Kapalı perdeler gizleyebilir ardındaki gerçeği ama bilmek, ne güçlü şahittir. Görmesen bile oradadır. Duymuyormuş gibi yapabilirsin ama en hakiki çığlıklar yürekte yankılanandır. Ruhunun en ücra köşesindeki karıncalanmanın sebebidir bilmiyorumu oynamak. Biliyorsun. Bildiğin için acı çekiyorsun.
Yaşanmışlıklar, zihnimde anlık bıçak darbeleri atıyor. Bir eniğin ensesinden tutulup alayla hakkında konuşulduğu gibi konuşuyor benimle. Sağa sola kaçışan düşüncelerin hangisini yakalasam önünde sonunda kendimi suçluyorum. Ben zihnimi yenemiyorum.
Şiddetli bir gök haykırışıyla düşüncelerimden sıyrılıp yan yattığım yatakta sırt üstü dönüyorum. Çocukluğumun kabusu sustuklarımı üstleniyor sanki. Haykır! Bir kez daha... Tavana odaklı gözlerimi kapatmadan evvel sol yanımda bir hareketlilik dikkatimi çekiyor. Başımı hafifçe yana çevirdiğimde görüyorum onu. Odada olduğunu ancak fark ediyorum. Pencereye doğru adımlıyor. Arsızca birbirini takip eden adımları sayıyorum, bir iki üç... Pudra rengindeki perdeyi kavrayan elleri, avcu içerisinde hapsediyor onu. Görüş alanı sunmak için kendine, kaydırıyor kenara yavaşça. Pencereyi açtığında müthiş bir soğuk, kendisinden üşümüş gibi sızıyor sıcak odaya. Öfkeyle mırıldanıyor.
''Aptal.'' diyorum. Ağzımdan bir anda çıkan bu kelimeyle ne yapacağımı bilemiyorum. Öyle ki yapabildiğimin en iyisi gözlerimi sıkıca kapatmak oluyor. Duymadığını düşlemek kolay olan. Buna inanmaksa güvende hissettiren... Kısa bir süre çıt yok. İşitmiyorum ama hissediyorum onu. Burada, yakınlarda bir yerde... Odayı sarıp sarmalayan soğuğa rağmen alnımı ufak çaplı bir sıcaklık selamlıyor. Gözlerimi daha fazla sıkıp kendimi ele vermemeye çalışıyorum. Yanlış duyduğunu sansın istiyorum. Uyuduğumu düşünsün...
Nefes, biraz daha yakın. Biraz daha ve biraz daha... Korku hemen arkamda ne yapacağımı tek gözle izliyor. Eli ağzında. Tırnaklarını kemiriyor. Tepki vermemeyi bir yere kadar başarabildiğimden daha fazla dayanamayıp aralıyorum gözlerimi. Yüzüme milim yakın yüzü. Baygın zümrütleri endişeyle karşılıyor uykusuz gözlerim. Çizgi halindeki dudakları geriliyor. Yukarıdan aşağı kayan bir adem elması... Sessizliği ilk bozan yutkunuşu olsa da asıl darbe ikinci bir gök gürültüsünden geliyor. Yattığım yatakta titreyen bedenim dirseğimden tutunca kaskatı kesiliyor. Zavallı gözlerim için bir odak noktası arıyorum ama bulamıyorum. Bir gasptır bu. Yabancı bir siluetten fazlasını vermiyor bana.
Günler öncesinin şahidi ve henüz aklımı kaçırmadığımın kanıtı o kaba eller, iki yandan başımı kavrıyor. Başparmaklarının baskısını çok yoğun hissediyorum şakaklarımda. Memnuniyetsizce başımı kıpırdatıyorum. İfadeden yoksun, dümdüz, öylece bakıyor yüzüme. Yüzümün her milimine. Diri diri yakıyor beni gözlerindeki ateşte.Saniyelerin dakikalardan nefret ettiği bu anda, ben de en az onun kadar tepkisiz kalmaya çalışsam da fırtına öncesi sessizlik çığlık çığlığa gözlerimde. Gördüğünü biliyorum. Korkuyu bana armağan eden oydu sonuçta.
"Zeka," diyor... "Ne büyük armağan değil mi?"Sesindeki boğuk tını boğazımı gırtlaklıyor, nefes alamıyorum. "Sence onu bu kadar cezbeden ne? Herkeste olmayışı mı?"
Onun bu tuzak sorularına cevap vermemeyi tercih ediyorum. Başını aşağı yukarı sallarken çenesini kaşıyor. "Susmak da akıllıca bir cevap ama zekice bir hareket değil."
"Bazen aklın varsa susarsın," diyebiliyorum ona sadece. Kıkırdıyor. "Zekayı akıldan ayıran nedir, bilir misin?" Keskin zümrütleri çivilenmişçesine sabit gözlerime. Cevabımla ilgilenmediğinden olsa gerek beklemeden devam ediyor sözlerine. "Akıl kavrayabilme becerisidir. Yeterli ya da değil, herkeste bulunur. Zekaysa, " derken elini saçlarımda gezdirmeye başlıyor: "aklını nasıl kullanacağınla alakalıdır, tamamıyla stratejik yani."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAZİNİN ANAHTARI (DÜZENLENİYOR)
Mistério / SuspenseGizem Gerilim #3 Yaşanmışlıklar keskin bir kılıca büründü, ruhum ortadan ikiye bölündü ve ortaya ağlak bir tablo çıktı. Melek SÖZERİ.