"Annem" tekrar evlenmişti. Babamla aradığını bulamamış, ondan boşanmış ve başka biriyle evlenmişti. Üstelik o kişiyle on yedi yıldır evliydi. Bu demek oluyordu ki, babamla eksik ya da fazla olan ne varsa, Ahmet Bey abiyle tamdı. Babamla ne kadar mutsuzsa, Ahmet Bey abiyle o kadar mutluydu. Babamla ne kadar anlaşamıyorsa, Ahmet Bey abiyle o kadar anlaşabiliyordu. Babamı ne kadar sevmiyorsa, Ahmet Bey abiyi o kadar seviyordu...
Bunun benim içime oturması saçma mıydı bilmiyordum. Babamı ilgilendiren bir konu olduğu için benim içerlenmem, gereksiz bulunabilirdi. Belki de hakikaten gereksizdi. Beni ilgilendiren kısmı, "annem"in benimle görüşmek istememiş olmasıydı ve içerleneceksem buna içerlenmeliydim ki içlerlenmiştim çokça. Anne baba arasında olan anne baba arasında kalır sonuçta.
"What happens in Vegas stays in Vegas" demiş Amerikalılar.
Bunlar hep Amerika'nın oyunu zaten...
Bütün gün ebeveynlerimin boşanması, Bulut'un Aslı'yı bir ölü olarak kabul etmemekte ısrar etmesi, Selim'in imalı cümleler sarf etmesi gibi ana düşünceler ve bunlardan türeyen; iki evladın bile Sevda-Galip Uluhan'ın Sevda Yüksel –Ahmet Bey abinin soyadının Yüksel olduğunu, faturalardan birinde görmüştüm- ve Galip Uluhan olarak ayrılmasını engelleyememesi, Bulut'un salıncakta ciğerini zorlayarak Aslı'ya aşkına haykırması gibi ikincil düşüncelerle boğuştum durdum ve bunu yaparken Aslı'nın odasında, Aslı'nın yatağındaydım. Hava kararana kadar odanın bir ruha ait olduğu aklımın ucundan dahi geçmedi fakat karanlık bastırıp, dolayısıyla gündüzün aydınlık yüzünü de bastırılınca, odada tek başıma durmam imkansızlaştı neredeyse.
Paranoyak gibi etrafıma gergin bakışlar atmaya başladığımda anladım ki odadan çıkma vaktim çoktan gelmişti. Arkamdan bir kovalayan varmış ama aramızdaki mesafe fazla olduğundan henüz koşmama gerek yokmuş gibi aceleci adımlarla kapıdan dışarı attım kendimi. Aynı anda soldaki odanın da kapısı açıldı ve kapı aralığında beliren kişi bana, Aslı'nın odasında "yüzyıllık esaret mode on" şeklinde yaşasaydım da o kapıdan çıkmasaydım detirtecek tek kişiydi.
"Annem"di...
Her zamanki gibi bir irkildim, geriledim.
"Isırmaz korkma."
Konuştu!
Benimle konuştu!
Ne yapacağım şimdi?
Ne yapılır bu durumda?!
İç sesim cevap verebilirsin mesela diye ortaya bir düşünce atınca, uygulamaya karar verdim.
"Doğru, ısırmaz, terk eder." Yanından uzaklaştım ve Selim'in odasına girdim.
Vay, vay, vay.
"Annem"e de laf soktum ya, bence bütün sorunlarımız çözüldü.
"Girebilirsin tabi."
Kapıyı çalmadan girmeme tepkisiydi o Selim'in.
"Bir daha laf sokunca, yüzünün aldığı şekli görmeden arkamı dönüp gitmeyeceğim." Kendi kendime konuşuyordum. Yatağın dibine çöktüm. "Annem"in yüzüne bile bakmadan Selim'in odasına dalmıştım. Şimdi ise meraktan ölüyordum yüzünün ne hal aldığını. Madem İstanbul'a gelmek zorunda bırakmıştı beni, bunlara da katlanacaktı.
"Benim mi? Hangi ara laf soktun bana acaba? İçinden sokuyorsun da dışından mı söyledim sanıyorsun?" Yüzüne anlayışlı, "bu da geçecek" diyen bir ifade yerleştirip bana baktı.
Gözlerimi devirdim. "Sana değil. Genel olarak. "Annem"le karşılaştım da az önce." Omuzlarımı silktim, önemsizleştirme çabası içinde, halbuki o an amorti kazandığım anki kadar sevinmiştim içimden, "of, bu laf sokumu ders olarak öğretilmeli" diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUZUR
Teen Fiction"Yanaklarını tokatlayacak rüzgara hazır ol!" diyerek salıncağın arkasına koştum. Vücudumun tüm ağırlığını kollarıma verdim ve kollarımı da salıncağa dayadım. İttim. "Daha hızlı salla, Huzur!" Salıncak zaten hız kazandığından sallamak kolaylaşmış...