Gece gelmiyor. Gündüz alabildiğine kararıyor o gelmediği vakitlerde. Yağmur yağıyor kurak topraklarıma. Ve sessizlikle ıslanıveriyor yapraklarım. İçe bükülüyor küstüm çiçeklerim. Küsüyorlar, konuşmuyorlar. Onların sessizliği çok gürültülü. Küstüm çiçeklerinin hiç konuştuklarınızı duydunuz mu? Ben duydum. Ama lütfen aramızda kalsın, olur mu? Duvarlar bugün konuşuyor. Aralarında fısıldaşıyor ve parmaklarıyla beni işaret ediyorlar. Duvarlar bugün sessizliği ceplerine sıkıştırıyorlar. Duvarlar bugün beni çok kırıyorlar.
Duvarları izlerken yine, ellerim saçlarıma takılıyor. Parmaklarım saçlarımın arasından geçiyor ve bir tutam yavaşça ellerime dökülüveriyor. Biraz daha tutuyorum saçlarımı. Bir tutam daha dökülüyor parmaklarımın uçlarına. Bir dilek dileyip üflesem, Tanrı bağışlar mı hayatımı?
Eşikte kalan ruhumun sırtını sıvazlıyor ve geçmeyecek baki acılarımız karşısında dudaklarımı birbirine bastırıp iç çekiyorum. Böylelikle kendime karşı verdiğim mücadelede bir kere daha galip çıkmaya çalışıyorum.
Müziği özlediğimi fark ediyorum alakasız bir düşüncenin ağlarıma takıldığını hissederek. Parmaklarım kemanın tellerine hasret, dudaklarım bir şarkının nakaratında takılı kalıyor. Kaşlarımı çatıyorum. Ve Veda'yı bekliyorum. Dün gece gelmeyişine kafayı yormuyorum. Belki işi çıkmıştır diye düşünüyorum. Penceremden dışarıya bakıyorum. Gökyüzü bugün her zaman olduğundan daha karanlık. İçimin pencerelerini kapatıveriyorum hızla. Perdeleri çekiyorum buzlu camlarımın üzerine. Gözlerimi kapatıyorum içerden.
O esnada kapım açılıyor. Yemek saati henüz değil fakat gözlerim hızla içeriye kimin gireceğine bakıyor ve Recep pisliği demir kapıyı kapatarak elindeki tepsiyle içeri giriyor. "Küçük orospu," diyor dişleri arasından. Tepsiyi bir kenara bırakıyor. Adımları güçleniyor. Adımları neden bu kadar çok güçlü diye düşünmeme fırsat vermeden elleri saçlarıma dolanıyor ve başımı duvara vuruyor. Bir kere, iki kere, üç kere, dört kere, beş kere!
"Söyle," diyor. "Yatıyorsun değil mi onunla? Tek kurtuluş biletin için yatıyorsun değil mi onunla?"
Başımı dik, dudaklarımdan akan kanla beraber başımın zonklamasını düşünmeden üzerine tükürüyorum. Tükürüğüm yüzünden aşağıya kayıyor ve boynunda yer ediniyor. Bu benim kendi kendime başlattığım direnişimin ilk basamakları oluyor.
Benimle alıp veremediğinin ne olduğunu bilmiyorum ama canımın acısı, tüm bu bilinmezliklerin içinden beni kopartan yegane şey oluyor. Karnıma bir yumruk yiyorum. Eğilip bükülüyorum. Midemdeki birkaç zeytin ve ekmek kırıntısını kusmak istiyorum ama başaramıyorum. "Yapma," diye inliyorum. "Yapma ne olur."
Üzerimde düğmeli tişörtün yakalarını çekiştiriyor ve tişörtü yırtıyor. Karşısında sutyenim ve bir de çırılçıplak ruhumla savunmasızlık mağarasının girişine çöküyorum. Veda'yı istiyorum. Boğazım parçalanacak duruma gelene kadar bağırmak, beni kurtarmasını dilmek istiyorum ama başaramıyorum. Sadece inliyorum. Karnımda dudaklarını hissediyorum. İç çamaşırımı çekip çıkarmaya çalışıyor ama o esnada kafasına vuruyorum. Parmaklarımda kalan son güç kırıntılarını harcıyorum. Ellerine yapışıyorum. Tırnaklarımı yanaklarına geçiriyorum. Kafasını duvara çarpıyorum ve o esnada bayılıyor. Üzerimde iç çamaşırlarımla kalakalıyorum önünde. Gözlerini kapatıyor, kan akıyor. Kan durmuyor.
Hıçkırarak ağlamak istiyorum ama göz yaşlarım tükenmiş. Ben bağırmak istiyorum ama iki kelam eksilmiş. Dudaklarımda asılı kalan bir kadının ağıtlarını peydahlamış bebeğim diye. Şimdi sessiziz, şimdi sakiniz. Ellerimizde kanın kokusu biz bir cinayetin ilk failleriyiz.
O sırada kapım hızla açılıyor. Veda içeriye giriyor. Elinde tüfeği, ruhundaki kılıcı çıkartıyor sanki. Gözlerindeki şimşekleri görmek için onu tanımanıza gerek yok. O kadar bariz ve acı verici bir şekilde şimşekler çakıyor ki sessiz sakin bir odanın içini bile aydınlatabilir.
"Veda!" diye bağırıyorum. O sırada üstümü örtmeye ihtiyaç duymadan kollarına koşuyorum. Dudağımdan kan akıyor. Bedenimde geçmişten kalma morluklar var. Gözler önünde olan. "Veda!"
Kollarımı ona sardığımda kolları hala beni sarmıyor. O alıştığım sıcaklığı gelmiyor üzerime. Ben ağlıyorum ama o sadece öyle kaskatı bir biçimde duruveriyor.
"Dokundu mu?" diyor. Cevapsız kalmasından hoşlanmayacağı bu soruya hemen yanıt vermeye çalışıyorum ama iki büklüm oluveriyorum.
"Siktir," diye fısıldıyor ve beni kolları arasından itip Recep'e yaklaşıyor. Bir tekme savuruyor karnına. Bir tokat atıyor ayağıyla. Ardından kafasını duvara çarpıyor. Bir kere, iki kere, üç kere. Küfürler dudaklarında uçuşuyor ama ben bir şey yapmıyorum. Bu beni ne kadar kötü bir kadın yapar? Sevdiğim adam, birini öldürecek ve ben buna göz yumuyorum.
En sonunda biri içeriye giriyor. "Veda Alabora," diye bağırıyor. "Bırak, Alabora!"
Veda elektrik çarpmış gibi Recep'i yere atıyor ve hazır ola geçiyor. "Komutanım!" diyor. "Komutanım Ağıt Olgun'a tecavüz girişiminde bulundu."
Komutanın dudaklarındaki kas seğiriyor. Ardından arkasındaki adama sesleniyor. "Salih," diyor. "Veda'yı hücreye götür."
Dehşet damarlarımdaki kan oluveriyor. O hücreleri iyi biliyorum. Elektrik verdikleri o hücreler, askerlerini daha iyi yapmak için çaba sarf ettikleri bir görevden başka bir şey değil. Veda'nın canı yanacak, diyor ses. Veda'nın canı yanacak diye tekrar ediyor o ses. Ses bir türlü gitmiyor.
Komutanın karşısında iç çamaşırımla olduğum gerçeğini önemsemeden "Yapmayın!" diye bağırıyorum. "Ne olur her şey benim suçum götürmeyin onu!"
Cevap gelmiyor. Veda gidiyor kapı kapanıyor ve saniyeler içinde öbür hücredeki Veda'nın çığlıkları benim kulaklarımda doluyor. Gökyüzünün ilk esiri, bir adam oluveriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖKYÜZÜNDE ASILI KALAN KADIN
Short StoryBir kadın özgürlüğünü teslim etmiş. Bir adam, kadını gökyüzünde asılı bulmuş. O gün bugündür, gökyüzü hep özgürlük kokmuş.