5.BÖLÜM
Diğerlerine nazaran kısa bir bölüm oldu biraz ama çatladım resmen şu bölümü yazarken. Bölümler biraz geç geliyor, onun da farkındayım ama inanın yazmakta zorlanıyorum. Konu çok ve her birini düzenli bir akış sırasına koyup yazmak çok zor. Hele ki uzun bir aradan sonra... Yine de sizin için en iyisi yazmaya gayret gösteriyorum. Okuyup yanımda olmaya devam ettiğiniz için hepinize tekrardan teşekkür etmek istiyorum. (Bu konuşmanın sonu duygusala bağlayacak ben en iyisi susayım.)
O zaman iyi okumalar!Minik bir yürek. Dünya denilen bu yerdeki kötülüklerin zehrini henüz akıtmadığı, etrafında olup bitenden habersiz saf ve temiz bir yürek... Onlarca kötülüğe şahit olmuş gözlerimin içerisine bütün masumiyeti ile bakan gözler, birçok insanın kanının kuruduğu ellerimi sımsıkı tutan ufacık eller... Yaşadığım bunca şeye rağmen hala güzel bir şeyler görebiliyor olmak içimdeki kötülüğü bir süreliğine de olsa görmezden gelmeme yardımcı olmuştu.
''Gerçekten küçük bir çocuk gibi davranıyorsun. Farkındasın değil mi?'' Kucağımda oturan küçük Derin'e kaşlarını çatmış bir şekilde bakmayı sürdürüyordu Deniz. Ne söylediysem de bir saattir onu Derin'i sevmeye ikna edememiştim. Sanki bütün yaşananların sorumlusu kucağımda gülücükler saçan bu minik şeymiş gibi davranıyordu.
''Kır şu inadını da sev hadi biraz'' Sonunda gözlerini Derin'den çekip bana baktı. ''Benden bunu nasıl isteyebiliyorsun anlamıyorum. Sen aynı durumun içerisinde olsan ne yapardın? Ah, canım kardeşim diyerek bağrına mı basarsın?'' Bir hışım sandalyesini çevirdi ve bahçeye açılan kapıya doğru yöneldi. Derin'i kucaklayıp arkasından gittim. ''En azından tüm bu olanların suçlusu olarak küçücük bir çocuğu görecek kadar vicdansız değilim ben'' Derin'i ona doğru uzatıp gözlerinin içine umutla baktım. Sanki Derin'e değil de Hakan'a bakıyormuş gibi baktı ve sandalyesini bu sefer odanın ortasına doğru sürdü. İnadı yüzünden omuzlarım düşerken pes etmeyip arkasından gittim.
''Bana karşı koyabileceğini mi sanıyorsun?'' diyip Derin'i kucağımdan indirdim. ''Ben Uygar'a Gizem'i kabullendirdim. Senin inadını kıramam mı sanıyorsun?'' Tüm o süreç gözümde birden canlanırken duraksadım. O ikisini yakınlaştırmak için verdiğim çaba bu hayattaki en güzel mücadelemdi. Başarmıştım da... Üvey kardeşi de olsa Uygar'ın Gizem'e olan sevgisini o içindeki kapalı kutudan çıkarabilmiştim.
''Ne?'' diye sorduğunda kendimi toparladım. ''Ne alakası var şimdi sevdiğin adamın bu durumla?'' Huysuz huysuz konuşunca Derin'in yanına diz çöküp küçümser gibi Deniz'e baktım.
''Uygar'ın da küçük bir kız kardeşi vardı. Araları pek iyi değildi. Yani Uygar bazı nedenlerden dolayı Gizem'i kendinden uzaklaştırıyordu. Sonra duruma el attım ve düzelttim.'' Bir Derin'e bir bana baktı bu sefer. ''Ki emin ol Uygar'dan daha inatçısı yoktur. Buna rağmen dize geldiyse...'' Kafamdan geçenleri sezdirecek şekilde bakıp göz kırpınca gözlerini devirdi. Şimdilik her şey çok yeni olduğu için kabullenmesi zor geliyordu. Ama gözüne inen o perdeyi kaldırmak çokta zor olmayacaktı. Bir abi kardeş operasyonu daha vardı yani. Bunca kötü şeyin içerisinde tek güzel uğraşım bu olacaktı sanırım.''Derin fazla üzerime gelmesen? Şu an için Hakan'ın çocuğunu bağrıma basıp sevgi sözcükleri söyleyecek durumda değilim. ''
''Her şey bittiğinde onunla aynı evde yaşamaya başlayacaksın. Bence şimdiden abi sıfatını sindirmeye çalışsan iyi edersin'' diyip geri yatağıma döndüm. Tam oturduğum sırada odanın kapısı açıldı ve içeriye doktor girdi. Bana doğru geldikten sonra elindeki tepsiyi komodinin üzerine bıraktı. ''Sebze çorbası. Acıkmıştır'' diyerek sessizce odadan çıktı. Bir saat önce Derin'i odaya getirdiğimde Hakan'a bunu bildirmişti. Hakan ise bir sorun olmayacağını söyleyip yeni bir olay çıkmasını istemiyormuş gibi davranmıştı.
''Doktor bile senden daha çok düşünüyor kardeşini''
''Derin!'' dedi uyarı dolu bir sesle. Korumacı bir tavırla küçük Derin'i yatağa oturtup yüzümü astım. Hikâye oldukça tanıdıktı. Bu yüzden sonunun nasıl olacağını az çok bildiğimden içim rahattı.
''Bu ne?'' diye sordu Derin, yatağın kenarında yatan Rain'i göstererek. Bu beşinci soruşuydu. ''Köpek''
''Hav hav!'' diyip güldü. Heyecanla gözlerini kocaman açıp yatakta ayağa kalktı. ''Hav hav!'' dedi tekrardan. Rain uykusundan bir anlığına uyanıp kafasını yavaşça bize çevirip baktı. Sonra umursamayarak geri uykusuna döndü. Bu küçük Derin'i tatmin etmeyince mızmızlandı.
''Önce yemeğini ye. Sonra Rain'le oyun oynayalım, olur mu?'' Dediklerimi anlamasını umut ederek konuşuyordum. Çoğu şeyi de anlayabiliyordu gerçi. Yaşına göre konuşması da düzgündü. Bu işimi biraz olsun kolaylaştırıyordu. ''Tamam mı?'' diye sorumu yineleyince kocaman gülümseyip başını salladı. ''Bunca derdin arasında bir bakıcılık yapmadığın kalmıştı'' Deniz'in umursamaz görünmesine rağmen hala bu konu ile ilgili laf çarpıyor olması beni sinirlendirmiyor aksine gülümsetiyordu. Uygar'da da ilk başlarda böyle olmuştu çünkü hatırlıyordum.
''Bunca kötülüğün içinde kendime iyi bir şeylerin de hala var olduğunu unutturmamaya çalışıyorum diyelim biz ona''
''Ne haliniz varsa görün. Ben biraz hava alacağım.'' Daha fazla laf yetiştiremeyeceğini anlayınca bahçeye çıktı. ''Abla!'' diye bağırdı Derin birden. Dalgınlığım yüzünden yerimden sıçrarken eliyle işaret ettiği yere baktım. Rain uyanmıştı. ''Abla!'' Rain yatağa çıkınca bu sefer çığlık attı. İkisi de birbirlerine yapancı bir cisim görmenin verdiği şaşkınlıkla bakarken güldüm. ''Korkma, hadi sev onu!'' Elini tutup Rain'in başının üzerine koyarken bir an tereddüt etti ama Rain hemen önüne yatıp şımarık bir oyun arkadaşı olduğunu gösterince gülmeye başladı. Kulaklarını tutup çekiştirecek kıvama gelene kadar yanlarında oturup kalktım. Rain onu biraz olsun oyalardı.
Üzerime ince bir ceket alıp bahçeye çıktığımda Deniz korumaların yanındaydı. İlk baş ne olduğunu anlayamasam da sigara içtiğini görünce neden orada olduğunu anlayıp yanlarına gittim. ''İyi misin?'' Sorumu başını gelişi güzel sallayarak geçiştirdi. Onun için aslında büyük bir iyilik yaptığımın farkında olmayıp bana tavır almasına şimdilik bir şey demeyecektim. Bir kardeşinin olmasının önemini anladığı zaman bana hak verecekti.
''İçeri geçelim hadi. Hava serinlemeye başlıyor'' dediğimde elindeki sigarayı söndürüp gözlerini kısarak bana baktı. Yüzü alaylı bir ifadeye bürünürken kaşlarım çatıldı. ''Bana da mı bakıcılık yapmaya karar verdin?'' Yüzündeki ifade sesine de yansıyınca kaşlarım daha da çatıldı. ''Güzel! Madem en başa dönmek istiyorsun, dönelim. Kendini aşağılayıp acınası hale sokmaya başla tekrardan hadi! Sana mecbur olduğum için yardım ettiğimi falan da söyle.'' Ne kadar sakinliğimi korumaya, ona hak vermeye çalışsam da içinde bulunduğu durumu daha da çıkmaza sokması canımı sıkıyordu. Sesimin yükselmesi de bu yüzdendi.
Tavrımın sertleştiğini görünce tekerlekli sandalyesini hareket ettirdi. Bir eli sandalyeyi yönlendirirken diğer eli bileğini kavradı ve beni de çekmeye başladı. İtiraz etmeden peşinden gittiğimde adamdan yeterince uzaklaşınca durdu. ''Bak'' dedi yorgun bir ifadeyle. ''Özür dilerim. Kafam çok karışık. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bir yanda annem, diğer yanda hala nerede olduğunu bilmediğim babam, diğer yandan da şu bebek... Bileğimdeki eli avcumun içine kaydı ve sanki ayakta durmak için güç alır gibi sımsıkı tuttu. ''Anla beni ne olur. Annemin şu an ne halde olduğunu düşündükçe kahroluyorum. Bu yüzden hiçbir şey yokmuş gibi o çocuğu kucağıma alıp ona abilik yapmamı bekleme benden.''
''Seni anlıyorum'' dedim, diğer elimi avcumun arasındaki elinin üzerine koyarak. ''Sadece başkalarının yaptıklarından küçücük bir çocuğu sorumlu tutup ondan nefret etmeni istemiyorum o kadar. O çocuğun Hakan'dan ya da bir başkasından olması önemli değil önemli senin kalbinin derinliklerine ittiğin ve duymayı reddettiğin sesleri dinleme cesareti göstermen. Kendine de ona da bir şans ver.'' Gözleri boşluğa dalıp gittiğinde elini yavaşça bırakıp içeri geçtim. Kendiyle yüzleşmesi gerekiyordu çünkü. Bir zamanlar benim de kendimle yüzleştiğim gibi...
Odaya girdiğimde Rain Derin'in etrafında dört dönüp oyun yaparak onu katıla katıla güldürüyordu. Uzun zamandır böylesine güzel bir kareye şahit olmadığımdan olduğum yerde durup iki küçük şaklabanı izledim. Derin güldükçe Rain daha da hareketleniyordu. Derin ''hav hav!'' diye bağırdıkça Rain iştahla havlıyordu. Onları izlerken gülümsememek elde değildi. Buram buram masumiyet kokuyorlardı. Derin'in yüzüne yayılan mutluluk o kadar saf ve güzeldi ki şu dört duvarı yıkıp balta girmemiş ormanlara çeviriyordu.
''Böyle içten güldüğünü görmek ne güzel!'' Başımı yan tarafımda çevirdiğimde Deniz de Derin'i izliyordu. Derin'in yüzüne mühürlenmiş mutluluğun zerresi yoktu yüzünde. Bir o kadar boş ve huzursuz bakıyordu gözleri. Duygularının çıkmazındaydı resmen. '' O gülücüklere kapını açma cesareti gösterdiğin zaman seni de böyle güldüreceğine eminim.'' Onlara doğru ilerlerken dönüp Deniz'e baktım. ''Cesur ol!'' Hala gözlerini Derin'den alamıyordu. İçinde bastırmaya çalıştığı o duyguların hepsi bir bütün haline geldiğinde ''kardeş'' sevgisi ağır basıp tabularını yıkacaktı. Cesur olacaktı.
''Hadi bakalım, uyku vakti.'' Rain'i yataktan indirip Derin'i yatağa yatırdım. ''O da uyusun'' diyerek Rain'i gösterdi. ''Tamam, sen kapa gözlerini o da uyuyacak'' Yanına uzandığımda bana doğru yanaşıp elini elimin üzerine koydu. Çok garipti ama bebeksi kokusu bile rahatlamama yetiyordu. Sanki günlerdir buna ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. ''Çiçek!'' diye bağırdı, boynumdaki kolyeye elini atarken. ''Evet, çiçek'' diyip ipeksi buklelerini okşamaya başladım. ''Baba mı aldı?'' diye sordu bu sefer. Çocukların çok soru sorması normalde beni hep rahatsız eder ama odanın içerisindeki kasveti onun sesi dağıttığı için bu seferlik rahatsız olmuyordum.
Elim kolyeme gittiğinde parmaklarım önce onun minik parmaklarına sonra da kolyeye değdi. Uygar'ın ölümünün bulaştığı kolyede yeni yeşermeye başlamış bir hayatın minik dokunuşları geziniyordu. Zorlukla yutkunup gülümsedim ve başımı salladım. ''Evet, baba aldı'' Gözlerinin içi birden parlarken daha önce gösterdiği kolyesini heyecanla tuttu. ''Bak, baba aldı!'' dedi. Öyle bir insana baba demek zorunda kaldığı için ona üzülüyordum ama inkâr edilemezdi. Hakan onun babasıydı.
''Biliyorum güzelim. Hadi uyu.'' Tamam der gibi başını salladıktan sonra sıkıca gözlerini yumdu. Bir eli hala kolyesindeyken diğer eliyle tişörtümü avuçladı ve bana iyice sokuldu. Annesinin yokluğunu henüz sorgulamaya başlamadığı için şanslıydık. Çünkü uzun bir müddet onunla görüşebileceğini sanmıyordum. Bu yüzden ona olabildiğince yakın davranmaya çalışıp o boşluğu bir nebze de olsa doldurmaya çalışıyordum. Ben de ona sarılıp gözlerimi kapattım ve saçlarını okşamaya devam ettim.
Birkaç ay öncesine kadar benim de kollarının arasına güvenle sığındığım birinin var olduğunu bilmek acı veriyordu. Gözlerimi kapatıp başımı göğsüne yasladığım anda dinginleşen bedenim, kafamın içerisinde susmak bilmeyen o seslerin o anda yok oluşu... Bunları bir daha asla yaşayamayacak olma düşüncesi bile delirmek için bir sebepken artık kafamdaki sesleri susturmanın tek yolunun ölüm olduğunu bilmek de beni dibe çeken ayrı bir sebepti.
Gözlerimi araladığım sırada Derin'in beni izlediğini gördüm. ''Uyuyamıyor musun?'' Soruma yine başını sallayarak cevap verdi. ''Şarkı söylersem uyur musun?'' diye sorunca güldü ve gözlerini sımsıkı kapayarak evet dedi. Üzerini örtüp tekrar gözlerimi kapadım. Bir zamanlar beni rahatlatan o melodi şimdi onu rahatlatacaktı belki de. Benim için ne kadar zor olsa da mırıldanmaya başladım. Uygar'ın bana her istediğimde mırıldandığı o şarkıyı... Parmaklarımın arasından kayıp giden buklelere titreyen kelimelerim karışıyordu. Ama işe yarıyordu. Sırtını sıvazlayıp şarkıyı mırıldanmaya devam ettikçe nefes alış verişleri yavaşladı. Dakikalar sonra tişörtümü sımsıkı tutan parmakları gevşedi ve uykuya tutundu. Tamamen uyuduğuna emin olduğumda da yanından kalkıp odadan çıktım. Yine görünürde kimse yoktu. Ortalık fazla sessizdi ve bu sessizlik hiç hayra alamet değildi.
Yaşanan o olaydan sonra böylesi bir durgunluk belki de normaldi ama bir şeylerden şüphelenmemek elimde değildi. Yukarı kata kafamı çevirip baktım. Her ne kadar yapmak istemesem de Hakan'la konuşmam gerekiyordu. Eminim benim onu görmek istemediğim kadar o da beni görmek istemiyordu ama Deniz'in annesinin ve kendi annemin ne durumda olduğunu öğrenmek zorundaydım.
Merdivenleri çıkmaya başladığım sırada Doktor Duygu be iki tane adam merdivenlerden iniyordu. Göz göze geldiğimiz sırada doktorun bakışları garipleşti. ''Hakan Bey müsait değil. Misafiri var.'' Alelacele kelimeleri sıralarken adamlar önüme barikat kurar gibi durdular. ''Şu misafirle tanışmanın zamanı gelmişti artık. Çekilin önümden'' Adamları kenara itmeye çalıştığım sırada bir tanesi kolumu tutarak beni durdurdu. ''Hanımefendi lütfen odanıza gidin. Sizi incitmek istemeyiz'' Kolumu tutan parmakları sertçe itip doktoru hızla kenara ittim ve merdivenleri ikişer üçer atlayarak yukarıya koşmaya başladım. Üçünün de arkamdan geldiklerini biliyordum ama olabildiğince hızlı koşup kapıya yöneldim. Bu misafir her kimse artık öğrenmeliydim. Belki de annemdi. Ya da Deniz ve Derin'in annesi...
Arkamdaki adamlardan birisi kolumu sertçe kavrasa da kapının kulpunu tutmayı başarıp kendimi öne doğru çekti. Kapı birden açılırken kendimi içeriye doğru tam anlamıyla attım. Dengemi kaybetsem de doğrulup içeri baktığımda Hakan'ın şaşkın bakışlarıyla karşı karşıya geldim. ''Neler oluyor burada? Size kimse odaya girmesin demedim mi?'' diye bağırdığı sırada koltukta arkası bana dönük şekilde oturan kişi ayara fırladı birden. Kapüşonu takılı olduğundan ilk baş kadın mı erkek mi olduğunu anlayamasam da bana dönmeden Hakan'a doğru ilerlediği sırada kadınsı vücut hatları olduğunu fark ettim.
''Efendim engel olmaya çalıştık ama...'' Hala kolumu tutan adamın elinden kurtulmaya çalışıyordum ama o kadar güçlü tutuyordu ki sadece olduğum yerde kendimi çekiştiriyordum. ''Kim o? Yüzünü dön bana kimsin sen?'' diye bağırdığım sırada kadın kapüşonu yüzüne daha çok siper etti. ''Çıkarın şunu dışarıya!'' Hakan'ın bağırması üzerine adam beni dışarıya doğru çekiştirmeye başladı. İçimde dinginleşen öfke kadını görünce harlı bir ateşe dönüşünce olabildiğince ayak diretip Hakan'a doğru ilerlemeye çalıştım.
''Bırak kolumu!'' Adamın bacak arasına tekme attığım sırada kolumu sıkan parmakları gevşedi ve acıyla inledi. Diğer adamın beni tutmasına fırsat vermeden kapüşonlu kadının üzerine doğru atıldım. Ona ulaşmama fırsat kalmadan Hakan önüme atladı ve kollarımdan tutarak beni durdurdu. ''Tanıdığım birisi değil mi o? Yoksa onu görmem seni bu kadar endişelendirmezdi.'' Hala kadına doğru hamle yapmaya çalışıyordum ama boşunaydı. Hakan arkamdaki adamlardan bile daha güçlü ellere sahipti. Olduğum yere çivilenmiş gibi hareket etmemi engelliyordu.
''Üstüne vazife olmayan şeylere karışmamanı daha kaç kere söylemem gerekiyor? Beni kışkırtmaktan ne zaman vazgeçeceksin?'' Tuttuğu kollarımı iyice sıkarak vücudumu sarsmaya başladı. ''Seni incitmemek için kendimi zorladıkça kendini öldürtmek için çaba harcıyorsun. Kafayı mı yedin sen?'' diye bağırıp birden geriye doğru itti. Dengemi sağlayamayınca itmesinin şiddeti ile sendeledim ve yere düştüm. Acıyan kalçamı önemsemeden ayağa kalkacaktım ki yanıma diz çöktü. Bu sırada kapüşonlu kadın duvar kenarına sinmiş arkası bize dönük bir şekilde duruyordu. O da onu görmemi istemiyordu. Kim olabilir acaba diye düşünsem de aklıma kimse gelmiyordu. Annem olamazdı. Çünkü annem bu kadar kısa boylu değildi. Derin ve Deniz'in annesi de olamazdı. O kadın da bu kadar geniş kalçalı değildi. Başka birisiydi bu. Kesinlikle tanıdığım ama onu görmemi istemeyen birisi...
''Bana bak!'' Hakan çenemden tutup yüzümü kendine çevirince arkasında kalan kadından gözlerimi çekip onun gözlerine baktım. ''Ya şimdi aşağıya inersin ya da Deniz ve Derin başka bir eve gider. Duydun mu beni?''
''Yapamazsın.'' Çenemi sıkıca tuttuğunda güçlükle konuşuyordum. ''Yapamazsın!''
''Beni hala tanıyamamışsın anlaşılan'' dedi ve ayağa kalktı. Hemen arkasında duran çekmeceyi bir hışım açıp mavi bir dosya çıkardı ve arkamda duran adamlardan birine uzattı. ''Aşağıya inin. Bebek ve oğlanı alıp dosyadaki adrese götürün.'' Bunu söyledikten sonra göz ucuyla bana baktı ve kadına doğru yöneldi. ''Tamam. Allah belanı versin, tamam. İniyorum aşağıya.'' Ayağa kalktığım sırada çaresizliğimin onun yüzünde oluşturduğu keyfi görünce çenem kasıldı. Hala benden üstün olduğu konular vardı işte. Ona boyun eğmek zorunda kalacağım şartları biliyor olması çoğu konuda onu bir sıfır öne geçiriyordu.
''Aferin. Arada bir de olsa nerde nasıl davranman gerektiğini akıl edebiliyorsun en azından.'' Adama elini uzatıp dosyayı geri aldı. Gözlerim hala kadının üzerindeydi. Giysilerinin altındaki vücudunun gerdin olduğunu anlamak çok zor değildi. Genç birisi gibi duruyordu. Ama kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Kim Hakan'la iş birliği yapabilirdi ki? Ya da Hakan benim tanıdığım hangi insanı tehdit ederek kendi ile iş birliği yapmaya zorlamıştı?
''Odana!'' Yaramazlık yapan küçük bir çocuğu azarlar gibi konuştu. Arkamda duran adamların ve Doktor Duygu'nun odadan çıkmasını bekledim. Hakan'ın bana baktığını görebiliyordum ama gözlerim hala köşedeki kadındaydı. Tüm bu yaşananlarda belki de büyük bir rolü vardı. Belki de yoktu. Ama benden kendini bu kadar gizliyor olması yaşadıklarımda bir parmağı olduğunun da kanıtı sayılırdı.
''Her kimsen...'' diyerek bir adım geriledim. ''Bu yaşananlarda en ufak bir etkin varsa seni er ya da geç bulacağımdan ve bana yaşattıklarınızın hesabını soracağımdan emin olabilirsin. Beni az çok tanıyorsan bunu yapacağımı da bilirsin.'' Hakan'ın göz hapsinden kurtulmak için kendimi odadan dışarı attım. Adamlar hala kapının önünde bekliyorlardı. Birisi bana doğru bir adım atıp kolumu tutmaya çalışınca kendimi geri çekip ''kendim giderim'' dedim. Yine elime geçen bir fırsatı kaçırmış olmanın siniri ile merdivenlerden inerken hala düşünüyordum. İstanbul'dan birisi olabilir miydi? Kim bilir belki de bir zamanlar Hakan'ın hayatıma soktuğu birisiydi. Ben farkında olmadan Hakan'a benimle ilgili bilgi veren, Hakan'ın her seferinde bana ulaşmasını sağlayan birisiydi. Ama kim?
''Bir şeyler yapmam lazım'' diye kendi kendime söylenirken Doktor Duygu arkamdan seslendi. Dönüp baktığımda o da arkasını kontrol ederek aşağıya iniyordu. Gizli bir şey yapıyormuş gibi bir hali vardı. ''Yemeğinizi ön bahçeye hazırlayacağım.''
''Yemek yiyecek gibi bir halim mi var sizce? Deniz'e hazırlayın sadece.'' Tekrar dönüp arkasına baktı. ''Olsun. Siz yine de ön bahçeye çıkın oturun.'' Bir şeyler ima etmeye çalışıyordu. Bir şeyleri görmemi istiyor gibiydi. Bana yardım ediyor olma düşüncesi şaşırtsa da tavırları bunu gösteriyordu.
Tekrar arkasını dönüp baktıktan sonra mutfağa yöneldi ama bir anda durup tekrar bana döndü. ''Kırmızı sandalyeye oturun'' Adımlarını hızlandırarak gözden kaybolduğunda olduğum yerde kaldım. Evet, kesinlikle bir şeyler görmemi istiyordu. Neden Hakan'dan bu kadar korkmasına rağmen şu an yardım etme çabası içerisinde olduğunu anlamasam da içime şüphe düşmesine engel olamıyordum. Hakan'ın bir oyunu da olabilirdi bu. Ama emin olmanın tek yolu bahçeye çıkıp kırmızı sandalyeye oturmaktı.
Odaya döndüğümde Deniz zaten bahçe kapısının önünde duruyordu. Hızlı adımlarla yanına gidip sandalyesini itmeye başladığımda neye uğradığını şaşırarak bana döndü. ''Yukarıda birisi vardı. Yüzünü benden gizledi. Bir şeyler dönüyor.'' Sorgulayan bakışlarına kısaca cevap verince önüne döndü. Bahçe masasının yanına geldiğimizde sarı yeşil mavi turuncu ve kırmızı sandalyelere baktım. Kırmızıya oturmamı söylemişti. Kırmızı sandalyenin yanındaki mavi sandalyeyi kenara çekip Deniz'in sandalyesini yanaştırdım ve kırmızı sandalyeye oturdum. Etrafa bir göz gezdirirken kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Eğer doktor sayesinde bugün bir şeyler öğrenebilirsem ona karşı aldığım gardımı bir nebze de olsa yıkabilirdim.
''Tam olarak anlatacak mısın? Neler oluyor?'' Hala etrafa bakınmaya devam ediyordum. Bahçe demirlerinin dışında bir araba duruyordu. Yanında duran iki adam kendi aralarında konuşuyorlardı ve bizim bahçede olduğumuzu daha görmemişlerdi. Zaten masa da kenarda olduğundan biz görünmüyorduk ama bahçe tamamen görebileceğimiz bir açıdaydı. ''Derin?''
''Hı!'' diyerek Deniz'e döndüm. ''Dalmışım''