"Günaydın..."
Ahmet Bey Abi'nin benimle konuştuğunu, hatta su almak için girdiğim mutfakta olduğunu algılamam normalden fazla zaman aldı. Dün gece saat 3'ten beri ayaktaydım. Fiziksel ve mental olarak yorgundum. Fazlasıyla yorgun olmama rağmen uyumaya çalışmak çok zahmetli bir eylemdi çünkü düşüncelerin, kafanızı yastığa koyduğunuzda bir festival geçidindeymiş misali akmak gibi bir huyları vardı.
"Günaydın." Göz teması kurmadan cevap verdim.
"Erkencisin..."
"Soru mu yoksa olanı dile getirmek mi?" Terslemek olarak adlandırılamayacak ama pek de sevimli olmayan, ara sıcak bir tarzla konuştum, kendime su doldururken.
"İkisi de." Kızgın ya da bozulmuş bir hali yoktu. Alınganlık çekecek modda olmadığımdan, Ahmet Bey Abi'nin tavrımı sorun etmeyen haline minnettar hissettim.
"Uyuyamadım." Kısaca sorusunu cevaplayıp, mutfaktan çıkmak için onun sağında kalan çıkışa yöneldim. Tezgah-masanın yüksek sandalyelerinden birinde oturmuş, bir dilim ekmeğin üstüne reçel sürmekteydi.
Çıkmadan aklımda beliren soruyu sormaya karar verdim. Ona dönmeden çıkışta durakladım. "Bu evde kahvaltılar 9 buçukta edilmiyor muydu?"
"Haftasonları, evet. Hafta içi herkes aynı saatte çıkmadığı için evden, beraber kahvaltı etme şansımız olmuyor."
Reçel sürmeyi bitirdiğini anladım çünkü kıtır ekmekten bir parça kopardığını duydum. Hafızamı yoklayıp hangi gün olduğunu çözmeye çalıştım.
Pazartesiydi. Tam bir hafta geçmişti bu şehre geleli.
İstikametime varmak için yukarı çıktım fakat henüz Aslı'nın odasına girmek istemediğimi fark edip, Selim'i rahatsız ederek, azıcık modumu yükseltmeye karar verdim.
Kapıyı çalmadan içeri daldım. Bu günlerden birinde yanlış bir pozisyonda yakalayacaktık birbirimizi ama henüz gerçekleşmediği için öyle bir şey, kapıyı çalmak gibi bir görgü kuralına uymamıza gerek yoktu.
Selim'i, üstünde ince bir pikeyle uyuduğunu görünce uykusunu bölmeye karar verdim. "Uyandırma servisi..." Ben uyuyamadıysam, o da uyumasın idi. Benim uyuyamamamda hiçbir payı olmaması, cezasını ödemeyeceği anlamına gelmiyordu. Adaletsiz bir dünya burası...
"Geceki kavganızdan uyuyamadım zaten. Git başımdan..." diye mırıldandı.
Dikkat kesildi kulaklarım. Kapıyı kapatıp, yaklaştım yatağa. Duymuş muydu? Odalar yan yanaydı fakat duvarların ses geçirdiğinin farkında değildim. O kadar da sessiz konuşmuştuk halbuki ama yakalanmıştık yine de.
Yakalanmak diyince, kötü bir şey yapmışım gibi içimin ezildiğini hissettim bir an. Kendimi toparlayıp, o duyguyu aklımın kapalı kutularından en derindekine kilitledim. Ben kötü bir şey yapmamıştım. Ben hiçbir şey yapmamıştım!
"Geceki kavgamız? Kimden bahsediyorsun?" Saf gibi atlayıp, kabul edecek değildim. Ne bilip bilmediğinden emin olmalıydım.
Neyi saklama ihtiyacı hissediyordum ki? Yanlış bir şey mi yapmıştım?
Sakin olur musun, Huzur?
Kendine gel.
Sorun yok.
Sen saklayacak bir şey yapmadın.
"Sevdiği kadın"ın kız kardeşini öpenler düşünsün!
Sus, aklından bile geçirme bunu bir daha.
Ne yapıyoruz?
Olmamış gibi davranıyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUZUR
Teen Fiction"Yanaklarını tokatlayacak rüzgara hazır ol!" diyerek salıncağın arkasına koştum. Vücudumun tüm ağırlığını kollarıma verdim ve kollarımı da salıncağa dayadım. İttim. "Daha hızlı salla, Huzur!" Salıncak zaten hız kazandığından sallamak kolaylaşmış...