Çok yorgun hissediyorum. Öyle yorgun hissediyorum ki hücrenin temiz tarafına bile gidemeyecek, mektubu saklayamayacak kadar yorgunum. Ellerim acıyor, kesikten sızan kan kuruyor. Bir damla gürültüye muhtaç zihnim. Öyle sessiz, öyle acı dolu ve can alıcı bir şekilde kıvranıyorum ki dudaklarımı yarsa bir ağıt, peydahlansa dudaklarımın Veda kokan kıyılarında hiç ses çıkartmam, acı duymam gibi hissediyorum. Burada olmak istemiyorum. Burada onunla olmak istiyorum.
Mektubu defalarca okuyorum. İçimdeki kan, öylesine deli bir şekilde akıyor ki yüreğime, yüreğim nefessiz kalıyor. Adına acı diyorlar ama ben adına Veda diyorum. Benim koynumda beslediğim sızının tek adı Veda olabilir. Nam-ı diğer acıdır adı.
Besliyorum yalnızlığımı ve dem vuruyorum yokluğuna. Biraz daha kıvrılıyorum kanımla kurumuş yere, pas kokuyor her yer. Bu kanımdan mı geliyor yoksa ruhumdan mı, tahmin etmek zor.
Sonra kadeh kaldırıyorum mahkumluğuma. Ruhumun eli kırılmış, kadehi tutarken dudaklarına cam sıçrıyor. Ruhum susuyor. Ruhum suskunlaşıyor.
Dışarıya bakıyorum küçük aralıktan. Gece oldu çoktan. Ama gelmiyor Veda. Söz vermişti, gelecekti. Neredeydi?
Mektubu çıkartıyorum. Bir kez daha okuyorum. Oradaki kelimeleri içime çekiyorum. Onun dudaklarına sızan bir sigara olmak istiyor ve dudaklarını ölümüm gelene kadar içmeliyim diyorum. Ben sanırım boğuluyorum.
Veda, seni seviyor, diyor içimden bir ses. Bayram gününe uyanan o çocuk gibi, cumhuriyet ilan edildiğinde sokaklarda koşabilen o kadın gibi ben de mutlu olabiliyormuşum demek ki diye düşünüyorum. Öyle ki mutluluktan ciğerlerim patlayacak, bir balon gibi söneceğimi hissediyorum fakat daha sonra keskin bir sancı karnıma saplanıyor ve inleyerek yuvarlanıyorum. Yanağım sert zeminin pürüzlü yüzünde dönüyor ve yerdeki pürüzlerin yanağımı çizdiğini hissediyorum.
Daha ne kadar kanayacağım, diye Tanrı'ya soruyorum.
Ve kapım açılıyor.
İşte o zaman kanamanın önemli olmadığını anlıyorum. Önemli olan dizleri yaralı bir şekilde koşabilmekti. Önemli olan şuydu ki, siz bin kere ölseniz, bir kere yaşıyordunuz ve bu bir kerenin tadını çıkartmak işte tam olarak kanamanızı önemsiz kılan şeydi. Kan ölümdü. Fakat yaşam, koşabilmekti.
İçeriyi sadece ayın ışığı aydınlatıyor. Veda adımlarını temkinle yanıma yaklaştırıyor. Demir kapıyı kapatıyor. Tüfeğini kenara çıkartıyor. Gözlerimin ucuyla seyredebiliyorum onu ancak.
Üzerinde hala forması var. Üzerinde hala, o ruhu var. Ay ışığının düştüğü yüzü o kadar masumane ki. O kadar...o kadar başka ki. İçim kırılıyor ona baktıkça. Benden beni söküyorlar. Benden bana bir şey bırakmıyorlar bu adamın yüzüne baktıkça.
Yerde kıvrıldığımı görüyor ve yanıma kıvrılıyor. Yanağını o da soğuk zemine yaslıyor. O da kanımın kuruduğu yere baş koyuyor ve gözlerini gözlerime dikiyor. "Okudun, değil mi?" diyor sessizce. Bir eli saçlarıma uzanıyor, gözümün önüne düşüp beni rahatsız eden o tutamı çekiştiriyor. Yanağıma doğru uzanıyor ardından eli. Sıcacık elleri. Ölüm gibi.
"Hoş geldin, Veda." Dudaklarım bariz ironi karşısında ilk defa bu kadar güçlü kıvrılıyor.
"Seni buradan çıkartacağım."
Başımı iki yana sallıyorum ve kuşku kokan vaadiyle beraber gözlerimi kırpıyorum. Ona inanmamam gerektiğini biliyorum. Ben buradan çıkamam. Önümde yıllar, aylar ve saniyeler olduğu müddetçe, sabırsız ruhum elbet dinginleşecek ve ölüme kollarını dolayacak.
![](https://img.wattpad.com/cover/83448362-288-k481966.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADIN
Historia CortaBir kadın özgürlüğünü teslim etmiş. Bir adam, kadını gökyüzünde asılı bulmuş. O gün bugündür, gökyüzü hep özgürlük kokmuş.