~SEKİZ~

506 22 17
                                    

Gökyüzü karanlıktan aydınlığa kavuşurken günün ilk ışıkları, Araluen Şatosu'nun pencerelerinden içeri süzüldü. Ve şatonun en üst katındaki odada, masasında oturan adamı aydınlattı.

Horace elleri başında düşünüyordu. Gözlerinin altı uykusuzluktan mosmor kesilmişti. Aklı yüzlerce kilometre ötedeki dostlarındaydı.

Will'e güveniyordu ama Galya'da neler olacağını kim bilebilirdi ki? İçindeki  korkularını ise kimseyle paylaşamıyordu. Halt ve Pauline, Redmont'a dönmek zorunda kalmışlardı. Gilan, Orman Muhafızları ile görüşmeler yapmakla meşguldü. Ve Horace, Cassandra'ya bir şey hissettirmemek için ekstra dikkatli davranıyordu. Eşi; Will ve iki genç çırağın apar topar ülke dışına çıkmasına yeterince şüphelenmişti zaten. Aslında Horace bunların hepsiyle baş edebilirdi. Onun en çok zoruna giden şey, babası gibi gördüğü ve saygı duyduğu Kral Duncan'ın katili Jimmy Fields'ın, şatoda elini kolunu sallaya sallaya dolaşmasıydı. Yaşlı adam, bir de utanmadan Cassandra'yı teselli ediyordu.
Horace işte buna dayanamıyordu. İç çekerek sandalyesine dayanan Horace'ı gerçek dünyaya döndüren şey, kapısının tıklatılması oldu. Sandalyesinde yeniden dik oturarak kendini toparlayan Horace, ciddi bir sesle:
"Girin!" diye seslendi. Ancak kapıdan giren kişiyi görünce rahatlayarak eski konumuna döndü.
"Gorlog'un sakalı adına, evlat! Bu halin ne böyle? Berbat görünüyorsun!"

Gülümseyen Horace, odasına giren  Skandiya Yüce Kontu Erak'a baktı. Onun heybetini ve sert yüzünü gören biri, onun aslında şakacı ve yumuşak kalpli olduğunu hayatta tahmin edemezdi herhalde.
"Erak, gerçekten hiç değişmemişsin. Hâlâ aklına gelen ilk şeyi söylüyorsun." dedi. Elini boşversene dercesine sallayan Erak:
"Gerçeği söylemeyip çevremdeki bazı insanlara çok iyi göründüğünü söylerim belki ama sen onlardan farklısın. Dostumun yüzünden bir sorunu olduğu belliyse direkt konuya geçiş yapmayı tercih ederim."

Horace'ın karşısındaki sandalyeye oturan Yüce Kont:
"Eeee anlat bakalım. Yeni gelin gibi süzülecek misin böyle?" dedi. Horace karşısındaki sakallı ve tecrübeli yüze baktı. Erak'ın gözlerindeki sarsılmaz güveni gören Horace derin bir nefes alıp her şeyi anlatmaya başladı.

Anlatacaklarını bitirince, Horace kendisini çok daha iyi hissetti. Erak'a dönünce onun sakalını düşünceli bir şekilde kaşıdığını gördü.
"Kesinlikle çok önemli bir mesele. Duncan'ın katilinin ben de cezalandırılmasını görmeyi çok isterim. Yalnız şu var ki Horace; Will, Cenevizalıları eninde sonunda yakalayacaktır. Senin acelen ne, anlayabilmiş değilim."

Horace Erak'ın ne demek istediğini anlamıştı.
"Ne demek istediğini anladım ancak sana bahsetmeyi unuttuğum bir şey var. Duncan'ın cenaze törenleri bitip hepiniz ülkenize döndüğünüz zaman burada yeni bir seçme olacak. Cassandra tahtın vârisi olarak yanındaki yeni görevlilere karar verecek. Ve eğer Will, zamanında yetişemezse Jimmy, Cassandra'nın başdanışmanı olacak. İşte o zaman Cassandra'yı büyük bir tehlike bekliyor. Jimmy'nin ona da bir suikast düzenletip bu suikastın başarılı olmasından çok korkuyorum."
Horace sözlerini bitirdiğinde Erak da durumu anladığını belirtircesine başını salladı. Horace'ın endişesi boşuna değildi.
"Umalım ki Will, buraya zamanında yetişsin." dedi.

*******

Horace ve Erak konuşurken yüzlerce kilometre ötede Will, kendisinden bahsedildiğinden habersiz, limana gitmişti. Şimdi ise işlerini bitirmiş, hana geri dönüyordu. Akşam çökmüştü. Geçtiği yollarda dışarıda kimseyi görmemişti. Bu soğuk havada kimse sıcacık evinden çıkmayı düşünmemişti besbelli. Hanı görünce içinde bir rahatlama hissetti. İki genç de ne kadar yetenekli olursa olsun, Will onları yalnız bırakmak istemiyordu.

Ahıra ulaşan Will, o anda bir terslik olduğunu fark etti. Sabah Çekici'yi eyerledikten sonra, Maddie'nin atı Sakar'a ve Daniel'ın atı Yıldırım'a birer elma vermişti. Ancak şu anda iki at da görünürlerde yoktu. İçine çöreklenen kötü bir şey olduğu hissine kapılmamak için direndi. Belki de ikisi atlarıyla bir yerlere gezmeye gitmişlerdi.
İki genç birlikte yarış yapmaya bayılırdı. Tabi yarışın galibi Sakar sayesinde sürekli Maddie olurdu. Will bu gibi düşüncelerle hana girdiği zaman bembeyaz bir yüzle kendisine doğru koşturan Charlie'yi görünce, kafasında sıraladığı tüm iyi düşünceler tuzla buz oldu.
"Şükür geldiniz beyim. Çok kötü şeyler oldu."
Will korkarak:
"Ne oldu, Charlie?" diye sordu.
"Maddie'yi kaçırmışlar, beyim. Daniel da peşinden gitti."
Will inanamayarak:
"Nasıl kaçırılmış? Maddie gafil avlanacak biri değildir."
Ve Charlie garsonunun Maddie'yi çağırmasından başlayarak Will'e her şeyi anlattı.

"Daniel mektubu okuduktan sonra bana San Jermen Şövalyeleri'nin nerede yaşadığını sordu. Ben de yolu tarif edince hemen toparlanıp iki atı da alarak gitti. Sanırım mektupta acele etmesi gerektiği yazıyormuş.
Çok özür dilerim beyim. Garsonumun suçu benim suçumdur. Başınıza dert açıldı bizim yüzümüzden." diyerek sözlerini bitirdi. Gerçekten çok mahcup ve üzgün görünüyordu. Will adamın omzunu tuttu.
"Hangimiz böyle bir şey olacağını bilebilirdi ki? Kendini suçlama." dedi.
Aklına başka bir şey gelmişti.
"Şu San Jermen Şövalyeleri kim peki?" diye sordu. Charlie tiksintiyle yüzünü buruşturdu.
"Üç kardeş bu şövalyeler beyim. Leon,
Adrian ve Alberto. Leon en büyükleri ve en acımasızları. Alberto ise en küçükleri. Üçünün de kılıç kullanmakta çok usta olduğunu duydum. Aslında daha önce Toskana'nın Ceneviza şehrinde yaşıyorlarmış. Ama sonra buraya gelmişler. Çiftçileri zorla tarlalarında çalıştırıyorlar. Yoksa da-..."
"Bir dakika!" diye araya giren Will Charlie'yi susturdu.
"Ceneviza mı dedin?"
"Evet beyim ne oldu? Bir sorun mu var?"
Will ise Charlie'nin sorularının hiçbirini duymamıştı. Düşmanı hafife aldıklarını şu an geç de olsa fark etmişti. Bu şövalyelerin ve peşinde oldukları Cenevizalıların dost olduklarından emindi. Besbelli takip edildiklerini fark edip bu şövalyelere giderek peşindeki Araluenlileri saf dışı bırakmalarını istemişlerdi. Emin olduğu diğer şeyse Cenevizalıların İberya yolunda olduğuydu. "Artık peşlerinden gidemeyeceğimizi bildikleri için rahat rahat gidiyorlardır." diye düşündü acı acı. Genel tabloya bakıldığında pek iyi durumda değillerdi. Maddie, daha yeni adını duyduğu San Jermen Şövalyeleri tarafından kaçırılmıştı. Oğlu Daniel ise onu kurtarmak için o acımasız adamların malikanesine gitmişti. Will ise büyük bir ikilem içindeydi. Gönlü Maddie ve Daniel'ın peşinden gitmesinden yana olsa da mantığı Cenevizalıların peşinden gitmesi gerektiğini yoksa bir daha onları bulamayacağını söylüyordu.
Will uzun uzun düşündü.
Ve bir karar verdi.

********

Daniel güneş batarken Fournier Malikanesine ulaştı. Yıldırım'ın dizginlerini çekerek malikaneye yaklaşmadan atını durdurdu. Merkezde bulunan malikane gerçekten büyüktü. Çevresinde ise çok sayıda küçük ve harap barakalar göze çarpıyordu. Bu görüntü, şövalyelerin vicdansız ve işçilerine karşı duyarsız kişiler olduklarını ortaya koyuyordu. Daniel çiftçiler için üzülse de şu an çok daha büyük sorunları vardı. Kapıya ulaştığında iki görevli onu engelledi.
"Dur bakalım. İzinsiz nereye gidiyorsun?"
"Leon Fournier ile görüşmem gerekiyor. Çok acil."
Ancak iki görevli de onu umursamadı. Sör Leon şu an çok meşgul. Yarın sabah tekrar gel."
"Anlamıyorsunuz. Acil bir durum diyorum size. Sadece iki dakika."
Sözlerinin iki görevliye de tesir etmediğini gören Daniel gerisingeri döndü. Ve ağaçlık bir yer bulup küçük bir kamp kurdu. Leon'un bilerek bunu yaptırdığını anlamıştı. Daniel'ın sabrını ve çabuk öfkelenen biri olup olmadığını anlamaya çalıştığı aşikârdı. Daniel, onun ne istediğini biliyordu ve bu kozu ona asla vermeyecekti.

Bulutlu bir sabahtı. Daniel uyanır uyanmaz eşyalarını toplayıp tekrar kapıya gitti. Akşamki nöbetçiler değiştirilmişti. İsteğini tekrar söyledi. Ve iki görevli de hiçbir şey söylemeden hemen kapıyı açtı. Daniel geniş avluya girdiğinde yağmur yağmaya başlamıştı. Genç şövalye çevreye bakındı. Yağmurun boğuk tıpırtısı dışında avlunun atmosferi insanı ürpertecek kadar sessiz ve durgundu. O anda karşıdan kâhya olduğu belli olan ellili yaşlarda bir adam geldi. Daniel'ı selamlayan kâhya:
"Sör Leon, sizi bekliyor efendim." dedi.
Kabul salonuna giren Daniel, girdiği anda gösteriş ve ihtişam kokan bu yerden hiç hazzetmedi. Ancak yüzünü ifadesiz tuttu.
"Malikaneme hoşgeldiniz, Sör Daniel."
Daniel karşısındaki adama baktı. Otuzlu yaşlarının başındaki adam, siyaha bürünmüştü. Siyah saçları ve gözleri de birleşince adam şövalyeden çok bir büyücü izlenimi uyandırıyordu.
"Adımı nereden biliyorsunuz?"
El sıkışırken sormuştu soruyu Daniel. Leon gülümsedi. Ancak gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeydi bu.
"Malikanemize gelen genç bayan sürekli: 'Daniel beni kurtaracak. Hepinizi mahvedecek!" diye bağırırken tahmin etmesi zor değildi." dedi.
"Maddie nerede?" diye sordu Daniel. Boş işlere vakti yoktu.
"Oooo demek hemen sadede gelelim diyorsunuz. Sizi sevdim Sör Daniel. Arkadaşınıza gelirsek onu görmeden önce yapmanız gereken bir, hayır bir değil iki şey var."
"Nedir onlar?" diye sordu Daniel. Cevabı az çok tahmin edebiliyordu aslında.
"Eğer arkadaşınla buradan sağ salim çıkmak istiyorsan ben ve kardeşimle düello yapıp ikisini de kazanman gerekiyor. Şartım bu." dedi Leon Fournier.

*******

GÖLGELERİN EFENDİSİ - TAHTIN VÂRİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin