Başımı iki yana sallarken ona hak vermek istemediğimi biliyorum. ''Hayır, seni öldürmek istiyorum.'' Aykut öyle sinir bozucu bir gülümsemeyle bakıyor ki... Damarlarımda akan kanlar birbirine karışıp gideceği yolu şaşırıyor. Yüzüm kıpkırmızı sanıyorum. Alnımda bir damar belirmiş olmalı... Parmaklarım çoktan titremeye başladı ki bu gayet normal, sinir vücudumu ele geçirmiş durumda. İstifini bozmadan havalanıyor eli, yanı başımızdaki tezgaha uzanıp kavradığı bıçağı naif bir hareketle tutarak elime tutuşturuyor. Bir an bile düşünecek olursam bunu yapamam ki öfkeyle tuttuğum bıçak çatırdayıp kırılmadan evvel, süratli bir ivmeyle bıçağı geriye çekiyor ve yine müthiş bir süratle Aykut'un karnına doğru hedef alıyorum!
Tişörtten gelen yırtılma sesi...
Geri çekilen beden...
Zehirli gözler...
27. Bölüm, ''Acı''
Kelamlarım, anlamlarının ağırlığını taşıyamıyor; damarlarımda kol geziyor şaşkınlık. Sızlayan parmak uçlarım, dakikalar önce yaptığım yanlışı not alırcasına işliyor ruhuma. Lerze, sığınıyor gerçekliğin ardına. Beklemiyor hiçbir açıklama, her şey öylesine dımdızlak ortada!Öfkeli ruhum, kum torbası muamelesi yapıyor bana; ardı ardına geçiriyor darbelerini. Yumruklar, tekmeler... Ruhum, bedenimden bir an olsun çıkıp da nefes alabilmek adına yapıyor bunu, anlıyorum onu. Anlıyorum ve bu canımı yakıyor. Kıvranıyor erteleyişlerim. Keskin gerçeklik boğazımda düğümleniyor. Dile gelemem ki... Ötesi ölümdür.
Aralanan dudaklar arasından telaşlı bir sıralanış sızıyor ortama: ''Melek!... Melek! Bana bak. Bak bana!''
En az duygularım kadar sarsılıyor omuzlarım da. Aykut'un sıkı tutuşu beni kendime getirmeye yetmiyor ne yazık ki. Ben... ne zamandır, bende değilim zaten. Habersiz bundan. Habersizim bundan.
Vücudumda gezinen eller, bir yazarın ilham sıkıntısı çektiği halini anımsatıyor bana. Ne yazacağını bilemez gibi... Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyor gibi. Düşünceli, buğulu bakışlar... Endişeli bakıyor. Divit kaleminin tüylü tepesi, kağıdın üzerinde yavaşça yol alıyor. Parmak uçların titrek yolculuğu damarlarımı harita biliyor kendine. Yollar öylesine engebeli... Bu yolculuk bir yerde son bulmalı! Bu yolculuk, ruhuma ulaşmanın bir yolunu bulmadan son bulmalı!
''Melek! Bir şey olmadı. İyiyim ben, bak...'' Kalınlaşan ses telleri, bu sert tonu, öfkeden alıyor olmalı: ''Yüzüme bak, dedim!''
Karşımdaki karıncalı görüntünün ayarlarıyla oynuyorum. Anten sabit durmakta sıkıntı çekiyor; gözlerim odağını seçmekte ısrarcı, ama bunu başaramıyor. Set arkası harabe, izleyicinin ruhu bile duymuyor. İzleyici sadece izliyor.
''Melek...''
Sessizlik...
''Beni korkutuyorsun.''
Ruhum bu dediğiyle şoka uğruyor adeta, ama bedenimde hala tık yok. Onu korkutuyor muyum? Ölü bakışlar atıyorum ona; soğuk, ama yeterince anlamlı.
Ruhum dalga mı geçiyorsun der gibi üzerine yürüyor, haberi yok. Uzanıp işaret parmağıyla göğsüne vuruyor birkaç kez. Seni korkutuyor muyum? Sen, korkusun. Korku sensin, zaten.
''Tepki ver, Melek. Lütfen...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAZİNİN ANAHTARI (DÜZENLENİYOR)
Bí ẩn / Giật gânGizem Gerilim #3 Yaşanmışlıklar keskin bir kılıca büründü, ruhum ortadan ikiye bölündü ve ortaya ağlak bir tablo çıktı. Melek SÖZERİ.