan gereksiz konuşmalar ve klişeleşmiş olaylar içerir. •Size kesinlikle bir şey kazandırmayacaktır. •Çerez niyetine yemeniz önerilir. ✏✏✏✏✏ Eliot Denmaire için Bianca Ward'ı tavlamak çantada çizkeklikti. Öyle ki bunun için yapm...