4. Bölüm

5K 506 44
                                    

En son ne zaman böyle bir duygu kapıldığını hatırlamıyordu. Nasıl bir duygu Muhammed'in hissettiği diye sorulacak olursa, soğuk bir kış gecesi soba karşısında en yakınınla sohbet etmek kadar sıcak, uçurumun kenarından aşağı bakmak kadar heyecanlı ve ürpertici. Kendisinden hala karşılık bekleyen birinin olduğunu unutmuşcasına, uzun zaman önce unuttuğu o samimiyet ve sıcak bakışlar altınca şaşırıp kalmıştı. Kalbinin varlığı kesinleşmişti, sanki atmayı bırakmıştı ne zamandır. Sanki daha önce içi buzlarla kaplıydı da bu bakışlar eşliğinde çözülmüştü tüm buzları. Kendisine endişe ile bakan mavi gözler...cevap bekleyen mavi gözler...

"Duyuyor musunuz beni?"

Muhammet daldığı derin boşluktan gözlerini birkaç kez kırpıştırarark çıktı ve "Eee, şey..." diye konuştu ayağa kalkıp kabanına yapışmış otları temizlerken. "Şey ben, düşmedim. Uzandım sadece. İyiyim yani bir sorun yok." Üzerindeki tozları süpürmekle o kadar meşguldü ki karşısında duran kıza bakmıyordu. Aslında bakmak da istemiyor, az önceki gibi sersemleşeceğini düşünüyordu. Hatice, adamın ayağa kalkıp sağlam olduğuna emin olunca ondan iki adım uzaklaşıp, "Yanlış yorumladım kusura bakmayın. İyi olmanıza sevindim." dedi. Bir yandan da adamın aşırı tanıdık gelen çehresini nerede görmüş olabileceğini düşünüyordu. Muhammet kıza bakmamaya çabalıyorken, kız yanından birkaç adım uzaklaştığı an da kafasını kaldırıp tekrar ona baktı. Gözlerini şaşkınlıkla açıp, yanlış görüp görmediğini kontrol etti. Az önce ona bakan kızın başörtülü olduğunu fark etmemişti. "İlginiz için teşekkür ederim." Diye mırıldandı adeta. Bakmama sırası Hatice'ye gelmişti. Duruşu dik olduğu halde ayaklarının dibine bakıyor, bakışlarını kaçırıyordu. "İyi günler." dileyerek hızla Muhammet'in yanından uzaklaştı. Sebepsiz bir heyecan ve endişe kaplamıştı içini. Sahil yolunda hızlı hızlı yürürken kulaklıklarını takıp arkasında kalan adamı düşünmemeye çalıştı.

Muhammet de benzer duygular içinde giden kıza bakıyordu. İçinde daha önce var olduğunu bilmediği bir şeyler canlanmıştı adeta. Fazla düşünmemeye çalışarak bu kez banklardan birine oturdu. Buraya gelirken içini yiyen dertler ve çığlık atan duygular susmuş bambaşka bir duyguya yerlerini bırakmışlardı.

Hava iyice kararana kadar orada öylece kaldı. Düşünceleri o kadar dağınık ve bölük pörçüktü ki, hiçbirine doğru düzgün odaklanamadı. Saatler önce yanında ona bakan o mavi gözler sürekli gözlerinin önünde belirip duruyordu. "Bu kadar işimin gücümün arasında düşünecek ne kadar mantıklı bir şey buldum." diye kendi kendine kızıyordu. Göz rengi çok güzel bir maviydi, hepsi bu kadar. "Rengi miydi gerçekten seni etkileyen?" sordu kendine. "Rengi miydi, bakışlardaki samimiyet miydi?" Hayatında ona gerçek bir sevgiyle bakan tek bir kişi vardı: Feride Hanım. Ama Muhammet bu sevgi dolu bakışların karşısında kendisinin olmadığını çok iyi biliyordu. Kendi benliğiyle sevilen biri asla değildi. Herkes, sarındığı Muhammet Şadoğlu kabuğunu seviyor, o kabuğa saygı duyuyordu. Aslında kendi halini, asıl kimliğini kimsenin sevebileceğini, saygı duyabileceğini sanmıyordu. Belki de onun için en iyi olan şey, kabuğuna saklanmak ve kirli yüzünü tek bilen insandan, yani babasından başkasına yansıtmamaktı.

Arabasına binip evine varana kadar zihnini ele geçiren mavi gözlerle bakışıp durdu. Hiç hoşuna gitmeyen bu durumdan ertesi gün kurtulmayı diliyordu.

Muhammet'in hissettiği bu yeni duyguları yaşayan biri daha vardı ki, okumak için açtığı kitabın tek satırına bile odaklanamayan Hatice idi. Eline, bitmesine az kaldığı kitabını almış ancak her satırı ve paragrafı tekrar tekrar okumuştu. Sayfaların arasından kendisine bakan o şaşkın kara gözler vardı. Ayrıca o tanıdık gelen yüzü daha önce nerede görmüş olabileceğini de düşünüyordu.

AŞK-I VUSLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin