Ben bir intihara teşebbüstüm.
Başlı başına. Beni sevmek intihara teşebbüstü. Saatli bomba gibiydim mesela. Dokunduğunuzda, kablolarımla oynadığınızda size zarar verebilirdim. Benim sokaklarım ıssızdı. Üzerine bastığınız topraklarım kurak, gökyüzüne uzanan ellerim kanlıydı. Ben, bir azadı bekleyen o tutuklu zanlıydım. Ve beni sevmek, intihara girişmek, ölüme seke seke gitmek veya kendini asmaktan farksızdı.
Güneş doğuyor yavaştan. Işık kurak topraklara vuruyor. Veda'nın gözlerinden bir parça mavi çalsam, sahi kuraklığı gider mi topraklarımın? İçim taşsa mesela, biraz su da bulunur mu ruhumdan çıkanlar arasında? Bir hastane odasında uyanıyorum. Bahsettiğim güneş ışınları camdan gelmiyor. Veda'nın altın sarısı saçları, benim güneşim oluyor. Ufukta bir yerlerde hareket ediyor. İçim kıpırdıyor. Kucağıma verdikleri acının çoğu, ağlamaya başlıyor. Bir şeyler kırılıyor, bir şeyler dökülüyor, etraf çok karışıyor. Veda, ellerimden tutuyor.
"Uyandı," diyor. Dudakları gergin. Odada bir doktorla olduğunu çok geçmeden anlıyorum. Tüfeği hala üzerinde. O ruhu, kendine zimmetlediği o görevi hala üzerinde ama buna rağmen ellerimi tutuyor. Elleri terli, ıslak ve titriyor. Bir adam benim avuçlarımı kavrıyor ve elleri titriyor. İnanılmaz gelen bu şey, bana bir an olsun acımı unutturuyor.
"Nasıl hissediyorsun?" diye soruyor doktor. "İyiyim," diyorum ama o an iyi olmakla uzaktan veya yakından alakam olmadığını biliyordum. Fakat sırf Veda üzülmesin, bir parça daha canı yanmasın diye susuyorum. İyi olduğumu söylüyorum. Hem bana ruhen mi fiziken mi iyi olduğumun ayrımını yapmamı istemediler. Şu an adamım yanımda ve ben ruhen iyiyim. Kendimi böyle avutuyorum sorumsuz düşüncelerime karşın.
Doktor dudakları gergin bir şekilde bana bakıyor. Gözleri kara, gözleri geceden kara. Ellerinde bir şey tutuyor. Tuttuğu şey benim ölüm fermanım, biliyorum. "Çok zamanı yok," diyor kısık bir tonda ve Veda ellerimi sıkıyor, tırnakları avucumu acıtıyor. Dişlerini sıkıyor, keskin bir soluk onu ondan çalıyor.
"Ne kadar?" diyor Veda. "Ne kadar, doktor?"
Doktor susuyor. Sustukça içimizdeki yaralar peydahlanıyor yeniden bir ağıtın kucağında. Ağıtlar acıların, acılar yaraların, yaralarsa vedaların çocukları bu hikayede. Gayrimeşru bir çocuk, bir acı, o kadar da sorun olmuyor bizim satırlarımızda.
Veda, biraz daha boğuk bir sesle, "Doktor!" diye bağırıyor. "Doktor söyle!"
"Belki aylar, belki haftalar. Bu hastalığın öyle kindar ve ketumdur ki, kimse bilemez."
Sonra odadan çıkıyor. Veda diz çöküyor önümde. Dudakları elimin üzerine kapanıyor. Öpücüklere boğuyor tenimi. Sonra saçlarımı geriye atıyor fakat o esnada bir tutam saç, ellerinde kalıyor. Saçlarım, güzel saçlarım dökülüyor. Farkında mısınız? Sessiz bir yalvarış nidasıyla Tanrı'ya tutunduğum her saniye, avuçlarım biraz daha kaşınıyor. Parmaklarım, tutunduğum parmaklarım birbirinden ayrılıyor.
Saçlarıma bakıyor, ellerinde tuttuğu saçlarıma. Bir damla göz yaşı üzerinde damladığında, sahi ben de sevilecek bir insana dönüşür müyüm? Kurbağa prens gibi, ben de baştan yaratılır mıyım?
"Olsun," diyorum. Sesim kırık. "Sen beni her halimle kabul edersin. Saçlarım olmasa da ruhum var benim. Tamamını da sana adadım güzel adam. Ne olacak saçlarım dökülüyorsa?"
Dişlerini biraz daha sıkıyor ve içimden bir parça daha kopuyor. Beni benden koparan ne varsa Tanrı'ya havale ederken buluyorum kendimi. İçim de dışım da yok oluyor yavaş yavaş. "Ağıt," diyor Veda. Sesi o kadar kısık ve bulanık ki suya düşmüş gölgesini bile göremezsiniz sesinde.
"Ağıt!" Öyle bir hıçkırıyor, öyle bir sarsılıyor ki omuzları. Göz yaşları gözlerinin ucundan akıyor. Çaresiz bir adamın avuçlarında tuttuğu bu kadar kin, fazla değil mi? İçimdeki kırık ve kopuk kelimelerin uçlarını birbirine bağlayıp gökyüzüne salıverirken bir de dilek diliyorum. "Ne olur," diyorum. "Canı çok yanmasın benden sonra. Ama ne olur Tanrım, bencilliktir fakat aşık da olmasın benden sonra."
"Ağıt ya ben..." Küçük bir çocuk gibi burnunu çekiyor. "Ya ben seni sevdiğimi söyleyemezsem sana..."
İşte ben o an, o son an kırılıveriyorum. Tüm direncim kırılıyor. Kırılıyor, kırılıyor, kırılıyor ve kendimi ona sarılırken buluyorum. Öyle delice bir ağıt ki bu, ilk defa bir vedaya ihtiyaç duymuyor. "Söyle," diyorum. "O halde söyle sevdiğini. Bırakma umuttan yoksun beni. Bir parça yaşama muhtacım. Ama eğer söylerse dudakların azadımı, işte o zaman bir parça ölüme muhtaç olurum ben."
Omuzlarımı sarıyor. Dudaklarını bastırıyor, öpüyor içine çekiyor. Sonra kokuma bulanıyor. Kokuma sığınıyor. Orada bir ev, bir yuva kuruyor. Çatı katında biz, bizim duygularımız, orada barınıyor. Oda güzel kokuyor. Oda, benim gibi kokuyor.
"Söyleyemem," diyor. "Söylersem gidersin."
"Ya gitmezsem?"
"O halde sonsuza dek söylerdim."
"Veda," diyorum.
Sonra dudaklarımı açıp onu öpüyorum. Öpüşlerimin arasına sıkıştırıyorum. "Seni seviyorum." Ve bu aşkımıza vurduğum ilk mühür oluveriyor.
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin.
Çok sever, çok öperim.
Bu bölüm bir değişiklik yapıp multmediaya şiir ekledim, umarım hoşunuza gider.
![](https://img.wattpad.com/cover/83448362-288-k481966.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADIN
ContoBir kadın özgürlüğünü teslim etmiş. Bir adam, kadını gökyüzünde asılı bulmuş. O gün bugündür, gökyüzü hep özgürlük kokmuş.