34. Bölüm, ''Sır''

2.3K 130 103
                                    

Bölüm ithafı: @pengucorn34



Şiddetli aksırmalar birbirini takip ederken gözlerim de bir oyana bir bu yana gidip gelen Aykut'u takip ediyor. Ne yapacağını bilememenin sersemliği yansımış vaziyette yüzüne. Gözlerinde garip bir telaş, dudaklarında belirsiz bir çizgi, burnunda ve alnında düşünce karmaşalı kırışıklıklar...

Çalan telefonunu kot cebinden çıkarırken kaşlarını çatıyor. Muhtemel karşı taraftan önce, ''Alo,'' diyor. Öyle aceleci bir tavır... Anlam veremediğim bir gerginlik üzerinde hakimiyet kuruyor. Boşta kalan eli, bu tezimi doğrulamak üzere yola koyuluyor: Tırnaklarını dişliyor Aykut.

''Gece bir iki gibi orada olurum.''

Başını iki yana sallarken memnuniyetsiz kırışıklıklar artıyor. ''Mümkün değil. Bu iş ortaya birebirden çıktı. Daha önceden haberim olsaydı eğer...'' Telefonun diğer ucundaki her kimse sözünü kesmiş olmalı ki bir duraksama yaşıyor Aykut ve bundan hiç de hoşnut değil. Karanlık bir ifade oturuyor yüzüne.

İki ayrı kaş birleşmeye ant içmiş gibi yaklaşıyor birbirine karşı tarafın her kelamında. İki düz çizgi, o düzgün burna sağlam bir çizik atıyor. Burnu kırış kırış. Memnuniyetsiz herif.

''Ekrem,'' deyince Aykut, elimde olmadan iç çekiyorum. Aykut'un bezgin tavrının dışında hareketlerinden başka anlamlar çıkarmaya çalışıyorum. Başka başka duygular...

Tırnaklarını dişlemeye bir son verdiğinde bu defa elini, uzamaya başlayan kirli saçları arasından geçiriyor.

''Tamam... Tamam. Elbette, bu sevkiyatın önemi hakkında bilgim var. Ve onun, bana ne kadar güvendiğini de biliyorum.''

Tepesinde bir tutam saçını sıkıca kavrayıp fısıltılı ama etkisi sağlam bir küfür savuruyor Aykut. ''Tamam, Ekrem. İş bende. Kapat.''

Ekrem'in cevap vermesine bile izin vermeden kapatıyor telefonu ve rastgele fırlatıyor odanın içinde bir köşeye. Yılan gözler, zehrin doruklarında; fıldır fıldırken bana takılıyor en nihayetinde. Varlığım, hiçlikmiş gibi hissetmeme ramak kala...

Saniyeler içinde yanımda bittiğinde buzdan bir parçayı andıran elini, ateşler içinde yanan alnıma yerleştiriyor. ''Yanıyorsun,'' diyor sanki çok şaşırmış gibi. Biraz da pişmanlık tadıyorum dile gelişinde. Hüzün kaynaklı bir pişmanlıktan ziyade yanlış zamanlama pişmanlığı bu.

Zaten hasta olmanın eşiğindeyken soğukluğunu iliklerime kadar hissettiren küvet cezası, hemen etkisini gösterecek zamanını bulmuştu. Tüh...

Aykut, sıkıntılı bir iç çekip diz çöküyor. Boyu boyuma dengeli artık. Yattığım yatakta huzursuz bir kıpırdanış sergiliyorum. Hareketlerimi dikkatle inceliyor. ''Seni bu halde nasıl bırakabilirim ki ben?'' Ortaya atılan soruyu cevaplamaya gönüllü ruhum. Öyle heyecanlı ki... Bedenimse pek bir halsiz, gıkı çıkmıyor.

Beni bıraksa burada tek başıma. Kurda kuşa değil de tek başınalığa yem olsam. Hastalık, ne güzel bir bahane olurdu. Bir o kadar trajikomik.

Adım olurdu, ölü.
Adım artık onların gözünde gerçek bir ölü.

Pembe dışında bir giysi? Bembeyaz... Bir kefen.
Belki de bu zamana kadar uzandığım en huzurlu yatak... Bir tabut.

Gerçekliğin yükünden kurtulduğum, ahlemin büyüsünden arındığım ve nihayet benliğimi hissedebildiğim bir yer, bir an. Diliyorum, diliyorum, diliyorum.

Gözlerimin daldığı noktada varla yok arası fark ettiğim bir hareketlenme ki irkilmeme neden oluyor.

''Hastalıktan ölecek olsan bile bu yanımda olacak. Toparlan. Gidiyoruz.'' Toparlan... Ses tonundaki kararlılık, kızgın yağ gibi tenime sıçrayınca acıyla inliyorum. İtiraz etmek istiyorum! İtiraz etmek hakkım ama buna bile mecalim yok. Öylece uzanıyorum yatakta.

Gözlerim, rütübetin kara bulutlar gibi çöktüğü hastalıklı tavana odaklı. Gözlerim, düşüncelerimin resmedildiği tavanda bir garip lerzeye tutulmuş. Dolu dolu...

Aykut, odanın içerisinde gezinip dururken bir yandan da bir şeyler mırıldanıyor kendi kendine. Onu işitmek bile ne zorlu... Ona odaklanmak ne de yorucu...

Aylar sonra buradan, buradan çok başka bir yere gideceğim, düşüncesi içime öyle yoğun bir hissiyat yüklüyor ki damarlarımdaki ince ince çekilmeler olmasa, halsizlik tepeme yaramaz bir çocuk gibi bir oturup bir kalkmasa sevinç çığlıkları atacakmışım gibi!

Ama bedenim öyle kırgın ki... En az ruhum kadar sancılı, en az ruhum kadar acı içinde...

Aykut'un takırtısı tukurtusu kesildiğinde dikkatimi olabildiğince ona vermeye çalışıyorum. Gözlerim yangın yeri. Yanaklarımdaki ısı gittikçe artarken vücudumdaki karıncalanma da hakimiyetini koruyor.

Buzdan parça ellerini, tekrar alnımda hissedince irkiliyorum memnuniyetsiz bir tavırla. Rahat durmamak konusunda karar kılmış olmalı ki bu defa, sırtıma doğru bir yılan misali kıvrılışını hissediyorum. Vücudumdaki karıncalanma artıyor bu hareketiyle. Uzandığım yerden doğrulmama sebep olurken bir kuklayım sanki ben. Omuzlarımdaki ipler, cansız bedenime hareket katıyor.

''Bak, bu hapı içince bir şeyciğin kalmayacak.''

Aykut'un sağ kolu, belimde varlığını destek amaçlı sürdürürken sol avcu, dudak hizama geliyor. Orada minik, beyaz bir hap.

Elimi kaldırıp avucumu açmak ve hapı sahiplenmek istesem de buna takatim olmadığından, Aykut'un sol avucunun artık tamamıyla dudaklarıma temas etmesine izin vermek durumunda kalıyorum.

Sıcaktan kavrulmuş dudaklarım, minik hapı kavrayacak şekilde aralandığında Aykut'un avucundaki ter ve lerze gözüme çarpıyor. Elleri az öncekine nazaran kontrolden uzak bir titreyişle baş etmeye çalışıyor. Hap, dudaklarım arasında kaybolup yavaştan kurumaya başlayan dilim üzerinde yerini alırken Aykut, elini yumruk yapıp görüş alanımdan çekiyor.

Yersiz aceleciliğiyle ayaklanmadan evvel, başucumdaki yastığı duvara yaslayarak sırtımı da yastığa dayamama yardımcı oluyor.

MAZİNİN ANAHTARI (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin