Saat kaç, bilmiyorum.
Güneş ufukta. Küçük demirli penceremden görebildiğim kadarıyla, şafak sökmüş. Bir kuş, penceremin önüne tünemiş. "Gelme," diye fısıldıyorum ona. "Özgürsün işte. Gelme buraya." Sanki beni duyabilirmiş gibi ötüyor ve uçuyor. Kanatları hızlı bir şekilde gökyüzüne bir mahkumun hayallerini çizerken midem yine bulanıyor. Kusmak istiyorum. Ama eğer kusar da ortalığı berbat edersem bağıracaklar. Beni güneşsiz bir odaya koyacaklar. Bir de üstüne üstlük ağıtlarımı duymayacaklar. Kapımda bir adam dikiliyor. Sesi buraya geliyor.
Gelme.
Gelme.
Gelme.
Sonra midemde ne varsa boşaltıyorum. Aslında dün yediğim ekmeğin bir parçasını dışarıya boşaltmak istemezdim ama dayanamıyorum. Yine gelecekler, yine bağıracaklar. Vuracaklar. Atacaklar. Kusuyorum. Kan kusuyorum.
Kapı aniden açılıyor. Ruhumdan bir ilmek sökülüyor. Alıyorlar onu. Ruhum boş kalıyor. Ruhumu doldurun diyemiyorum. Kim dolduracak sahi? Kapımdaki on sekizimde gördüğüm adam mı? Hayır, hayır.
Kapı kapanıyor. İçeri Veda giriyor. Kaşları çatılmış, dudakları aşağıya kıvrılmış. Ah ne de güzel bakıyor. Bala çalıyor gözleri. Baldan daha bir tatlı. Acıdan daha bir acı. Tüfeğini sıkıca kavrıyor. Yere çökmüş bedenime bakıyor. "Kalk," diye emrediyor. Sesi yumuşak, fakat emri acımasız. Kalbim çarpıyor. Kalbim neden çarpıyor? "Atasını öldürmüş, kalbi atmasın!" diyenlere inat neden kalbim böyle hızlı çarpıyor? Susuyorum. Sustukça, konuşuyorum. Konuştukça, ben ölüyorum.
Kalkıyorum. Yerde kanla karışık kusmuk lekelerine bakıyor ve utangaç bir çocuk gibi gözlerimi yere dikiyorum. "Hastaneye," diyor Veda. Bileklerime bir kelepçe geçirip kolumu tutuyor. Üzerimde kısa kollu tişört kirli. Utanıyorum. Acaba o benden iğrenir mi?
Veda bileklerimi tutuyor ve kapıdaki görevliye beni teslim ediyor. Hücrenin kapısını kapatıyor. Beni götürüyorlar bu mahkum olduğum dört duvar arasından. Penceremdeki kuşu hatırlıyorum. Onu çağırmak istiyorum. "Bir saatliğine özgürüm!" diye bağırmak istiyorum. Ama ben, celladımın kollarında, bir ölümün yolunda seksek oynuyorum ve bundan haberim bile yok.
Arabaya bindiriyorlar. Bir tarafımda Veda, öbür tarafımda çirkin bir adam oturuyor. Nefesi iğrenç kokuyor. Oysa Veda hep kolonya kokar. Portakallı kolonya. İçimi çekiyorum. Kokusunu içime çekiyorum ve ciğerlerime fısıldıyorum. "Bir nebze de akşama bırakın."
Araba çakıllarını saydığım yolda hızla ilerlerken ben gökyüzüne bakıyorum. Hayalime bakıyorum. Cennetin ön gösterimine bakıyorum ve Allah'a yalvarırken buluyorum kendimi. Penceremden gördüğüm gökyüzünün maviliği gerçek mi diye kontrol ediyorum. Sonra parmaklarımı avcuma bastırıp kısa kesilmiş tırnaklarımla bir çizik açıyorum avcuma. Kaderimin yazılı olduğu tenime.
Bir çizik daha.
Bir çizik daha.
Yolda kimse konuşmuyor. Dudaklarımı aralayıp onlara yalvarabilirim. Özgürlüğümü isteyebilirim. Fakat onlar sadece kan akıtmayı bilirler. Ama Veda...Ah, Veda. Ruhuma çektiğimin sürgünün kilidi parmakların arasında ama haberin bile yok.
Ufukta akan nehirlerde yüzen hayallerim, şimdi gökyüzüne uçurtma olmuş; haberim yok.
Zaman geçip gidiyor. Akıyor, durmuyor. Mürekkep bitiyor. Benim hikayem bitmiyor. Yazar, kanını mürekkep yapıyor. Öyle yazıyor. Belki de onca acının sebebi budur. Belki de bir kan, bunlara sebep olmuştur. Yolda giderken tekrar midem bulanıyor. Yere eğiliyorum. Kusacak gibiyim.
İçim dışıma çıkmış, tüm kirim akmış. Midemi tutmaya çalışıp yere eğiliyorum ve portakallı kolonyanın kokusu burnuma geliyor. Veda, beni tutuyor. Kulağıma fısıldıyor. "İyi misin?"
Ben o an iyi oluyorum sanki. Ölüyor fakat bir nebze de gerçekliğe sürükleniyorum. Ben, ölümün kollarında, celladımın parmaklarına muhtaç kalıyorum. Cevap vermiyorum. Bir mahkumum ben. Cevap veremem, yasaktır, günahtır derler bizim orada. Midemden çekiyorum elimi. İleriye doğru gitmeye kalktığımda Veda duraksatıyor beni. "İyi misin?" diyor. Kalbimdeki ölü kuşlar kanatlarını öyle bir çırpıyorlar ki sanki onlar da yaşamak için mücadele ediyorlar. Veda diye bağırmak istiyorum. Beni böyle görmesin, bana on sekizimde baktığı gibi bakmasın istiyorum. Ona "Ben suçsuzum!" diye haykırmak istiyorum. Ama sadece patlamış dudağımı yalıyor ve başımı sallıyorum.
Gidiyoruz.
Beni bir odaya alıyorlar. Başımda Veda. Bir doktor geliyor. Yaşlı bir kadın. Yardım çığlıklarımı duyuyor musun, doktor? Öldür beni doktor. Öldür beni. Celladımın kollarına ver beni ve öldür, bu izbe acıdan kurtar beni.
Doktor test yapmak istiyor. Sonuçların yarım saate çıkacağını söylüyor ve beni Veda Alabora ile baş başa bırakıyor. Bu sefer korkmuyorum. Bakıyorum yüzüne. Ezberlemeye çalışıyorum her bir hattını. Dudakları ince. Asker tıraşı olmuş. Gözleri ölü bal. Baldan tatlı. Berrak. Sanki bir kuyuya düşmüşsünüz ve bu kuyu yapraklarla dolu. Ben o kuyuya düştüm ama kimse bana yüzme biliyor musun diye sormadı. Yine de dizlerimde kan, ruhumda küstüm çiçeklerimle yüzdüm ben Veda'nın bal berrak sularında.
"İyi misin?"
Veda üçüncü kez soruyor. Bu sefer gözlerimi yakalıyor gözlerinde. Cehennem, sanki Araf'a biraz daha yaklaşıyor. Cevap vermek için dudaklarımı aralıyorum ama bir sıvı, dudağımdan çeneme kayıyor. Kan, akıyor. İşte ben o zaman fark ediyorum. Benim zamanım yok. Benim acım taze. Benim adamım burada ve ben ölüyorum.
Veda hızla öne atılıyor. Parmakları çenemi tutuyor ve kanı parmağı ile siliyor. "Doktor!" diye bağırıyor. "Doktor!"
İnanabiliyor musunuz? Veda bana dokunuyor. Elinde tüfeği, zihninde ölümsüz düşünceleri ve sert, nasırlı parmaklarıyla Veda dokunuyor. İğrenmiyor benden.
İğrenmiyor.
İğrenmiyor.
Kollarımı ona dolamak istiyorum.
Ama cevap neydi?
Zaman yoktu.
Kimse gelmeyince Veda, "Doktor!" diye kükrüyor. "Doktor!"
Kapı açılıyor. Kadın içeride. Bana bakıyor ama gözlerim odağını kaybetmiş. Bir şeyler söylüyor. "Kritik," diyor. "Hasta." Gülmek geliyor içimden. Ona bakmak ve bunun farkında olduğumu söylemek istiyorum. Ama biliyorsunuz, ben o an ölmekle meşgul oluyorum.
Beni yatağa doğru itiyor kadın. Koluma serum takarken ellerimdeki kelepçe çözülüyor. Ama peki ya ruhumdaki, onu kim çözecek? İşte anahtar, yanı başımdaki adamın ellerinde. Elim hızla öne atılıyor. Veda'nın elini yakalıyor. O esnada, adamımın sert yüzü, öyle kaskatı kesilmiş ki...Okşamak, dokunmak, parmaklarımı kazıttığı saçlarında gezdirmek istiyorum. Ama yapamıyorum. Ben serumun etkisiyle uykuya dalmadan önce fısıldıyor.
"Ölme, Ağıt. Henüz değil, lütfen."
Bölümler böyle kısa olacak diye tahmin ediyorum. Zaten pek uzun soluklu olmayacak gibi geliyor.
Sorularınız için:ask.fm/gokyuzukokan.
Facebook grubumuz için:Gökyüzünden Hikayeler.
![](https://img.wattpad.com/cover/83448362-288-k481966.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADIN
Storie breviBir kadın özgürlüğünü teslim etmiş. Bir adam, kadını gökyüzünde asılı bulmuş. O gün bugündür, gökyüzü hep özgürlük kokmuş.