3. BÖLÜM
Biliyorum, bölüm için çok beklettim ama cidden elimde olmayan sebeplerden ötürüydü bu gecikme. Yine de uzun bir bölüm olduğu için affedersiniz diye umuyorum. Hadi iyi okumalar size!
Yaşanılan ufak çaplı tartışmanın üzerinden birkaç saat geçmişti fakat ikimiz de hala sessizliğimizi koruyorduk. Ben elime aldığım bir romanla oyalanmaya çalışırken o bahçeye açılan kapının önünde dışarıyı izliyordu. Kafasından ne geçiyordu bilmiyorum ama yüzündeki gergin ifade pekte hoş şeyler düşünmediğini açıkça belli ediyordu. Bu halleri ya da o tartışmanın üzerine söyleyeceği herhangi bir şey fikrimi değiştirmeye yetmeyecekti. Kararımı çoktan verdiğim için ağzından itiraz içerikli çıkacak her bir kelimeye kendimi kapatacaktım. Şu an için buna tepki gösterecekti belki ama buradan kurtulduğunda o da en doğru olanı yaptığımı anlayacak ve bana hak verecekti.
Sıkıntılı bir iç çekişin ardından elimdeki kitabı yastığın üzerine koyup ayaklandım. Bu hareketlilik dikkatini çekmiş olacak ki dönüp bana baktı. Anlaşılan ilk adımı benim atmam gerekiyordu. Daha fazla susup oturmakla elimize hiçbir şey geçmezdi.
''Mutfağa gidiyorum, bir şey istiyor musun?'' diye sorduğumda biraz durdu sonra sandalyesini bana çevirdi. ''Sigara bulabilir misin?'' dediğinde bir şey demeyip evet dercesine başımı salladım ve odadan çıktım. Onun sigara istemesi bende de bir şeyler içme dürtüsü yaratınca dönüp salonun köşesindeki mini bara baktım. Uzun zamandır içmediğimi daha yeni fark ediyormuş gibi yutkunduğumda o tarafa doğru yönelmiştim bile. Mini barın önüne geldiğimde elimi arkalarda duran bir viski şişesine attım ve yavaşça kapağını açıp şişeyi burnuma götürdüm. Keskin kokusu bir an genzimi yakınca geri çektim. Uzun bir aradan sonra içmek için ağır bir başlangıçtı bu. Yine de kendime yenik düşüp bir bardağa içkiden doldurdum ve içkiyi tekrar kokladım. İçimde bir huzursuzluk oluştu ve bardağı tezgâha koydum. Bir anda içim ürperdi ve zihnimin içerisinde canımı yakan bir görüntü belirdi.
Uygar'ın oturduğum koltukta üzerime eğilişi ve kulağıma fısıldadığı o sözler... ''Ben yanında olmadığım müddetçe içemezsin.'' Sanki viskiyi içmişim gibi boğazımda acı bir tatsızlık oluştu ve yutkunmakta zorlanıp tezgâha tutundum. Yanımda yoktu. Belki de bir daha asla olmayacaktı ama bu ona verdiğim sözlere ihanet edebileceğim anlamına gelmiyordu.
Cennetin yasak meyvesi gibi tezgâhın üzerinde duran içkiyi geri şişesine koyup mutfağa doğru hızlı adımlarla ilerledim. Mutfakta oturan iki tane takım elbiseli adamı görünce duraksadım fakat hala boğazımdaki o acı his kelimelerin geçidini tıkıyordu. Birkaç saniye boyunca anlamsızca adamlara baktıktan sonra sigaraları olup olmadığını sordum. İlk baş birbirlerine bakıp verip vermeme konusunda tereddüt etseler de bir sorun olmayacağını söylediğimde içlerinden birisi cebindeki paketi çıkarıp uzattı. Bir şey demeden direkt odaya döndüğümde Deniz elimdeki paketi görünce bana doğru hareketlendi.
''İki senedir sigara içmiyor olduğumu düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyorum'' dedi, elimden aldığı paketten bir tane çıkarıp yakarken. Yatağının kenarına oturup büyük bir hazla sigara dumanını içine çekişine baktım. Fakat saniye sürmeden öksürmeye başlayınca elimle önümüzde yayılan dumanları dağıtmaya çalıştım. ''Yavaş ol! Bak kendin söyledin. Uzun zamandır içmiyorsun. Fazla yüklenme'' Uyarıma rağmen sigarayı içmeye devam etti. Parmaklarının arasındaki sigarayı bana doğru uzatıp içer misin gibisinden bir bakış attı. Hayır dediğimde ise içmeye devam etti.
''Kaç yaşından beri kullanıyorsun?'' diyince sigaraya olan odağını bana yöneltti. ''On dört'' gözlerim kocaman açılırken ''on dört mü?'' diye şaşkın bir şekilde sordum.
''Bakma öyle, öylesi bir ortamda sadece sigarayla kaldığıma annem bile şükrediyordu'' Bunu söylerken yüzünde garip bir ifade oluştu. Gülümseme ve acı çekme arasında bir şey... ''Öylesi ortamdan kastın ne, anlayamadım'' diye sordum. Sigarasını söndürüp kutuyu yatağın üzerine attı ve gerindi. ''Babam...'' dedi, gerindiği sırada. ''Senin anlayacağın tabirle biraz 'pis işleri' olan bir adamdı. Dışarıdan bakınca saygın bir iş adamı ama dışı seni içi bizi yakıyordu işte.'' Anlaşıldığı üzere babası mafya gibi bir şeydi. Ya da Hakan gibi dışarıdan iş adamı görünümlü ama her türlü illegal işte bir numaralı biriydi.
''Seni zorla pis işlerine mi alet ediyordu?'' Sorduğum soruların canını yakmasından endişelenmiyor değildim ama hakkında bir şeyler bilmek istiyordum. ''Zorlamıyordu ama zorunlu hissetmemi bir şekilde sağlıyordu.'' Bir süre sustu. Bu sessizliği zamanında pekte güzel şeyler yaşamamış olmasını anlatan bir fragman gibi duruyordu karşımda. ''İlk başlarda zevkli geliyordu her şey'' diye söze girince anlatmaya ihtiyacı olduğunu anladım. ''Ne bileyim... Bir sürü takım elbiseli adam, her birinin belinde silah, tek bir telefonla arabalara doluşup gitmeleri... Aksiyon filmi gibi geliyordu bana, hoşuma gitmiyor da değildi. Ama işin içine dâhil olmaya, babamın belime sıkıştırdığı silahı kullanmaya başladıkça durum değişti.'' Yatağın üzerine koyduğu paketten bir tane daha sigara çıkarıp yaktığı o kısacık süre içerisinde kafamda canlandırdığım o görüntüler bile üzülmeme yetti. Küçük bir çocuk ve elinde tuttuğu, vicdani sorumluluğundan kat be kat ağır bir silah...
''Annen buna nasıl müsaade ediyordu?'' diye sorunca omuz silkti. ''Defalarca babama yalvardığını hatırlıyorum. Babamınsa hiçbirine aldırış etmeyişini... Sonuç olarak babamdan sonra bu işi devam ettirecek kişi ben olarak görülüyordum. Bu yüzden küçük yaşta her şeyi öğrenmem gerektiğini düşündüğünden kimseyi umursamıyordu babam.'' Böylesi bir hikâyesi olduğunu hiç düşünmemiştim. Tek sorun Hakan'dır diye düşünürken çok daha fazlasıyla mücadele ediyor oluşunu öğrenmem afallamama sebep olmuştu.
''Boşver beni, sen anlat. Seninkiler nasıldı?'' Daha sorusu ile birlikte yüzüme bir gülümseme yayıldı. O güzel günleri düşünmek hem güzel hem de bu kadar acı verici olmamalıydı. ''Babamın işi yüzünden tanınan bir aileydik. Babam ailesine düşkün bir iş adamı annem de kendini eşine ve çocuklarına adamış bir ev hanımıydı. Aslında babamla evlenmeden önce piyano öğretmenliği yapıyormuş ama babamla evlenince tek öğrencisi benle ablam olduk.'' Onun aile profilinden sonra bunları ona anlatıyor olmak beni biraz üzüyordu ama şu an en az onun kadar benim de canım yanıyordu.
''Çevremizdekilerin parmakla gösterdiği bir aileydik. Ta ki Hakan gibi bir yıldırım evimizin üzerine düşene kadar...'' O an ikimiz de iç çekip duraksadık. Ne denebilirdi ki şu durumda? Birbirimize vereceğimiz hangi teselli yaşanan iyi ya da kötü günler için avuturdu bizi?
''Pekte kader ortağı sayılmazmışız'' diyerek sessizliği bozunca bir an anlattıklarımdan dolayı pişmanlık hissettim. ''Baksana en azından mutlu bir ailenin ne demek olduğunu biliyorsun.'' İçindeki acıyı dindirebilecek tek kelime yoktu şu an zihnimde. Mahcup gözlerle yüzüne baktığım esnada kurtarıcı bir ses odanın kapısının önünden yükseldi.
''Derin Hanım, Hakan Bey sizi ve Deniz'i salonda bekliyor.'' Resmiyet kokan bir ses tonuyla konuşan doktora karşı hiçbir tepki vermeyip ayağa kalktım. Deniz'i de alarak kapıya yöneldiğimde kapıyı sonuna kadar açıp önünden çekildi ve direkt görüş açımıza giren Hakan'a bakarak salona ilerledik. Deniz'i tekli koltuğun yanına yaklaştırıp oturdum. İkimiz de Hakan'a bakıyorduk ama o elindeki telefonla meşguldü. Bekleyiş bir müddet daha devam edince ''Sohbet için çayların gelmesini mi bekliyoruz?'' diye çıkıştım. Orada olduğumuzu yeni fark ediyormuş gibi bakışlarını üzerimizde gezdirdi ve telefonu kulağına götürdü. ''Tamam mı? Akşam... Ne diyorsam yap...'' Karşıdakinin suratına telefonu kapatıp tekrar bize baktı. ''Evet'' dedi yayarak. ''Gelelim asıl konuya'' Bakışları benim ve Deniz'in arasında gidip geliyordu. ''Artık bir şeyleri bilmenizde bir sakınca görmemeye başladım. Sonuçta artık ikinizce on sekiz yaşında iki yetişkinsiniz'' Bunları söylemek ona zevk veriyor gibi bir ifade vardı yüzünde. Ya da söyleyeceklerinin üzerimizde yaratacağı etkiyi bildiğinden böyle tatmin olmuş bir ifadeye sahipti.
''Baba rolleri kesmeyi bırak da sadede gel.'' Deniz sert bir çıkış yapınca Hakan'ın yüzü de gerildi. ''Sakin olmanı öneririm delikanlı. Bu fevriliğin yüzünden annenle görüşme biletini yakmak istemezsin öyle değil mi?'' İkimizin de surat ifadesi ciddileşirken Deniz arabasını Hakan'a doğru yaklaştırdı. ''Ulan, annemin saçının tek teline zarar verdiysen...''
''Ne yaparsın?'' diye sözünü kesti Hakan. ''Bu sakat halinle ne yapabilirsin, söyle hadi!'' Hakan'ın sözleri üzerine Deniz yumruklarını sıktı ve bir anda sandalyenin kenarına sert bir şekilde vurdu. Hakan buna karşı tepkisiz kalırken kalkıp tekerlekli sandalyeyi geri çektim.
''Lafı geveleme de söyle hadi. Ne annesi?'' diye sakince söze girdiğimde arkasına yaslandı. ''Ha şöyle! Bak ve biraz taktik öğren'' dedi Deniz'e, gözleriyle beni işaret ederek. ''Ne diyorduk? Ha, evet'' diyip oturduğu yere iyice yayıldı. ''Bazı şeyler oldu ve bu şeyler benim aldığım bazı kararları değiştirmeme neden oldu.'' Hala bilmece gibi konuştuğundan geriliyordum. Sadece Deniz'in sakat olduğunu unutuyordu. ''Bu akşam annen buraya gelecek ve görüşeceksiniz'' Deniz'e bakarak söylemişti bunu. Bunun üzerine Deniz'in çatık olan kaşları normale döndü ve yutkundu.
''Babam? O nerede? Annem ne zamandan beri senin elinde?'' diye peş peşe sorular yöneltince, Hakan gözlerini devirdi. ''Onları da akşam annenle konuşursunuz'' Bunun üzerine Deniz sessizliğini koruyunca bakışları bana döndü. ''Gelelim size, küçük hanım''
''Annemle görüşmek istiyorum. Tabii yalan söylemediysen'' Direkt lafa atlayınca duraksadı. ''Zamanı gelince onu da görmene izin vereceğim. Ama zamanı gelince...'' Karşısında bir çocuk olduğunu sanıyordu. Kim inanırdı bu yalanına? Annem yaşıyormuş... Yalancı pisliğin teki olduğunu suratına haykırmak istiyordum. ''O zaman?'' diyerek yüzüne bakınca o da aynı şeyi söyleyip düşünür gibi havaya baktı. ''Yarın ufak bir gezintiye çıkacaksın. Uzaktan da olsa arkadaşlarınla hasret gidereceksin'' Bir anda kalbim teklerken heyecanımı ona belli etmemeye çalıştım. ''Nasıl yani?'' dediğim sırada ayaklandı. ''Yani sen onları göreceksin fakat onlar seni göremeyecek. Bununla idare edebilirsin, değil mi?'' diyip ikimizin arasından geçti ve yukarı kata yöneldi.