“İner inmez arıyorsun beni. Saatte bir İstanbul’un resmini çekip atıyorsun bana...” Esin işaret parmağını dudaklarına götürüp, düşündü birkaç saniye, bana vereceği diğer tembihleri. Söyleyeceği şey her ne ise, ki ben hiç hayra alamet görmüyordum yüzündeki o ışıltıyı, parmaklarını şıklattı. “Bir de bulduğun ilk yakışıklıyı öpüyorsun İstanbul’da.”
Demiştim. Hayra alamet ve Esin aynı cümlede kullanılamazdı. Kullanılırsa da olumsuzluk bildiren bir ek olmalıydı fiilin sonunda. Tıpkı benim az önce kurduğum cümle gibi.
Gözlerimi devirip, çektim onu kendime. Her ne kadar ağzından çıkanların yüzde doksan dokuz nokta dokuzunu duymasa da, duysa da önemsemese de, Esin benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi ve… Onu çok özleyecektim. Tıpkı diğerlerini özleyeceğim gibi… Ve İzmir’i tabi… Ve… Ve babamı… Her ne kadar ilk fırsatta beni başından atmayı tercih etmiş olsa da, o benim kan bağım olan tek insandı. Kan bağım olan ve umurumda olan diye düzeltmeliyim.
Esin’le sarılmamız yaklaşık beş bin dakika sonra bitince, ayrıldık. Ellerimi tutup yüzüme buruk bir gülümsemeyle baktı. O burukluk bana ne kadar değer verdiğini anlamama yeterdi. Esin hemen burukluğu umursamazlıkla değiştirince, ben de sıradaki “vedacı”ya geçme vaktimin geldiğini anladım.
Evet, veda ettiğim insanlara hitap ederken kullanmak için bir kelime ürettim: "vedacı".
Egemen’di sıradaki. Bana o çok bilindik, genç kızların içini yakıp kavuran gülümsemesiyle bakıyordu. Neyse ki ben ona ve gülümsemelerine bağışıktım.
Kollarını iki yana açıp, içlerine yürümem için kafasını aşağı yukarı, “gel buraya” dercesine salladı. İsteğini ikiletmeden yaptım. Bir daha ne zaman görüşeceğimiz belli olmadığı için Egemen’e bile sarılmak bir sorun teşkil etmedi o an zira Egemen’e sarılmak yılana sarılmaktan farksızdı normal zamanlarda ama bu normal zaman değildi. Bu olağanüstü haldi…
Bana içine sokmak istercesine sıkıca ve candan sarıldıktan sonra, kollarını gevşetti ve ben de aralarından çektim kendimi. Ellerini omuzlarıma koydu ve sanki bana nasihat verecekmiş gibi gözlerime baktı ama ben Egemen’i nasihat etmek bir yana nasihat kelimesinin anlamını bile muhtemelen bilmediğini bilecek kadar iyi tanıdığım için kendimi fazla umutlandırmadım.
“İstanbul’dan bana bir kız düşürürsün artık…” Kaşlarını yukarı aşağı, imalı imalı oynatıyordu.
Gözlerim devirdim ve bir omzumu elinden sıyırıp yumruk attım koluna hafifçe. Tabi ki karşımdaki Egemen olduğu için hemen olayı abarttı. Haykırıp diğer eliyle vurduğum kolunu ovuşturmaya başladı. Vurmuş sayılmazdım bile…
“Aaaa! Kırdın, kırdın!” diye inledi ama dudaklarındaki yarım gülümseme onu ele veriyordu.
“Abartma. Kolunu… Sıvazladım sadece…” Sırıttım. Son sırıtmalarımdı bunlar ve o yüzden bu son sırıtışlara haklarını verecektim. Egemen de bana eşlik etti. Birkaç saniye öylece güldük birbirimize.
Sonra ben ne olduğunu anlamadan biri ya da bir şey beni sağıma doğru çekti. Aha, dedim bir an. Kafamda kurduğum uzaylılar hikayesi gerçek oldu. Fakat dengemi kaybetmeme sebep olan ama kollarının arasına çektiği içinde düşmemi engelleyen “şey”in aslında bir şey değil, insan olduğunu fark ettim. Canberk… Bir eli kafamda, kafamı göğsünde sabitleyecek şekilde, diğer eli ise sırtımdaydı.
Ben de kollarımı onun beline dolarken aklımdan geçen şey ne yazık ki “Canberk bir uzaylıdan daha kötü aslında” idi ama yine de hayatımın kocaman bir bölümünde yer alan biriydi ve bu belki de ona son defa sarılışımdı. İşte tam da bu sebepten bütün gücümü verdim kollarıma. Belki beş dakika, belki saniyeler sürdü sarılmamız ama ikimizin olduğu sahneler gözlerimin önünden geçti bu süre boyunca. Hayatımın belirli bir dönemini burnumdan getirmiş olsa da, kötü anılar nedense o an beynimin kilitli odalarında saklı kaldı. Vedalaşmanın gereği miydi yoksa o kötü anıları unutmuş muydum sonunda bilmiyordum ama bildiğim tek şey, o an hep yüzümüzün güldüğü zamanların gözümün önünde belirdiğiydi. Belki de böylesi daha iyiydi. Eğer Canberk’i son görüşümse bu, onu iyi hatırlamak istiyordum. En iyi arkadaşlarımdan biri olarak... “Eski sevgiliden arkadaş olmaz” lafımı bana afiyetle yediren biri olarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUZUR
Teen Fiction"Yanaklarını tokatlayacak rüzgara hazır ol!" diyerek salıncağın arkasına koştum. Vücudumun tüm ağırlığını kollarıma verdim ve kollarımı da salıncağa dayadım. İttim. "Daha hızlı salla, Huzur!" Salıncak zaten hız kazandığından sallamak kolaylaşmış...