7.Huzur

40 6 2
                                    

Etrafıma bakmamaya özen göstererek –İstanbul’a göstermeyeceğim mode on- arabanın ön koltuğuna yerleştim. “Annem” ve Selim’le arka koltukta birbirimize değerek oturacak halim yoktu. Kendimi arabanın üzerine bağlayıp, o şekilde yolculuk etmeyi tercih ederdim. Ya da hiç yolculuk etmemeyi. Burada kalmayı böylece… Fakat sonra düşününce “bura”nın Aslı’nın az önce cenaze namazının kılındığı caminin önü olduğunu hatırladım ve arabaya binmenin en mantıklı karar oldunu anladım. Çünkü ben Bayan Mantık’ım.

Bu arabanın ön koltuğu babamın arabasının ön koltuğundan bayağı farklıydı. En büyük fark; rahat olmasıydı. Ve deri....

Emniyet kemerimi takıp, kucağımdaki ellerimi incelemeye koyuldum. Sürücü koltuğuna birinin binmesi ve arabayı çalıştırması tırnaklarımdan daha ilgi çekici gelmedi. Mezarlığa varana kadar, yol eğer ev ve cami arası kadar uzun sürseydi, boynumun tutulmasına sebep olacak şekilde başım eğik durdum.

Araba uygun bir yere park edilirken, “annem” Selim’le hıçkırıklara boğulmadan ya da yarı baygın bir halde, boş gözlerle uzaklara dalmadan iletişime geçecek kadar kendine gelmişti. İlaç etkisini göstermeye başladığından ya da etkisini ilk yapıldığından bu yana biraz yitirdiğinden…

Arabadan indiğimde kafamı önümdeki manzarayı(!) görebilecek kadar kaldırdım. Beyaz mezar taşlarının üstündeki siyah yazılar adeta toprağın altına gömülü insanlarıın hayatındaki en kara gün gibi parlıyordu gün ışığında. Aslı o insanlardan biri mi olacaktı şimdi?

Geri sendeledim. Eğer ileri bir adım daha atarsam, mezarlığın koyu yoğunluğu beni nefessiz bırakacakmış gibiydi. Arabanın yan tarafına çarpana kadar geriledim. Kafamı delice iki yana sallayıp, Aslı’nın, uzun zaman önce gördüğüm bir fotoğraftan hatırladığım kadarıyla yüzünün ve “annem”in ve babamın fiziksel özelliklerinin birleşimi olan bedeninin, buradaki bir mezar taşının sahibi olacağını düşüncelerimden uzaklaştırmaya çalıştım.

“Ben gelmiyorum” dedim yanımdan geçen kişi her kimse. Beni tanımayan, Aslı için gelmemiş, sadece sokaktan geçen biri bile olabilirdi. Etrafımın ve gerçekliğin çok farkında değildim o an.

“Anahtarı al ve arabada bekle o zaman.”

Elime tutuşturulan anahtar, aklımda bir fikir belirmesine neden oldu ve diğer iğrenç düşünceleri uzaklaştırdı. Arabaya binip İzmir’e dönmek...

Kafamı salladım kendimi onaylarcasına. Ehliyetim vardı. On sekiz yaşıma girer girmez almıştım ve babamı, arabasını kullanmama izin vermesi için ikna etmiştim bir kaç kere ama sadece bir kaç kere... Fakat bu, o an hiç de önemli değildi. İlk defa sürücü koltuğuna oturacak olsaydım bile o arabaya binerdim.

Birinin geleceğinden ve benim ilk, belki de son şansımı elimden alacağından korktuğum için koşarak sürücü koltuğunun kapısına gittim. Kendimi içeri atmamla arabayı çalıştırmam bir oldu ama sonra koltuğun ve aynaların benim için uygun pozisyonda olmadığını farkedip, bir an paniğe kapıldım. Biri kapımı açıp, “sen hayırdır” diyerek beni ilk/son çaremden çekip, uzaklaştıracaktı sanki.

Paniklemenin, uzun zamandır ilk defa araba sürecek birinin yapacağı en büyük hata olduğunu akıl edip, kendimi sakinleştirdim. Koltuğu ileri çekip, dikiz aynasını ayarladım. Yan aynanın benim tarafımda olanını, camı açarak manuel olarak düzelttim. Tahmin ediyordum ki, bir düğme vardı yan aynalar için ama benim o düğmeyi arayacak zamanım yoktu; yani diğer yan ayna, Allah’a emanetti.

Birinin bağırdığını duyduğumda, emniyet kemerimi bağlıyordum. Ölmemek için alabileceğim her önlemi almalıydım tabi.

Sesin geldiği yöne doğru dönünce, o kişinin bana seslendiğini anladım. Mezarlıktan çıkıyordu. Gizlemeyi başardığım panik en üst seviyede geri geldi. Kalbim göğüs kafesim dışında her yerde atıyor gibiydi. Kulaklarımda, beynimde... Elim ayağım birbirine dolandı ve arabanın nasıl kullanıldığı aklımdan uçup gitti.

HUZURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin