20. BÖLÜM

2.1K 113 41
                                    

Selam sevdicekler! Gününüz Gölge'li olsun diye şu saate kadar oturup bölümü yazdım. Hadi bakalım güzel güzel okuyun. Seviliyorsunuz.

                                                                            20. BÖLÜM

Yine sessizliğin hüküm sürdüğü bir an. Birbirini sorgularcasına bakınan gözler, sessizliği kim bozacak diye merak içinde birbirini izleyen bir avuç insan. Etrafında toplandığımız masanın üzerindeki tek bir yudum bile alınmamış, dumanı tütmekten usanmış altı tane kahve... Yaklaşık bir dakikadır diğerlerini izlemeyi bırakıp önümdeki kahve bardağını izlemeye başlamıştım. Biri sessizliği bozduğunda aralarına yeniden katılırım diye geçirmiştim içimden. Nitekim bu biraz zaman alacağa benziyordu. Ben de dahil olmak üzere masadaki kimsenin konuşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Yine ne ile karşı karşıyaydık, neden böyle bir tesadüfün ortasına düşmüştük sorgulamak bile istemiyordum.

Az önce Ahsen'in babası olduğunu öğrendiğimiz savcı ile çok uzun sürmeyen bir sorgudayken şimdi Ahsen'in sorgulanması için bir masanın etrafına toplanmıştık. Emre ile aralarındaki ilişkiyi bilen tek kişi olduğumdan diğerlerine göre daha rahat olsam da savcı meselesi içimi garip bir şekilde kemirmeye başlamıştı bile.

''Eee?'' diyerek tam da tahmin ettiğim gibi sessizliğin bozulmasını Doruk sağladı. Ve diğerleri de sanki dakikalardır bu uyarı çağrısını duymayı bekliyormuş gibi hareketlendi.

''Birisi çıkıp günün anlam ve önemini belirten konuşmasını yapacak mı artık?'' Birkan da sessizliğini bozunca her şeyden bir haber olan Ahsen dönüp Emre'ye baktı. ''Emre?'' dedi, onu konuşmacı seçer gibi. Zaten şu an konuşması gereken birisi varsa o Emre'den başkası değildi.

''Tamam'' diyip sıkıntılı bir iç çekip oturuşunu dikleştirdi. ''Madem şu ortama maruz kaldık...'' Herkes Emre ve Ahsen'e pür dikkat bakarken Emre omuz silkti ve Ahsen'in elini tutup dizinin üzerine koydu.

''Ahsen benim sevgilim.'' Ben hariç herkesin şoku yüzünden belli olurken tekrar bir sessizlik çöktü ama bu sefer kısa sürdü.

''Şaka mı? Hadi be oradan! Ağabey inanacağımız bir şey salla bari''

''İlk defa Doruk'a katılıyorum Emre. Daha makul bir şey uydursan inanmamız kolay olurdu en azından'' diyince Birkan, Emre gülmeye başladı. ''Bünyeleri alışık değil tabii'' dedi Ahsen'e bakarak.

''Yalnız Emre ciddi gibi''

''Ciddi Aslıcım ciddi. Ben de ilk duyduğumda şok olmadım desem yalan olur ama doğruyu söylüyor'' Konuyu ben de onaylayınca hepsinin yüzündeki şaşkınlığa bir gülümseyiş bulandı.

''Ey yüce Rabbim, bu günleri de gördük ya daha ölsem de gam yemem. Gel sarılacağım'' Oturduğu yerden fırlayıp üzerine atılan Doruk'u kucaklarken Emre'nin içi hala rahat değildi görebiliyordum ama diğerleri çoktan gerginliklerini üzerinden atmış gülüşmeler içinde Emre'yi ve Ahsen'i kutluyordu.
Doruk ''Arayın, çabuk ustayı arayın. Ya da yok aramayın. Emre Ahsen'i alıp yanına gitsin de adam bu tarihi olaya gözleriyle şahitlik etsin'' diyince ortalık bir anda gırgır şamataya boğuldu.

''Adama inme iner oğlum. Alıştıra alıştıra söylemek lazım.''

''Söylediğime pişman ettiniz şimdiden. Daha dilinizden de kurtulamam.'' Uygar'ın nerede olduğunu düşündükçe gülüyor olmak ona ihanet gibi geliyordu ama hepsinin yanında oturup somurtmak, hele ki böylesi bir anda hiç hoş olmazdı.

''Bu arada gözden kaçırdım sanma. Bize bir şey dememişsin ama bakıyorum da Derin konudan haberdarmış.'' Birkan'ın olayı ciddiyete taşıyıp taşımayacağını bir anda kestiremeyince ''yok'' diyerek birden atıldım.
''Yani Emre kendi gelip anlatmadı bana zaten. Telefon konuşmasına kulak misafiri oldum istemeden. O da mecburen anlattı'' diyip durumu kamufle etmeye çalıştım. ''Ben de sizin gibi ilk defa yüz yüze geliyorum Ahsen'le.'' Biraz olsun durumu kıvırmayı başarınca hepsi erkek tarafı kesilip Ahsen'i süzmeye başladı. Bu kadar kişinin bakışına maruz kalınca kızcağız ne yapacağını şaşırıp Emre'nin tuttuğu elini çekip duruşunu ve ceketini düzeltti. Gülümsüyordu ama onun da bir gerginliği ve heyecanı gözle görülebiliyordu.

''Emre durumlardan biraz bahsetti. Beni sizinle tanıştırmak için uygun bir zamanı beklediğini ben de biliyordum ama kısmet bu güneymiş'' Naif bir şekilde ellerini birbirine kenetleyip dizlerinin üzerine koyarak Emre'ye baktı. Dışarıdan bakıldığında birbirlerine yakışan bir çift oldukları söylenebilirdi ama önemli olan ruhen birbirlerine yakışıyor olmalarıydı. Birbirlerine baktıklarında ikisinin de gözlerinin içinin güldüğünü görebilmek bu uyumu da yakaladıklarını hissettiriyordu zaten.

''Lütfen bizi yanlış anlama. Bugüne kadar Emre'nin hiç kız arkadaşı olmadı biz ondan inanamadık.'' Birbirlerini uzun yıllardır tanıyan Emre, Birkan, Doruk ve Uygar dörtlüsü için böylesi güzel bir an yaşanıyorken Birkan'ın bu cümlesinden sonra Uygar'ın bu ana şahit olamamasını düşününce bir kez daha içim burkuldu.

''Nasıl tanıştınız? Bizim oğlanı nasıl âşık ettin kendine ne olur anlat'' Çağla'nın grupta açtığı boşluğu Ahsen'in dolduracak olmasının heyecanını yaşayarak sandalyesini ona doğru yaklaştırdı Aslı. Sanki dakikalardır kızı inceleyen o değilmiş gibi baştan aşağı tekrar süzdü ve saçlarını işaret ederek ''tarzını çok beğendim bu arada, biz bence çok iyi anlaşacağız. Hadi, anlat sen'' diyerek yerinde kıpırdandı.

''Hastanede tanıştık. Ben bir süre önce kanser tedavisi gördüm. Kontrolüm için hastaneye gitmiştim. O sırada karşılaştık ve sohbet etmeye başladık.'' Aslı, Ahsen'in söylediklerinden sonra kısa saçlarına bir kez daha bakıp yutkunarak gözlerini kaçırdı.

''Bakma öyle, lütfen. Hayatım boyunca kısacık kestirmeye cesaret edemezken bu hastalık sayesinde kısa saçın bana yakıştığını fark ettim'' diyip Aslı'yı rahatlatmaya çalıştığı sırada diğerleri geçmiş olsun, dileklerinde bulundu. ''Geçti, neyse ki geçti. Hatta giderken de bana güzel bir hediye bırakıp öyle gitti'' Dönüp tekrar Emre'ye baktı o sırada. İşte bir insanın bir insana ''seni seviyorum'' demesinin milyonlarca farklı yollarından biriydi bu da. Doruk ve Aslı bu ana hayranlıkla kilitlenirken ikimizin aklından da aynı şey geçmiş olacak ki Birkan'la göz göze geldik o anda. Beş saniye kadar süren bir bakışmanın ardından ikimizin de yüzüne yayılan hafif tebessüm de ''güçlü ol'' demenin milyonlarca farklı yolundan biriydi.

Günlerce yaşanan sıkıntı ve stresin ardından herkes için bir farklılık olmuştu yeni bir çiftin varlığı. Bu yüzden asıl konuyu unutup Ahsen'in tedavi sürecindeki anılara varana kadar konuşulmuştu lakin kimse babasının bizim soruşturma ile ilgilenen savcı olma konusunu açmıyordu. Herkes gülüşüp kaynaşmaya başlamışken konuyu açıp gerginlik yaşatmak istemiyordum ama içim içimi kemirdiğinden neredeyse bayılacak hale gelmiştim.

''Derin sen iyi görünmüyorsun? Yüzün bembeyaz olmuş.'' Halimi fark eden elbette ki Emre olmuştu. O sırada Birkan'a da gözü kaydı ve ortama pek adapte olamadığımızı fark etti. Ben yine de kimse etkilenmesin diye ''iyiyim, bir sorun yok'' desem de Birkan ''benim de pek tadım yok. Gel seni eve bırakayım, ben de oradan eve geçerim'' diyince kararsızlık içinde yutkundum. Ya kalkıp gidecektim ve bu mevzuu sonra konuşulacaktı ya da herkes bir aradayken konuşup durum değerlendirmesi yapacaktık.

''Aslında bir konuyu konuşmamız gerek. Ondan sonra kalksak daha iyi olur Birkan.'' Ciddiyetim diğerlerini de ciddi olmaya iterken Emre hangi konudan bahsedeceğimi anladığını belli eden bir bakış attı. ''Neredeyse unutuyorduk'' dedi.

''Baban bizim soruşturmanın başındaki savcı, Ahsen. Bu hepimiz için garip bir tesadüf oldu. Anlayacağın üzere beni de fazlasıyla tedirgin eden bir durumla karşı karşıyaymışız gibi hissediyorum.'' Konuşmadan önceki ana kadar Ahsen için sıradan bir tesadüf olan durum benim konuşmamla birlikte onu da gerdi ve yüz hatları ciddileşti.

''Bir arkadaşınızın gözaltında olduğunu biliyorum fakat soruşturmanın içeriğini bilmiyorum açıkçası'' dedi ve teker teker hepimizle göz teması kurdu. ''Ama merak etmeyin, babam yirmi yıldır bu işi yapıyor ve oldukça da başarılı bir savcıdır.'' İşte bizim için asıl sorun da bu, demek istesem de Emre'ye kaçamak bir bakış atmaktan başka bir şey yapamadım. Soruşturmada ne kadar çok derine inilirse gerçeklerin açığa çıkma olasılığı o kadar artacaktı ve bu ihtimali düşünmek bile ürkütücüydü.

''İsterseniz sizin için babamla konuşabilirim. Yani eğer yapmamı istediğiniz bir şey varsa çekinmeden söyleyin lütfen. Elimden geleni yaparım.'' İyi niyeti ile dile getirdiği şeyin aslında başına ne kadar büyük bir bela açacağını bile bilmiyor oluşu masadaki herkesi bir anda gerdi. Hiçbir şeye tanık değildi fakat yaşanılanları bilmesi bile onun için bir tehdit olurdu. Hakan'ın üzerimize sıçrayan kanı onun üzerine de bulaşsın istemezdim. Hiçbirimiz bunu istemezdik. Biz yeterince kire pisliğe bulanmışken bir başkasını daha bu bulanık suyun içine çekip boğamazdık.

''Sanırım sizi rahatsız eden başka bir şey var. Lütfen çekinmeyin. Babama dahi söylememem gereken bir şeyse ağzımı bile açmam.''

''Aslında...''

''Hayır!'' diyerek birden atıldım ve Doruk'un konuşmasına engel oldum. Ahsen başta olmak üzere hepsi ani tepkimden dolayı bakışlarını bana yöneltti. ''Yani... Hayır, yok. Bizi rahatsız edecek bir durum söz konusu değil.'' Durumu toparlamaya çalıştıkça daha da mı fire veriyorduk anlamıyordum ama Ahsen'in bu konuya tam olarak dâhil olmasını istemiyordum.

''Zaten işin aslı birkaç güne kalmaz ortaya çıkacak. Uygar da serbest kalmış olacak. Yine de teşekkür ederiz'' diyince içten içe kendini geri çekti ve ''peki o zaman'' diyip gülümsedi. En iyisinin bu olduğunu düşünsem de kafamın içerisindeki düşünceler karamboldaydı. Bizim için neyin iyi neyin kötü olduğunu idrak edebilen yanım neredeyse körelmişti ve bildiğim tek şey artık yanlış yapma lüksümüzün olmadığıydı.

Konunun tam açılamadan kapandığını bilsem de Birkan'a kalkmak için kaş göz işareti yaptım. Tam ikimiz de ayaklanıyorduk ki Ahsen'in adımı söylemesi ile duraksadım. Birkan da aynı şekilde duraksarken hepimizin bakışları Ahsen'in üzerinde toplandı.
''Üzerime pek vazife değil belki de, biliyorum ama işin aslının dosyaya yansıtıldığı gibi olmadığını düşündüren bir his var içimde. Yanılıyor muyum?'' Bir şeyler biliyor gibi konuşması Emre'yi bile şaşırtırken kalktığım sandalyeye sessizce geri oturdum. Kapının dışında kalması gerektiğini bildiği halde içeri girmek için ısrarla tokmağı vuruyordu.

''Dosya?'' diye sordum sadece. Anlatacak bir şeyleri olduğu kesindi. Bu belirten bir ifadeyle de gözlerime bakmaya başlayınca dişlerim kasıldı.

''Babam ilgilendiği davalardan evde pek bahsetmez. Ama evdeki ofisinde bir sürü dava dosyası vardır ve ben ona çaktırmadan arada bir girer etrafı karıştırırım.'' Tepki vermeden yüzüne bakmaya devam ettim.

''Önceki geceydi sanırım. Sizin soruşturmanın dosyası olduğunu bilmiyordum tabii, şimdi Uygar diyince okuduğum dosyanın sizinki olduğunu fark ettim.''

''Yani?'' diye sorunca derin bir nefes aldı. ''Yani demek istediğim dosyanın dışında seyreden bir durum varmış gibi hissediyorum. Israrım da bu yüzden.'' Kimseden ses çıkmıyordu. Sanki hepsi benim ağzımdan çıkacakları bekliyormuş gibi dönüş bana bakıyordu. Ya kararımın arkasında durup kapıyı açmayacaktım ya da ısrarla çalıyor olmasına karşılık kapıyı aralayıp içeri girmesine izin verecektim. Şu an içlerinde fikrini almak istediğim tek kişi Emre'ydi. Konuşamasam da, sence ne yapmalıyız, der gibi gözlerinin içine baktım. Bir süre gözlerini kırpmadan bakmaya devam etti. Garipti ama onay vermesi kadar onay vermemesi de beni korkutuyordu. Gözleri beklediğim şeyi yaptı ve ''söyle'' dercesine kapanıp açıldı. O anda boğazımı temizleyip geriye yaslandım.

''Dosyada okudukların doğru'' dedim Emre'ye bakmayı sürdürürken. ''Ama kısmen.'' Konuya onu da dâhil ediyor olmamızdan hoşnut olduğunu hissettiren küçük bir gülümseme yüzünde belirdiği anda kayboldu ve masaya daha çok yaklaştı.

''Bak Ahsen, sana bunca zaman yaşadığımız he şeyi en başından anlatmamı bekleme. Ama sana şu kadarını söyleyebilirim ki dosyada bahsedilen adamın ölümünden gerçekten de biz sorumluyuz. Evet, yaptığımız şey hukuken büyük bir suç evet, nedeni ne olursa olsun hukuken suçlu biziz fakat şu an burada ve hayattaysak o adamı öldürmemiz sayesinde. Gerekmeseydi yapmazdık.'' Duymayı hevesle beklediği şeyler bir an ağır gelmiş olacak ki kaşları çatıldı ve zorlanarak yutkundu.

''Tamam, şu anda sana canice geliyor farkındayım ama yaşadığımız onca şeyi bilsen gözlerine o tedirgin ifade yerleşmezdi bile. Ve emin ol bir yerde sen de hak verirdin hepimize.''

''Ben...'' dedi ve susup gözlerini yumdu. Saklaması gereken şeyin bu kadar büyük bir sır olabileceğini tahmin etmemişti belki de. ''Ben, ne desem bilemiyorum açıkçası. Yine söylüyorum, bunlardan babamın kesinlikle haberi olmayacak merak etmeyin. Ama size şu kadarını söyleyebilirim, yirmi iki yaşındayım ve aklımın ermeye başladığı zamandan bu yana babamın çözemediği bir dava olduğunu hatırlamıyorum. Bu soruşturmanın da peşini kolay kolay bırakmaz.''

''Bırakacak. Bırakması için ne gerekiyorsa yapacağız. Maden sen de elini taşın altına koydun, sen de yapacaksın'' diyince işin ciddiyetini biraz daha kavradı. ''Benden yapmamı istediğiniz bir şey olursa yaparım tabii.''

''Babana yalan söyleyebilir misin peki?'' diye sorunca afalladı. ''Bizi bir kenara bırak. Emre için bunu yapabilir misin?'' Hiç istemesem de Emre'yi bir yerde öne sürmek zorundaydım. Gerçekten seven bir insanın sevdiği için yapamayacağı şey olmazdı çünkü. Tıpkı şu anda benim olmam gereken parmaklıklar ardında Uygar'ın olması gibi.

''Yapabilir misin?'' diye sorumu yinelediğimde başını aşağı yukarı salladı. ''Yapmam gerekeni söylemeniz yeterli.'' Gözlerinde ona güvenebileceğimizi hissettiren o ifadeyi görünce masanın üzerindeki çantamı elime alıp ayağa kalktım. ''O zaman akşam Emre ile birlikte bize gelirsiniz. Ben de o zamana kadar bir şeyler düşünürüm, ona göre konuşuruz. Olur mu?'' Emre de Ahsen de onaylayınca Birkan'a yeniden kalkması için kaş göz yapıp yürümeye başladım.

''Kafanda dönüp duran tilkilerin ayak sesleri buraya kadar geliyor'' diyerek yanımda yürümeye başladı. ''Garip bir tesadüf oldu ama lehimize çevirmeyi başarabilirsek şeytanın bacağını kırıp eline vermiş oluruz.''

''Başı ağrımasın diye konunun dışında tutmaya çalıştım ama maden ki artık çemberin içinde bizi de çıkarmadan geri çıkamaz.'' Akşama kadar hepimizin de onaylayacağı bir plan yapıp Ahsen'in önüne sunmalıydım. Ama bu öyle bir plan olmalıydı ki babasının kazmaya çalıştığı topraklarının üzerini bir beton gibi kaplamalıydı.


Arabasıyla gelmediği için beni eve bırakıp arabam ile evine doğru yola çıktı. Onun köşeyi dönmesini bekledikten sonra zili çaldım. Zeynep abla elinde oyunca bir bebekle kapıyı açıp hoş geldin dedikten sonra koşturarak içeri döndü. Derin ile ilgilendiğini anlayınca sessizce içeri yürüdüm. Bir yanda Rain bir yanda Derin ortalıkta koşuşturuyordu.

''Annemle Deniz nerede?'' diye sordum kendimi koltuğa atarken. ''Az önce hastaneden geldiler, üzerlerini değiştiriyorlardır'' diye Derin'in arkasında koşuşturmaya devam ederek konuştu. Yaşanan bunca karmaşanın arasında Deniz'in tedavisinin nasıl gittiğini bile takip edemez olmuştum. İşimiz gücümüz başımızdaki belaları savuşturmak olduğundan durup güzel şeylere vakit ayıramaz hale gelmiştik.

''Hoş geldin'' Deniz'in sesini duyunca uzandığım yerden kafamı çevirip baktım ve gülümsedim. ''Nasıl geçti bugün? Doktorun hakkında ne diyor?'' Tekerlekli sandalyesini karşıma durdurduğu sırada annem gelip saçımı okşadı ve hoş geldin dedikten sonra ayakucuma oturdu. O anda her şeyi bir kenara bırakıp annem ve kardeşimle sohbet etme kararı alırken doğrulup bağdaş kurarak oturdum.

''Hadi anlat, nasıl gidiyor tedavi?''

''Doktor fazlasıyla umutlu konuştu bugün'' diyerek atıldı annem. ''Tahminimizden de erken ayağa kalkabilme ihtimali varmış'' Bu ihtimalin Deniz'in gözlerini nasıl umutla parlattığını görmek içimi sıkan çoğu şeyi alıp götürdü.

''Yani abimi koluma takıp gezebileceğim günler çok yakın desenize.'' Söylediğim ikisinin de yüzünü güldürünce Deniz'in dizine dirseğimle dokunup ''Sahalara hızlı bir dönüş yaparsın artık'' dedim ve göz kırptım. Annem anlamasa da Deniz anladı ve kafama küçük bir fiske vurdu. ''Edepsize de bak sen, abisiyle nasıl konuşuyor!''

''Ne var canım! Şahsen senin yerinde olsam dünya kazan ben kepçe der evin yolunu unuturdum. Hatta bak ne yapalım biliyor musun? Emre bu işin kitabını yazmış desek yalan olmaz. Sana hızlısından bir ders verdi mi tamamdır. Gerçi o artık duruldu ama olsun, boşalan tahtına sen oturursun işte.'' Annem bıyık altından gülse de ben sinsi bir ifadeyle sırıtıyordum. Bu Deniz'i kıpkırmızı yapınca yine vurmak için yeltendi ama bu sefer zıplayıp koltuğun tepesine oturdum.

''Anne vur şu kızına bir tane''diye çemkirdi. Annem vurmayıp gülmeye devam edince uzanıp bir tane yastık aldı ve yüzüme fırlattı. ''Gülme, bak vallahi sinirleneceğim şimdi.''

''Yahu tamam, iki gülelim dedik hemen sinirlendin.'' Fırlattığı yastığa sarılarak geri yerime oturduktan sonra bu sefer dirseğimi dizine yasladım. ''Ama bir konuda ciddiyim. Ayağa kalkınca istediğin, içinde kalan ne varsa yapmanı istiyorum. Çok mutlu ol, yaşadığın onca sıkıntıyı unutturacak kadar güzel bir hayat sür istiyorum.'' Az önce çattığı kaşları normal bir hal aldı birden. Babacan bir tavırla gülümsemeye başlarken bir eli annemin eline bir eli de benim ellerime uzandı. ''Olacağım'' dedi elimi sımsıkı tutarak. ''Olacağız merak etme. O günleri telafi etmek için önümüzde koca bir ömür var.''

''Tabii ya'' diyerek atıldı annem. Az önce gülümseyen gözleri bir anda doluvermişti. ''Görecek güzel günlerimiz, yaşayacağımız mutluluklarımızla dolu gelecek.''

''Öyle, değil mi?''

''Öyle tabii anneciğim, öyle.'' Diğer elimi tutup eğildi ve söylediklerinin mührü olsun ister gibi öptü.

''Hanımlar daha fazla duygusallaşmasak mı? Mutluluktan söz ederken bile ağlayasınız tutuyor.''

''Eşek sıpasına bak sen!'' dedikten sonra Deniz'in dizine bir fiske vurup yanağını kuruladı. O sırada kapının çalmasıyla ben istemsizce ayağa fırlayınca onlar da put kesildi.

''Ben bakarım'' Elindeki bezi masanın üzerine fırlatarak kapıya koşan Zeynep ablanın arkasından bakmakla yetindik hepimiz. Artık her kapı çaldığında yine bir felaket kapının önünde diye düşünmekten kendimi alıkoyamaz hale gelmiştim. Bu paranoyaları atlatmam uzun zaman alacak gibi görünüyordu.

Zeynep abla gidişinin aksine dönerken adımları daha yavaş ve sakindi. ''Seninle görüşmek istediğini söyleyen bir kadın var. Çağla'nın annesiymiş'' dediği anda arkasında bir kadın belirdi. Aynı Çağla gibi kızıl saçlı beyaz tenli olan kadını görünce gözlerimin önünde saniyelik bir yanılsama ile Çağla belirdi. Ağlamaktan gözlerinin içi kanlanmış, çaresizliği duruşundan belli olan halini birkaç saniye boyunca tepki veremeden seyrettikten sonra bana doğru birkaç adım atmasıyla hareketlendim. Geriye doğru bir adım atıp ''neden geldiniz?'' diye sordum gereğinden fazla sert bir ses tonuyla.

''Lütfen. Buraya olay çıkarmaya gelmedim. Sadece seninle konuşmak istiyorum. Beni Çağla'nın annesi değil de evladını yeni kaybetmiş bir anne olarak düşün sadece ve biraz olsun dinle, lütfen.'' Bir an için kararsızlığa düşüp ne diyeceğimi bilemedim. Çağla'nın ölümünün ardından ne konuşmak isteyebilirdi ki benimle? Ya o da durumu bir intikam meselesi haline getirip acısını öne sürerek kötülük yapmanın peşindeyse diye düşünmeden edemiyordu insan. Bunca yaşanılandan sonra böyle bir şüpheye düşmek benim için absürt bir durum değildi aslında.

Dönüp anneme ve Deniz'e baktım. İkisi de konuşmayı kabul et dercesine bakış atınca kadına dönüp elimle koltuğu işaret ettim. Kırık bir gülümseme ile teşekkür ederek geçip oturdu.
''Zeynep abla, Gizem'in yanına çıkabilir misin? Aşağıya inmesin bir süre'' dedikten sonra kadının karşısındaki koltuğa oturdum. ''Sizi dinliyorum'' Yine aynı resmiyette devam etmeye mecbur hissediyordum kendimi. Her ihtimale karşı.

''Başınıza gelenleri biliyorum. Az önce savcının yanındaydım.'' İki dizinin üzerinde duran elleriyle yüzünü kapatıp derin bir nefes alıp verdi. ''Ben aslında nereden başlasam bilemiyorum. Çağla'ya çok yalvardım. Bırak bu intikam işini, hayatını yaşa, sevdiğin adamla mutlu ol, kimsenin hayatını mahvetme dedim ama bir türlü dinletemedim. Takıntısı gözünü kör etmişti. Sürekli Uygar'ı öldürmekten bahsedip duruyordu. Öldürmeden önce hayatı ona zehir edip ondan sonra da öldüreceğim diyip kendince planlar yapıyordu.'' Ağlamaktan bir hal olmuş gözlerinden yeniden yaşlar süzülmeye başladı. Yaşanılanları kabullenemiyormuş gibi başını sağa sola sallamaya başladı.

''Hepiniz pırıl pırıl, gencecik insanlarsınız. Bir anne olarak nasıl başka bir annenin yüreğinin yanmasına müsaade edebilirdim? Çok engel olmaya çalıştım. Ama olmadı. Bildiğini okudu ve olan en sonunda kendisine...'' Cümlesini tamamlayamadan elleriyle yüzünü kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladı. He şey bir yana anneydi karşımda oturan kadın. Kendisinin de söylediği gibi evladını toprağa vermiş acılı bir anne.

Kalkıp yemek masasının üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurup kadının yanına oturdum. Titreyen elleriyle bardağı alıp bir yudum içtikten sonra bana doğru dönüp ellerimi tutunca bedenim buz kesti. ''Çağla'nın Uygar'a iftira attığının farkındayım'' dedi birden. ''Sürekli diyordu çünkü. Onu öldürmeden başına açabildiğim kadar bela açacağım ve en sonunda da öldüreceğim, diyip planlar yapıyordu. Bu da o planlardan biri biliyorum.'' Sesimi çıkaramadım. Evet, Uygar öldürmemişti ama Hakan'ın ölümünden biz sorumluyduk. O gün orada olan herkes aynı şeyi istiyordu ve bunu yapan da ben olmuştum.

''Uygar'ı öldürmeyi başaramadı ama hayatımızı mahvetmeyi başardı, bundan emin olabilirsiniz.'' Zaten acıyla kıvranan kadına bunları söylüyor olmak beni biraz üzse de içimde tutamıyordum artık.

''Biliyorum,'' dedi titreyen, kısık bir sesle. ''İşte bu yüzden bugün savcının yanına gittim ve ifade verdim. Çağla'nın artık hastalık boyutuna ulaşan intikam hayalinden bahsettim onlara. Uygar'ı oradan çıkarabilecek ne varsa anlattım. Umarım bir faydası olur da daha fazla orada kalmaz.'' Bir yanım hâlâ kadının tavırlarında şüphe çekecek bir şey ararken diğer yanım anlayışlı tavrına inanmak istiyordu.

''Çağla'nın size yaşattıklarından sonra elimden sadece bu kadarı gelir. Kızımın ölümünden sizi asla sorumlu tutamam. Acı olsa da biliyorum ki bu sonu o kendi elleriyle hazırladı kendine. İçimin yanması sadece engel olamayışımdan. Beni anlıyorsun değil mi?''

''Anlıyorum,'' dedim düşünmeden. ''Ayrıca Uygar'ın lehine ifade verdiğiniz için de teşekkür ederim.'' Cebinden bir peçete çıkarıp gözlerini kuruladı ve elinden geldiği kadar gülümsedi. ''Bu arada'' diyip çantasını kucağına aldı ve biraz kurcaladıktan sonra çıkardığı zarfı bana uzattı. ''Gizem'in babasını görmek isteyeceğini düşündüm.'' Zarfı alıp açtığımda içerisinden üç tane fotoğraf çıktı. En üstteki fotoğrafta bir kadın ve adam birbirlerine hafifçe sarılmış gülümsüyordu. Biraz daha dikkatli bakınca kadının Uygar'ın annesi olduğunu fark ettim ve şaşkınlığımı gizleyemeden başımı kaldırıp baktım.

''Eşim öldükten sonra eşyalarını toparlarken bulmuştum bu fotoğrafı. Neden bilmem, atamamıştım bir türlü'' dedi ve omuzları hüzünlü bir tavırla kalkıp indi. Tekrar fotoğrafa baktığımda Gizem'in anne ve babasının aynı kare içerisinde olduğu bir fotoğrafın varlığına sevinmeden edemedim. Bir altındaki fotoğrafta babasının tek başına bir ağaca yaslanırken çekildiği hali vardı. Son fotoğrafta ise yine annesi ve babasının yan yana oturup el ele tutuşarak çekildikleri vardı. En güzel ayrıntı ise annesi burada Gizem'e hamileydi. Üçünün aynı karede var olduğu bir hatıra... Yaşadığı bunca travmadan sonra Gizem'e çok iyi gelecekti bu fotoğraflar.

''Gizem adına bu inceliğiniz için çok teşekkür ederim.'' Rica ettikten sonra çantasını omzuna asarak ayağa kalktı. ''Sizi daha fazla tutmayayım ben. Çağla'nın evini toparlamak için birkaç gün daha İzmir'de kalacağım. Eğer tekrar ifade vermem gereken bir durum olursa lütfen bana ulaşın. Karakola numaramı bırakmıştım zaten.'' Tekrar teşekkür edip kadını kapıya kadar geçirdim ve ardından koşar adım merdivenleri çıkıp Gizem'in odasına birden giriverdim. Zeynep abla bu ani girişimden korkup ayağa fırlasa da yüzümdeki gülümsemeyi görünce duraksadı.

''Bir sorun yok Zeynep abla, korkma'' diyince oh çekti. ''O zaman ben aşağıya iniyorum. Ocakta yemeğim vardı.'' O odadan çıkınca Gizem'e baktım. Uygar'la görüştükten sonra eve gitmek istediğini söylemişti. Benim sorguda olduğum sırada Birkan onu eve bırakıp dönmüştü. Yol boyunca ağladığını biliyordum. Ama neyse ki bugün yaşadığı yıkımdan sonra ona mutluluk verecek olan şeyi iki parmağımın arasında tutuyordum. Zarfı havada salladım. ''Sana bir sürprizim var.''

''Sürpriz mi?''

''Evet!'' Yatağının üzerine oturup hızlı bir şekilde bağdaş kurdum. ''Bir ara bana babanın nasıl göründüğünü merak ettiğini söylemiştin ya hani işte bu zarfın içinde merakını giderecek bir şey var'' Çocuksu bir mutlulukla gözlerinin içi parlamaya başladı anında. ''Derin abla gerçekten mi?'' Evet der gibi başımı salladığımda elime atılıp zarfı aldı ve heyecanla içindeki fotoğrafları çıkardı. Gözlerindeki mutluluk yerini hayranlık ve şaşkınlık dolu bakışlara bırakırken bu ana tanıklık etmenin mutluluğu ile onu izliyordum.

En üstteki fotoğrafa bakarken bir ara parmakları ürkekçe annesinin yüzünde gezindi. Sonra sevgisini gülüşüne yansıtarak babasının saçlarını okşadı. ''Mutlu görünüyorlar'' diyip bana baktı. Puslanan gözlerinden mutluluk yağmurları yağmaya başladı başlayacaktı. Ardından diğer fotoğrafa baktı. ''Sanki onu daha önce görmüş gibiyim biliyor musun Derin abla.'' Dikkatle fotoğrafa bakmaya devam ettiği sırada aklıma Uygar'ın anlattığı o gece gelince istemsizce ürperdim. Görmüştü gerçekten de. Babası sandığı adamın da asıl babasının da öldüğü o gün görmüştü. Ama iyi ki de hatırlamıyordu. Öyle kötü bir şekilde hafızasına kazınmasındansa böyle, annesiyle aynı karede gülümserken görmesi daha iyiydi.

''Baksana, burada ben de varım'' diyerek güldü ve fotoğrafı çevirip annesinin karnını gösterdi. ''Tek aile fotoğrafımız... Bunu odama asabilir miyim?''

''Tabii asabilirsin. Ben sana aşağıdan bir çerçeve ayarlayayım'' diyip kalktım ve koridora çıktım. Olacağını sanmıyordum ama ola ki Gizem babasının yüzüne baktıkça o güne dair bir şeyler hatırlarsa hiç iyi olmazdı. Yaşadığı travma ile hafızasından silinen o anları ben bile gözümde canlandırmak istemezken onun hatırlayacak olduğunu düşünmek bile istemiyordum.

Aşağıya inip boş bir çerçeve bulduktan sonra Gizem'e götürdüm ve ''aile fotoğrafım'' dediği fotoğrafı çerçeveye koyup yatağının karşısında duran duvara astık. Diğerlerini de yastığının altına koyup uyumak istediğini söyleyince tek başıma aşağıya indim.

Geçen birkaç saatin sonunda yemek masasının kurulmasına yardım ederken zil çaldı. Bu sefer kimin geldiğini biliyordum. Gidip kapıyı açtığımda gözüme ilk çarpan şey Ahsen'in elindeki papatya demetiydi. ''Hoş geldiniz'' diyip içeri girmeleri için kenara çekildiğimde Ahsen çiçeği bana uzattı.

''Senin de moralin bozuktu bugün. Ne iyi gelir diye düşündüm, Emre papatya sevdiğini söyledi'' dedi. Çiçeği alıp gülümsediğim sırada Emre imalı bir ses tonuyla ''Papatya Hanım'' diyerek Little Man'i anmadan geçmedi. Gülerek teşekkür edip arkalarından salona yürüdüm. Çiçekleri bir vazoya yerleştirdikten sonra çoktan sohbet etmeye başlamış olan Deniz ve Emre'nin karşısına oturdum.

''Bugün Çağla'nın annesi geldi.'' Konuya direkt girmenin en doğrusu olacağını düşününce konuşmaları bir anda yarıda kaldı.

''Ve sen de şimdi mi söylüyordun bunu bana? Aferin Derin, aferin abicim.'' Siteminde haklıydı ama hemen anlatsaydım akşamı beklemeden geleceğini bildiğimden anlatmamıştım.

''Sakin kafayla konuşuruz diye...''

''Niye gelmiş? Anlat bakalım.'' Ahsen'e ona acıdığımı belli eden bir bakış attım. Kızcağız kanser gibi bir sorunun pençesinden kurtuldum derken böylesine bir kaos ortamının içerisinde bulmuştu kendini.

''Ne olsun işte, kadın doğal olarak perişan bir haldeydi. Çağla'nın en başından beri Uygar'ın başını belaya sokup ardından onu öldürmek için planlar yaptığından bahsetti.''

''Hâlâ aklım almıyor. Bu kadar adam nasıl fark edemedik o iblisin gerçek yüzünü? Akıl işi değil yemin ederim.''

''Annesi savcılığa ifade vermiş bugün. Çağla'nın psikolojisinin bozuk olduğunu Uygar için yaptığı planları anlatmış. Yani anlayacağın Uygar'ın lehine konuşmuş.''

''Bu işinizi mahkemede fazlasıyla kolaylaştıracaktır'' diyerek konuya dâhil oldu bir anda Ahsen. ''Bu arada bir şeyler düşündü mü? Bir planın var mı?'' Başımı salladım. Geçen bu birkaç saat içerisinde kafamın içerisinde bin bir tane senaryo dönüp durmuştu. Kusursuz olmasını istiyordum. Hem mantıklı hem de basit, göze batmayan bir şey olmalıydı. Neyse ki bulmuştum da.

''Yemekten sonra rahatça anlatırım. Masa hazır, hadi.'' Hep birlikte kalkıp masaya geçtik. Gündüz stresten sohbetlere pek dâhil olamamıştım ama bu sefer aynı şeyi yapmayıp Ahsen'le sohbet ettik. Hastalığı yüzünden eğitimini yarıda bırakıp İzmir ve yurtdışı arasında mekik dokuyarak geçmiş üç yılı. Babasının savcı olduğunu bugün öğrenmiştik. Annesi de bir ilkokulda öğretmenmiş ve benimle yaşıt bir tane de kız kardeşi varmış.

Sohbet ettikçe Emre'yle ne kadar güzel uyuştuklarını görüyordum. İkisi de farklı yönlerden darbe almış yüreklerini aşkın şefkati ile iyileştirecek gibi görünüyordu. Yakında hepimiz için bir şeyler yoluna girdiğinde geriye bir tek Birkan'ın içini yakan acısını dindirmek kalacaktı. Bunun içinde hepimiz taşın altına elimizi koymaya hazırdık zaten. Hep birlikte mutlu olmanın bir yolunu illa ki bulacaktık.

''Hazırsanız anlatmaya başlıyorum.''

''Seni dinliyoruz'' diyip koltuklara oturdular.
''Öncelikle eminim ki bugün baban sana eve gittiğinde bizi nereden tanıdığını soracaktır. Sende Emre'nin erkek arkadaşın olduğunu ve bizimle de Emre sayesinde tanıştığını söyleyeceksin. Sonra babana soruşturma ile ilgili sorular sormaya başla. Ölen adamın hangi gün öldürüldüğünü sor laf arasında. Söylemesi için ısrarcı ol ama. Söylediği zaman da oyunculuğunu biraz devreye sokman gerekecek.''

''Nasıl yani?'' diye sordu bir Emre'ye bir bana bakarak. ''Yani şöyle,'' diyip duraksadım. ''Günlük yazar mısın bu arada?''

''Evet,'' cevabını alınca gülümsedim. ''Güzel. Devam ediyorum anlatmaya. Oyunculuktan kastım çok büyük bir şey değil. Baban sana Hakan'ın öldürüldüğü tarihi söyleyince kaşlarını çatıp 'nasıl yani?' diye sor. Sonra da o gün böyle bir şey olamayacağını çünkü o gün Emre'nin seni arkadaşlarıyla tanıştırdığı gün olduğunu söyleyeceksin. Eh, baban doğal olarak ilk başta inanmayacaktır belki de ama orada da günlük devreye girecek. O da şu şekilde olacak; baban sana inansa da inanmasa da sen hemen atlayıp o günü günlüğüne bile yazdığını getirip gösterebileceğini söyleyip odana gideceksin...'' Tekrar duraksadım ve kalkıp içki dolabının yanındaki sehpada duran kâğıdı alıp geri döndüm.

''Eve gider gitmez günlüğüne bu yazdıklarımı geçir ve babana da günlüğü götüreceğin sırada defterin üzerine o günün tarihini at, tamam mı?'' Üçünden de ses çıkmıyordu. Hepsinin yüzünde şaşkın bir ifade olduğunu fark edince ne oldu, diye sordum.

''Çok kitap okumanın faydaları mı desem, yaşadıklarının ufkunu genişletmiş olabileceğini mi düşünsem bilemedim valla abicim.''

''Her ikisi de desek yalan olmaz valla Emre.'' Ahsen bir süre elindeki kâğıtta yazanları okuyup bakışlarını bana çevirdi. ''İşe yarar mı dersiniz?'' diye şüpheyle sordu.

'' Babanın soruşturma üzerindeki devamlılık isteğini biraz olsun törpüleyeceğine eminim. Eğer sana güvenen bir baban varsa bu iş olacaktır. Hem Çağla'nın annesinin ifadesi de var unutmayın.''

''Güya ikiziz. Şu kızdaki aklın yarısı bende olsa...'' Söylediğini mutfaktakiler bile duyunca herkesi bir gülme aldı. Planın bir saat gibi işleyeceğine olan inancımız ve beklenmedik bir şekilde lehimize yapılan ifade sayesinde üzerimizdeki ağırlık bir nebze olsun kalkmıştı. Uygar'ı çok kısa bir süre sonra yeniden evin içinde görecek olma düşüncesi bile içimi kıpır kıpır ediyordu. Az kaldı sabret, diye içimden kendimi teskin ederken Emre ayağa kalktı.

''Madem plan proje hazır o zaman uygulamaya bir an önce geçsek iyi olur.''

''Aynen, eve gidip babam gelmeden önce şu günlük işini halledeyim.'' Normal bir zamanda olsak oturmaları için ısrar ederdim fakat dedikleri gibi bir an önce şu işi halletmek gerekti.

''Şu belayı başımızdan bir def edelim Uygar için de hep birlikte bir yemek ayarlarız. O zaman daha çok sohbet etmeye vaktimiz olur hem'' dediğim sırada kapıya varmıştık bile. ''Bu arada Ahsen'' diye seslendiğimde dönüp baktı. ''Mecbur olmadığın halde böylesi bir sorumluluğu aldığın için teşekkür ederim. Bu iyiliğini asla unutmayacağım.'' Mütevazı bir gülümseme ile omzumu okşayıp ''Sen sevdiğin adam için benden bir ricada bulundun ben de sevdiğim adam için bu ricayı geri çevirmedim. Lafı bile olmaz'' diyip göz kırptı.

''Beni mutlaka haberdar edin gelişmelerden'' diyerek ikisini de yolcu edip içeri girdim. Bu sefer bitecekti galiba. Ömrümüzden kahırla eksilip giden takvim yapraklarının sonuncusunu yakında koparıp attık mı istediğimiz düzeni kurabilecektik.

''Ben biraz uyusam olur mu?'' Esneyerek salona döndüğüm sırada annem elindeki çay bardağını masaya bırakıp yanıma geldi. Aradaki duvarı tamamen yıkmış olduğumuzdan gönül rahatlığıyla yüzümü avuçlarının arasına aldı ve saçlarımdan öptü. ''Seni uyutmamı ister misin?'' Teklifi bir anlığına şaşırtsa da annemin kolları arasında uykuya dalma düşüncesi heyecanlandırmıştı.

''Çok isterim'' diyince koluma girdi ve birlikte yukarı çıktık. Yatakta oturup üzerimi değiştirmemi beklediği sırada bana ve Deniz'e halime olduğu dönemleri anlatmaya başladı. Adlarımızı Duru ve Demir koymayı istediğini söylediği anda sessizleşti. Geçip yanına oturduğumda yüzüme baktı.

''Doğumdan iki hafta önce senin için oyuncak bir bebek Deniz için de küçük bir oyuncak araba almıştım. Doğumdan sonra yıllarca o bebeğe sarılıp ağladım.'' Bir an burnunu çeker gibi oldu ama hemen kendini toparlayıp gülümsedi. ''Ama bak, şimdi sana sarılıp uykuya dalışını gülümseyerek seyredeceğim.''

''Masal da anlatırsın o zaman'' diyerek güldüğümde ''anlatırım tabii. İstediğin bir masal var mı yoksa anneciğinin hayal dünyasını mı kurcalamak istersin?''

''Küçük yunus balığını masal gibi anlatsan olur mu?''

''Neden olmasın?'' dediği anda küçük bir çocuk gibi yatağın üzerinde emekleyip battaniyenin altına girdim. Annem benden de çocuksu bir heyecanla yanıma kıvrılırken cesur olup başımı sol göğsüne yasladım. Aklıma yıllarca anne dediğim kadının yollarında uyuduğum anlar düştü ister istemez. Uzun zamandır içimde cevap bulamadığım bir soru da ardından kafamın içinde yankılandı. ''Seni doğuran mıdır anne yoksa seni büyüten mi?'' Cevap veremiyordum bu soruya. Babamın acımasızlığının faturasını iki anneme de kesemiyordum. İkisi de kendince haklıydı. Yıllarca anne dediğim kadına olan tek kızgınlığım evlatlık olduğumu bana söylememesinden dolayıydı ama şu an kollarında olduğum anneme Hakan konusu dışında bir kabahat bulamıyordum. Kaybettiğimiz bunca yıl benden çok onu yaralamıştı çünkü.

Beni büyüten, sevgisinden ve ilgisinden mahrum etmeyen annemin hakkını asla ödeyemezdim. Bu bir gerçekti ama şöyle de bir gerçek vardı ki öz annem ile kaybettiğim yılları telafi etmek istiyorsam beni büyüten annemi gönlümde koyduğum yere onu da koymalıydım. İşte bu yüzden şu an kollarının arasındaydım.

Kendimi dinlemekten annemin masal anlatmaya çoktan başladığını fark etmemiştim bile. Hiç bozuntuya vermeden kendimi anın akışına bırakıp elimi karnının üzerine koydum ve gözlerimi kapadım. Kollarının arasında şarkı mırıldanarak uyutan bir sevgiliden sonra masal anlatarak uyutan bir annem olmasının mutluluğu kanıma hafiften karışmaya başlarken düşüncelerim ağırlaştı. Aramızdaki anne-kız asıl ilişkisi şimdi başlamıştı. Küçük Yunus'un şahitliği eşliğinde.


GÖLGE - VADEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin