Artık parktan ayrılma zamanı geldiğine karar verdiğimizde saat 3'tü. Bira şişelerini çimenlerin üstünde bırakmaya gönlüm razı gelmemişti. Bitenlerin hepsini poşetin içine tıkıp, bitmemiş olanı da kafaya dikmiştim. Asla ziyan etmezdim. Bulut kadar sağlam içemesem de, yarım tuborg'la da kafayı bulacak kadar acemi değildim.
Son bir tane açılmamış bira kalmıştı. Onu da dar zamanlar için saklamaya karar verdim.
Bulut beni parkın çıkışında bekliyordu. Ona çok çişim geldiğini, iki dakika ağaçların arasına gideceğimi söylemiştim. Bitmemiş birayı gömmeye gidiyordum halbuki. Ya beni erkek sanıyordu, ondan inanmıştı çiş yalanına; ya da alkolun hala kanında dolaşmasının etkisiydi o.
İlk bulduğum çöp kovasına poşetin içindekileri boşalttım. Boş poşete de açılmamış birayı yerleştirdim. Elimdeki poşetin nereden çıktığını, içinde ne olduğunu umursamayacağından emindim. Biralarına olan aşkı çoktan sönmüştü.
"Nerede kaldın?"
"Uygun yer bulmaya çalışıyordum." Omuz silktim.
Kaşları havalandı. "Hangi ağacın dibine işeyeceğine mi karar veremedin yani?"
"Kesinlikle." Kafamı hızla ve inançla aşağı yukarı salladım.
Yorum yapmadı.
Yürümeye başladık.
"Taksi bulabilir miyim acaba?" Kendi kendine konuştuğu belliydi ama tabii ki monolog olmasın diyalog olsun dedim bendeniz ve dahil oldum konuşmasına.
"Bu saatte bulacağın tek taksici seni 'götürmek' isteyen taksici olur." İstanbul'un bu saatlerde diğer yüzünü gösterdiğini bir İzmir'li olarak ben bile biliyordum.
"Nereye götürmek isteyen?"
Beş şişe tuborg extra arkadaşlar, mazur görün onu.
"Evine." Açıklama zahmetinde bile bulundum.
"Tamam ben de evime gitmek istiyorum zaten."
Karnımı tuta tuta güldüm. Taksici kendi evine götürmek ister demek istemiştim ama anlayana... Anlam veremediği halde sormadı.
Kurda kuşa ex enişteyi yem edecek değildim. "Sen bence taksi falan kasma bu saatte. 'Sevda anne'nin evinde kal."
Lütfen kal. Lütfen, evdeki kurtla kuşla tek başıma kalmak istemiyorum.
Kuşlar, Ahmet Bey Abi'yle, sevgili "annem" oluyordu; kurt ise Selim. Hem böylece bankta yatma olayından da yırtmış olurdum. Benim gibi mental açıdan gazi olan bir insanın, onun gibi mental açıdan gazi olan bir insanın varlığını hissetmesi iyi olurdu. O evde bu şekilde kalabilirdim bence.
Sizce?
Bu arada telefonum on yedi kere çalmıştı. Üç farklı numara tarafından aranmıştım. Kim olduklarını bilmesem de tahmin ettiğimden, açmamıştım hiçbirini. Ya "annem" idi ya da konuşmak istemediğim başka biri. Sakın evde denemeyin. Anne babanızın telefonlarını açın siz.
Beni arayan numaralara teker teker, üşenmeden "İyiyim, Bulut'la birlikteyim. Döneceğim ama babama haber verirseniz yüzümü Paris'ten size atacağım fotoğraflardan görürsünüz. Kaçar giderim, şakam yok. Bays" yazıp, mesaj atmıştım. Bulut kartını oynamam, peşimi bırakmalarını sağlamıştı. Gerçi Bulut şu an pek sağlam pabuç degildi ama bunu onların bilmesine gerek yoktu.
"Yatak var mı evde?" Bulut'un sesi düşüncelerimi böldü.
Beyin hücreleri hala tam anlamıyla kurtulamamıştı alkolün etkisinden, sorduğu soruya bakarsak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUZUR
Teen Fiction"Yanaklarını tokatlayacak rüzgara hazır ol!" diyerek salıncağın arkasına koştum. Vücudumun tüm ağırlığını kollarıma verdim ve kollarımı da salıncağa dayadım. İttim. "Daha hızlı salla, Huzur!" Salıncak zaten hız kazandığından sallamak kolaylaşmış...