#GEÇMİŞ#
Bütün düşüncelerin ait olduğu zihinlerde donup kaldığı, hissiyatın yüreklerde inzivaya çekildiği ve bedenlerin, halsizliğe son sitemini edip uykuya teslim olduğu dakikalarda Zühre ve ben, arka bahçede oturuyorduk. İki çok iyi anlaşan kuzenden ziyade iki kardeş gibi soğuğun geceyi sarmaladığından daha yürekli, daha sıkı birbirimizi sarmalamış, ısıtıyorduk. Sessizlik, ensemizde nöbet tutsa da iç dünyamdaki düşman haykırışları çok net duyabildiğini biliyordum. Dile gelmek çözüm değildi. Askerlerimin sükut eğitimi bundandı. Bir parolası bile yoktu, parola belki de bu defa beraberinde ölümü getirirdi. Bu, bilinenin ve alışılagelmişin dışında bir akıl oyunuydu. Dışarıdaki koruma bir formaliteden ibaretti. İçimde pusuya yatan ihanetten her birimizin haberi vardı. Bu, ertelenmiş bir mağlubiyetin ve aslında, oyuna getirilmişliğin resmiydi.
Hissettiklerimin kokusu, fişi çekilmiş ve günlerdir kullanılmayan buzdolabındaki yemeklerin kokusu gibi son zamanlardır kaçındığım düşüncelerim yüzünden ekşimiş geliyordu.
''Çok korkuyorum,'' dedim, nihayet iki günün sonunda bir çıkarıma vararak. Bir çıkarıma varmıştım varmasına ama içinde bulunduğum durumdan bir türlü çıkamıyordum. Bir belirsizliğe daha hapsolmuş, ihtimallerle kırbaçlanıyordum. Canım yine parçalar halinde dağılmış, sevdiklerime olan güvenimden dolayı yanıyordu. Öyle haksız bir acı içerisindeydim ki!...
İtirafıma karşılık başını bana çevirdiğini hissettim. Sol kolu, omzumdan aşağılara kaydı ve sırtımı sıvazladı. Bunu yaparken o küçük elleriyle bana güven vermek ister gibiydi. Meselenin ne olduğunu bilmese de destek verdiğini ve yanımda olduğunu göstermek istiyordu.
''Geçecek,'' dedi. Eş zamanlı ruhsuz bir gülümseme kayda geçti şahsım tarafından. Gözlerimde yer edinen boşluğun ardında bir gerçek yatıyordu. Elbette, geçecekti. Her şey geçerdi. Bunu zaten biliyordum. Ona yerinde, güzel ve yalın bir alıntıyla karşılık verdim: "Geçer elbet efendim. Bazısı teğet geçer, bazısı deler geçer, bazısı deşer geçer, bazısı parçalar geçer ama mutlaka geçer."
Gecenin soğukluğunu utandıracak bir sıcaklıkla güldü. Yaşından olgun tavrıyla ve seçtiği derin kelimelerle ortamı gitgide ısıtıyordu sanki. ''Biz 'Tutunamayanlar' olarak çok da güzel tutunuyoruz aslında,'' dedi. ''Hayata... Asıl tutunmamız gerekene...''
Bakışlarım, yerden olan yüksekliğimizden dolayı yere bir hayli uzak ayaklarıma odaklıydı. Onları bir öne bir arkaya sallıyordum, bazen de birbirine kenetliyordum.
''Öyle,'' diyerek onayladım onu, önüme gelen bir tutam saçı kulağımın ardına sıkıştırırken. ''Bunca şeye rağmen dik duruşumuz bundan...''
Başını aşağı yukarı salladığını göz ucuyla gördüm. ''Sen çok güçlüsün,'' dediğinde ölümü yaklaşmış bir canlının son anını beklemekte olan azrail gibi tepemde belirdi gerçeklik. Ben güçlü falan değildim.
Yüzüm acıyla kasılırken itiraz ettim. ''İstatistiklere göre senin de bana bir kelek atıp kıçıma vurduğun tekmenin ardından çekip gitmen gerekiyor.''
Zühre kaşlarını çattı. Sorusu kısa, öz ve netti ama içeriği belirsiz, anlamdan uzak bir karmaşaydı. ''Ne?''
Onun belirsizliğinin, benim belirsizliğimin yanında ne kadar masum durduğuna baktım. Belki de yaşamlar arasındaki fark bundan ibaretti. Masum ya da değil...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAZİNİN ANAHTARI (DÜZENLENİYOR)
Misterio / SuspensoGizem Gerilim #3 Yaşanmışlıklar keskin bir kılıca büründü, ruhum ortadan ikiye bölündü ve ortaya ağlak bir tablo çıktı. Melek SÖZERİ.