DÖRDÜNCÜ AĞIT.

9K 1.3K 414
                                    

Kelebek birkaç saat özgür hissetsin diye kozasından çıkarmış onu Tanrı. Ardından bir gün vermiş ona. Çünkü bu dünyada özgür hissetmek, sadece bir gün mümkünmüş. O gün de bugünmüş. Benim doğum günümmüş. Yanlış anlaşılma olmasın, doğum günüm bugün değil lakin ben bugün yeniden doğuyorum bir adamın ruhunda. Ben bugün yeniden olgunlaşıyorum Ağıtlarımı gülüşlere, vedaları hoş geldinlere çeviriyorum.

Ellerimi demir parmaklıklara uzatıyorum ve küf kokan demirlerin elimi kesmesine müsaade ediyorum. Bir kan akıyor parmağımdan. Ardından parmağımı biraz daha sürtüyorum ve kan hızlanıyor. Kan akışan bir şekilde yere damlarken parmaklıklardan uzaklaşıyorum ve yine mide bulantımı bastırmak adına ellerimle bir faydası olmayacağını bildiğim halde karnımı tutuyorum.Sessiz bir inleme, dudaklarımı sarsarken başımı geriye atıyorum ve kirlenmiş saçlarımı acımla kavlanmış duvara sürtüyorum. Mektup hala koynumdaydı. Onun el yazısını taşıyan bir şeyin tenime bıraktığı o sükunetin tanımı olmazdı. Veda'm dokunmuştu bu kağıda. Nice ağıtlar yaksam, nice dağlar devirirdi ağıtlarım. O yüzden sorun yoktu.

Yemek saatine az kalmıştı. Birazdan görecektim güzel adamımı. Birazdan görecektim tıraşlı yüzünü, kazıttığı saçlarını, dudağının kenarındaki benini ve gözlerinden iki santim aşağıda duran yara izini. O yarayı okşamak, parmaklarımla sarmak istemem sahi, sevdama sevda katar mıydı?

Katmasa da önemli değildi çünkü bu sevda, ah bu sevda bana yetiyordu.

Parmağımdan akan kan, bir gölet oluşturmuştu yerde, kirli zeminde. Yavaşça gölede dokunup sol elimin de kanlanmasını sağlıyorum. Ellerimde kan vardı fakat bu kan kesikten akan kan deği. Bu kan, ruhumun kanıydı. Ellerimde kanın kokusu, ben bir katildim.

Ben, geçmişimde unuttuklarımın katiliydim.

Kapı açılıyor birden. Ellerinde tepsim, Veda içeriye giriyor. Bu görev onun değil ama beni görmek için yapıyor, biliyorum. Kapıyı kapatıyor. Kapatmadan yine aynı şeyi tekrarlıyor. Bu bize zaman kazandırıyor. "Ağıt Olgun'un ilaçlarını getirin!"

Demir kapıyı kapatıyor, tepsiyi önüme koyuyor. Sanki tepkimi ölçmek için yüzüme bakıyor. Gözleri yumuşuyor. O ölü bakışları, bir anda canlanıyor. Sarmaşık misali sarıyor etrafımı. Dudaklarıma dolanıyor bakışları. Sarıyor, sarmalıyor. Sardıkça, kanatıyor.

"Ağıt," diyor. "Can alıcı bir ağıtsın sen. Ölüm gibi aniden gelen."

Ölüm diyor. Yüzüm düşüyor. Sahi, kaç günüm kaldı? Belirsizlik beni boğuyor. Bir okyanusa koyuyor. Ayağıma bir demir bağlıyor, demir beni dibe çekiyor.

"Veda," diye inliyorum. "Veda..."

Adını söylemek hoşuma gidiyor. Söyledikçe dilimde bir acı kıvrılıyor. Beni okyanusta daha da dibe çekiyor. Ama ben derini de, soğuğu da severim. Bilmiyor mu?

"Okudun mu?" diye soruyor. Cevap veremiyorum. Başımı sallıyorum. Bir şey dememi bekliyor. Ona yalvaran bakışlar atıyorum. "Beni anla!" diyorum bakışlarımla. Sessizce yakınıyorum ama o bakmaya devam ediyor. "Veda," diye tekrar ediyorum. "Ben hiçbir gidişi, hiçbir elvedayı bu kadar sevmedim." Diyorum.

Bir gülüyor ki sanki yüzüne yıldırım düşüyor. Hem aydınlanıyor, hem de büyük bir sarsıntıya kurban gidiyor. Ellerimi uzatıyorum. Ama ellerim kanlı. Ellerimi tutuyor. "Ne oldu?" diyor. Omuz silkerken ben, tutuyor parmaklarımı. Kurumuş kanı kazıyor elleriyle. Elleri nasırlı, canım acıyor. Ama bu adam biliyorum ki ne yaralarımı öper, ne de yaralarımı dindirir. Bu adam alır tüm acılarımı. Dibine kadar kazır. Sırf bir daha canım acımasın diye.

"Kanadı."

Susuyor. Sanki benim ne demek istediğimi anlıyor. Ellerimi bırakıyor sonra. Cebinden bir zarf çıkartıyor ve ellerime tutuşturuyor. "Sakla," diyor. "Gece oku. Yine geleceğim, Ağıt."

Başımı hızla sallıyorum. Sonra...sonra dudaklarını alnımda hissediyorum. Başımı acımla kavlanmış duvardan ayırmadan gözlerimi ona çeviriyorum. Bakıyorum, sahi gerçek miydi? Sakallarının pürüzü, dudaklarının dokunuşu, nasırlı ellerinin yanaklarımda gezinişi gerçek miydi? "Evet," diyor zihnimdeki. "Evet, gerçekti."

Sonra ayağa kalkıyor. Tüfeğini sıkıca yapıştırıyor üzerine. Kaşlarını çatıyor kendi kendine. Hani diyor ya şarkıda, "Bir gülüşün var ki kaç çatar gibi." İşte benim Veda'm da böyle. Tam olarak böyle.

Kapı açılıyor. İçeriye asker giriyor. İlaçlarımı veriyorlar elime. "Ye," diyor Veda kısaca ve çıkıp gidiyor.

Ben geceyi bekleyemiyorum. Mektubu açıyorum. Hızla.

"Ağıt," diye başlıyor mektubunun ilk satırı.

"Burada herkes beni izliyor. Tek bir hatam ile beni göndermeye çalışıyorlar. Anam bekliyor. Babam bekliyor. Eve dön diyorlar. Ama kalıyorum. Sırf çıkacaksın, bir gün bu delikten kurtulacaksın diye bekliyorum. Bu sana yazdığım ilk satır. Ben yazmayı bilmem. Konuşmayı da. Öyle güzel sözler de edemem. Ama Ağıt, dudaklarım yokluğunda bir sigaraya ağlar. Gidişinde bir veda ölür. Hani diyordun ya yakacak mısın bir ağıt diye, işte ben bin ağıt yaksam da sönmez o vedanın acısı."

Sorularınız için:ask.fm/gokyuzukokan.

Facebook grubumuz için:Gökyüzünden Hikayeler.


GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin