Erkekler bahçede takılırken bayanların sesi mutfak ve salondan taşıyordu. Sokak kapısı ardına kadar açıktı ve giren çıkanın haddi hesabı yoktu. “Annem”in tarafını tanımıyordum daha önceden de dediğim gibi ve bu insanlardan bazılarının akrabam olduğunu bilmek, beni garip bir şekilde soyutlanmış hissettiriyordu. Akrabalarımın içinde aitlik duygusuyla sarmalanmam gerekirdi halbuki.
Su içmek için mutfağa gittiğimde, iki elime tutuşturulan iki tabak helvaya bakakaldım. Anne yaşlarında bir bayan başka bir tabağı daha hazırlarken ben tabakları inceledim. Üçüncü tabağı da bana vermek için döndüğünde ellerimin dolu olduğunu, yerimden kıpırdamadığımı anladı.
“Helvaları bahçeye götür de yenilsin.”
Kafamı kaldırıp yüzüne soran gözlerle baktım. O da bana daha dikkatli bakınca yüzünü soru işaretleri doldurdu. Aslında kafamızda sorularla birbirimize bakmak yerine dile getirsek o soruları, her şey daha kolay olabilirdi.
“Sen… Sen…”
Kaşlarım havaya kalktı. Beni tanıyordu belli ki.
Akraba alarmı!
Uzaklaş, uzaklaş.
“Sen Huzur’sun.”
“Ta kendisi.” Kafamı çabucak yukarı aşağı salladım. Dudaklarım çizgi halini almıştı. Gönüllü olmadığım ama bana verilen görevi yerine getirmek için harekete geçecektim. Bütün bu tavırlarım iletişime girmek istemediğimin işaretiydi ama hanımefendi jest ve mimikleri pek bilmiyor olacak, konuşmaya devam etti.
“Ben senin teyzenim.”
İşte bunu beklemiyordum. Donakaldım olduğum yerde. Bu bayanın “annem”in kız kardeşi olduğunu öğrenince aralarındaki benzerlikleri de görmek zor olmadı. “Annem” gibi ve benim gibi burnu küçük ve kalkıktı. Yüzümde en beğendiğim şey burnumdu ve bunu borçlu olduğum ama hiç tanımadığım anneanneme müteşekkir hissettim kendimi bir anda.
Teyzem olduğunu söyleyen bu kadının gözlerinin yeşili, evdeki diğer herkes gibi olayların ağırlığından dolayı renginin canlılığını kaybetmişti. “Annem”in ve babamın gözleri kahverengiydi ama benimkiler yeşildi. Teyzem olduğunu öğrendiğim bu kadınla yeşil genini taşımamız ve benzer burunlara sahip olmamız o an bulabildiğim tek ortak noktamızdı. Oysa ki teyzemi çok iyi tanıyor olmalıydım, sık sık görüşüyor olmalıydık, nelerden hoşlandığını biliyor olmalıydım. Hatta belki de arkadaş gibi olmalıydık. Teyze yeğen ilişkisinden de mahrumdum.
“Adınız neydi?” Evet, teyzemin adını dahi bilmiyordum. Benim için üzülmeyin ama çünkü ben kendim için üzülmedim hiç. Onlar için üzüldüm. Beni tanımak için çabalamayan bu insanlar için üzüldüm. Beni kaybeden onlardı. Aslı onlara yetmişti ve "bir Huzur vardı onu da bir tanıyalım" dememişlerdi. Ben çok küçüktüm, o yüzden herhangi bir fikir beyan etme şansım yoktu o zamanlar. Büyüklerin benim yerime karar verdiği dönemlerdi. Tam olarak bu yüzden hepsi ama hepsi, dıdısının dıdısı bile suçluydu bu kopmada. En çok “annem” ve babam tabi ki... Fakat babamı bu sebepten kendimden asla uzaklaştırmadım çünkü tek ailem oydu ve onu da kaybedemezdim ama bu, bu konuda yanlış yaptığını düşünmediğim anlamına gelmiyordu.
“Annem”in hatası onunkinin bin beş yüz katıydı elbette. Bir kere anne içgüdüsü denen bir şey var. Bu şey, ilk çocuk için geçerli diğerlerini at gitsin diye bir durum yok. Bu içgüdüyle benimle görüşmeye devam etmeli, benim hayatımdaki yerini sabitlemeye çalışmalıydı boşanmanın ardından. O ise aksine, bağları tamamen koparmış ve “anne” tarafından akrabalarımla da kopmamda etkili olmuştu. Tabi ki bu teyzem olan kişi ve herhangi bir şeyim olan diğer kişiler, “annem”den etkilenmemeliydi ama tercihlerini o yönde kullanmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUZUR
Teen Fiction"Yanaklarını tokatlayacak rüzgara hazır ol!" diyerek salıncağın arkasına koştum. Vücudumun tüm ağırlığını kollarıma verdim ve kollarımı da salıncağa dayadım. İttim. "Daha hızlı salla, Huzur!" Salıncak zaten hız kazandığından sallamak kolaylaşmış...