Saatler geçiyor. Benim dudağımdan akan kan, Veda'nın boynunda kuruyor. Sahi, mabedim kanla kaplanıyor. Umursamadan acıyan dudaklarımı saçlarına bastırıyor, şakaklarına sürtüyor ardından çenesinde duraksatıyorum. "Ağlama," diye fısıldıyorum ama göz yaşlarımdan yanaklarımdan akıyor. O an, acıdan değil Veda'nın acısından ağlıyorum. Tüm geç kalmışlıklarda yok oluyorum. Ben o an, bu adamla geçireceğim sayılı saatlerin hesabını yapıyorum.
"Veda'm," diye inliyorum.
"Ağıt," diyor. Koca adam, kollarımda küçülüyor. Vefa Alabora'nın oğlu, kollarımda yeni doğmuş bir bebek gibi içli içli ağlıyor ve göz yaşları göğüs oluğuma bir nehir kuruyor.
Dudakları boynuma yaslı, yuvası belliyor orayı. Öpüyor, içine çekiyor kokumu. Sanki ezbere biliyor boynumun sokaklarını. Her bir caddeyi, tenha rüzgarları içi dışı kokan o sayfaları. Yerlere göklere sığdıramıyorum o dudakları. Gökyüzünün tadı mı var, yoksa toprağın ölüm sireni mi? Bir gün, diyorum. Özgürlüğümün son zerresini harcadığım gün.
"Biri gelecek," diyorum ama asıl endişem bu değil. O gidecek ve ben ağlayacağım. Ruhum çıkana, ruhumdan can kopana dek ağlayacağımı biliyorum. Bir yandan başım dönüyor, dünya sanki içimde bir yerlerde hareket halinde oluyor.
"Gelsin," diye inliyor. "Gelsin ulan. Gelsin, hepsi gelsin. Şu dudağından akan kana deva olamayan bir adamım ben. Hak ediyorum her şeyi."
Sessiz bir yakarış dil buluyor dudaklarında. Eğiliyorum. Bir parça, diyorum kendime. Sadece bir parça. Ve dudaklarımı dudaklarına örtüyorum. Öpüşüm o kadar kuvvetsiz ve acı çekercesine oluyor ki. Göz yaşlarımızın tuzlu tadı birbirine karışıyor. Dudaklarımda bir ağıt, ben bu adamın acısını içiyorum.
Önce şaşırıyor. Karşılık veremiyor fakat ellerim kollarını sıkar ve başımın dönmesini dindirmeye çalışırken Veda, dudaklarımın yaralı kısmını büyük bir hassasiyetle öpüyor. Sarılıyor, sarmalıyor. "Ağıt," diyor. "Güzeller güzeli, adına destanlar yazılasıca kadın."
Gülümsüyorum ama bu gülüş kısa sürüyor. Bedenimde çıkan morluklardan birkaçına sanki iğneler batırıyorlar. Halsizim, ruhsuzum ve bir de, başım ağrıyor. Kötüleşeceğim, belli. Veda bunu fark ediyor. Endişesi okyanusta kaybolan bir balığın endişesi kadar hassas. Elleri yüzümü kavrıyor ve ateşime bakıyor. "Ağıt," derken sesi acı dolu. "Yanıyorsun. Nasıl hissediyorsun, kötüsün. Kötüsün görüyorum. Allah kahretsin! Asker, asker! Ağıt Olgun hastaneye gidecek!"
Veda yerden kalkıyor. Üzerini başını silkeliyor. Gözlerini siliyor ve beni kucaklıyor. Ellerim yere değiyor, yere sürünüyor. Bir zamanlar bedenimin süründüğü topraklar, şimdi parmaklarımın ucunda yer alıyor. Bir adam beni kollarında tutup yokluğuma yokluk katıyor. Gözlerim kapanacak gibi oluyor. Karnım şiş, gözlerim bulanık görüyor ileriyi. Veda bağırıyor. Veda, inliyor. Veda, canhıraş, tüm koğuşu birbirine katıyor. Recep pis pis gülüyor. Dudaklarında bir sigara, benim acıma mutluluğu ile karşılık veriyor. Ama önemsemiyorum. Şu an kollarında olduğum adam, her şeyi telafi ediyor.
Beni bir arabaya bindirdiklerinde Veda arabanın arkasındaki sürgüyü çekiyor ve arabayı kullanan askerin bizi görmesine engel oluyor. "Uyuma, sevdiğim." Diyor. Bu bana ilk lakap takışı oluyor. Sessiz bir gülümseme, dudaklarımda taklalar atıyor. "Uyuma güzel Ağıt. Uyuma. Kapama gözlerini ne olur."
Miskin kokusunu burnuma dolduruyor ve içime çektiğim portakal kolonya kokusu bana geçmişimden bir kesit sunuyor. Ellerimde kolonya, Veda'nın babası bizim evde. Veda ve annesi de orada. Kolonya tutuyorum, ellerimde bayram şekeriyle. Yüzümde bir neşe, o an her şeyden habersiz o küçük kızım. Ayaklarımda babamın bayramlık niyetine aldığı kırmızı pabuçlarımla koşuyorum.
Veda'nın sesi beni kendime getiriyor. "Hızlı sür, asker!" diye bağırıyor. "Bilincini kaybediyor!"
En sonunda hastaneye varıyoruz. Kollarında tuttuğu bedenim sallana sallana içeriye giriyor ve bir sedyeye koyuyorlar beni. Sedyeye koyuyorlar fakat bilmiyorlar ki benim ruhum bu sedyeye sığmaz. Öyleyse ne yapacaklar beni? Ruhumu iyileştirmeyecek mi bu doktorlar? Sanırım, hayır. Öyleyse ne gerek var aciz bedenimin yaşamasına? Benim kırığım ruhumda. Çok incittiler ruhumu. Çok burktular ruhumun ayaklarını. Ve şimdi sakat kaldı ruhum. Koşamıyor, karşılayamıyor bayramları. O penceredeki saksılar, şimdi başıma düşüyor.
"Neyi var?" diyorlar. "Kanser," diye fısıldıyor Veda. "Sürekli ağrıları nüksediyor. Ne olur dindirin acısını. Ne olur!"
Bağırıyor. O öyle bir bağırıyor ki hastane inliyor ve kırık ruhum bile hazır ola geçerek ona itaat ediyor.
Sessiz bir iç çekiş, dudaklarıma süzülüyor. Elleri nerede? Ellerini istiyorum. O son güçle fısıldıyorum. "Veda," diyorum. "Tut elimi. Verme beni onlara. Özgür bırak beni. Gökyüzüne."
"Bırakmam," diye fısıldarken, elleri titriyor. Koca adamımın elleri titriyor. "Bıraksam ben ölürüm. Ve ben öyle bencilim ki bu ölüme dayanamam, Ağıt."
İletişim için:ask.fm/gokyuzukokan.
Facebook grubumuz:Gökyüzünden Hikayeler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADIN
Short StoryBir kadın özgürlüğünü teslim etmiş. Bir adam, kadını gökyüzünde asılı bulmuş. O gün bugündür, gökyüzü hep özgürlük kokmuş.