Parça ile okumanız tavsiyemdir: Peter Gabriel - My Body is a cage
Basit bir cümlenin ardına, bin duyguyu sıkıştırıyorum. Sıkıştırdığım her duygunun ucunu birbirine bağlayıp zihnimdeki dilek ağcına bağlıyorum. Bağladığım ağaç kenara doğru her kaydığında, dileğim her toprağa değdiğinde, ölüm biraz daha yaklaşıyor bana. Dert etmiyorum bunu. Benim kocaman bir dünyam, bu dünyanın içinde de boyumu aşan bir çınar ağacım var. Ağaca yasladığımda sırtımı, dizginleyemediğim duygularımı, salıverdiğimde toprağa özgürlük kokuyor bu dünya.
Hastanede iki gün geçiriyorum. İlaçlarımın dozu artıyor, sanırım acısız bir ölüm planlamaya çalışıyorlar benim için. Oysa bıraksalar kollarına beni Veda'nın, acı değil; dünya yansa umurumda olmaz.
Sözcüklerim taşıyor içimden. Onunla her dakikayı, "Seni seviyorum," diyerek harcamak istiyorum. Kuşları kanatlandırmak, gökyüzüne özgürlüğün resmini çizmek istiyorum. Ama ben, bunun için yoruluyorum.
Veda elimden tutuyor, beni arabaya bindiriyor. Suskun. O, hep suskun ama ilk defa dudakları bu kadar birbirine bastırılmış. İlk defa acısı bu kadar belirgin. Dudakları altında ezdiği kelimeler ilk defa bu kadar görülebiliyor. O, ilk bir şeylere veda ediyor. Belki bana, belki hiç var olmamış biz'e veda ediyor o. Gözlerimde yaş, kalbimde eskimiş bir şarkının nakaratıyla biniyorum arabaya. Ellerimdeki morluklara dikiyor gözlerini ve nasırlı parmakları yaklaşarak parmaklarımı okşuyor. Dokunmaktan korkuyor. Sanki ölümüm onun ellerinden olur diye korkuyor ve korka korka dokunuyor teni bana. İçimdeki sessiz acıya boyun eğiyorum. Ve suskunluğun mürekkebini buluyorum dudaklarıma. Acı. Çok acı.
Fakat çok geçmeden konuşan o oluyor. "İzin ver," diye fısıldıyor. Sesi o kadar çok titriyor ki başımı çevirip yüzüne bakmaya korkuyorum. "Seni buradan kaçırmama izin ver. Son günlerini beraber geçirelim, izin ver."
Sessizce iç çekiyorum. Yapamazdım. Ben dört duvar arasında doğmuş, bir hücrenin kenarında elimde onun mektuplarıyla ölmek istiyordum. Kollarında ölürsem biliyordum ki ölüme onu da çağıracaktım. Biliyordum ki kollarında ölürsem gittiğim yerde o kolları arayacak ve Tanrı'ya bana onu vermesi için yalvaracaktım. Fakat bu, saçmaydı. İnsan sevdiğini ölüme çağırmamalıydı. Ben bunları düşünür ve kendime eziyet ederken utanmaz, arsız bir yağmur damlası camımıza çarpıyor. Belki de bu bir işaretti. Tek bir damlada, binlerce mana var.
"Olmaz," diyorum. "İsteme benden bunu."
"Neden Ağıt, lanet olsun. Neden?"
"Çünkü ben...ben gökyüzünün altında ölmek istemiyorum. Zihnimde öldüm çoktan. Şimdi de bir iskemleye oturmak ve küçük penceremden gökyüzünü izlemek istiyorum. Seni mahvetmek istemiyorum. Kollarımda mektuplarınla, satır aralarındaki bir virgülün mezarına sığınmak istiyorum."
Sessizliği dikiyor dudaklarına. Ve bir kaktüs yeşeriveriyor sessizliğinde. Elimi uzattıkça dikenleri her dokunuşumda ellerime batıyor. Ürkütüyor. Korkutuyor. Ama cezp ediyor. Kendimi o an hiç olmadığım kadar yorgun ve her şeye uzak hissediyorum. Elimi uzatsam, tutamayacak gibi, tutsam da tutsak kalacak gibi...
Araba yolculuğu uzun sürüyor. Ya da bana öyle geliyor. İçimde kopan başak taneleri çığlık çığlığa mezarlarını arıyor. Birisi kaybolmuş, birisi esir düşmüş, birisi hürriyeti uğruna aç midelerde yer almış. Ama hiçbiri, ayrılığa engel olamamış. Araba duruyor. Veda, ellerime kelepçeleri geçiriyor ve beni arabadan indiriyor. O kelepçeler sadece ellerime değil, aynı zamanda ruhuma da geçiyor. Veda ne zaman beni tutsak etse bu mahkumların adresine, içim içimden kopuyor.
![](https://img.wattpad.com/cover/83448362-288-k481966.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADIN
Short StoryBir kadın özgürlüğünü teslim etmiş. Bir adam, kadını gökyüzünde asılı bulmuş. O gün bugündür, gökyüzü hep özgürlük kokmuş.