14. Bölüm

2.9K 148 24
                                    


                                                                               14. BÖLÜM
Bugün sınava girecek olan sevdicekler, size moral niyetinde bir bölümle geldim. Hadi bakalım, iyi okumalar.

Sıradan bir yaşam... Sahi, nasıl oluyordu sıradan bir yaşam? Her gün işe veya okula gidip kalan zamanlarında sevdiklerinle vakit geçirmek, kendine zaman ayırıp eline bir kitap alıp okumak ya da film izlemek, biraz bahçe işleriyle uğraşmak belki de biraz kendini şımartıp gün boyunca yataktan çıkmayıp uyumak... Böyle oluyordu değil mi? Şöyle dönüp de kendi yaşam sınırlarımda bir gezinti yapınca en son ne zaman normal bir insan gibi yaşadığımı hatırlamak bile güç geliyordu artık. Normal bir seyir izlemesini istediğim hayatımda işler hiçte normal olmayan bir şekilde ilerlemeye devam ediyordu.

Çoğu insanın içinde bulunduğu ve içinde bulunmaktan sıkıldığı yaşamlarına sahip olabilme hayaliyle yaşıyordum resmen. Güne her uyandığımda aklıma gelen ilk şeyin bir katil olduğum gerçeği değil de saçlarımı o gün nasıl yapmam gerektiği ya da o gün ne giysem diye düşünmek olmasını çok istiyordum. Güldüğüm anlarda acaba bu gülüşlerimizi bozacak bir kötülüğü ne zaman yaşarız diye tedirgin olmak yerine acaba yazın tatile nereye gitsek diye düşünmek istiyordum. Normal bir yaşam sürmenin bizim için bu kadar zor olması Hakan'dan kurtulmuşken bile işte bu kadar zordu. Zihnimizde dönüp duran bir geçmiş varken gelecek kaygısı yaşamaktan ruhen normalleşemiyorduk.

Şu anda da normal hissetmek için her şeyimi verebileceğim bir andaydık işte. Birbirinin gözlerinin içine bakmaya korkan bir avuç insan ''acaba Çağla'nın sonu kimin elinden olacak?'' dercesine düşüncelere dalmış sessizce birbirinin öfkesini soluyordu. Şu anı kahkahalar atarak sohbet ettiğimiz, herkesin gözlerinin içinin güldüğü bir an olarak hayal etmek bile içimi ısıtırken bir sonraki cinayeti kimin işleyeceğini kafamın içinde döndürmeden duramıyordum.

''Hala aklım almıyor. Ben... Ağabey ben bunca zaman nasıl hiçbir şey sezemedim? Bu kadar gözü kör nasıl olabildim?'' Dizlerine sertçe vurup ayağa kalkınca herkes gözlerini sabitlediği noktadan çekip Birkan'a baktı. Uzun bir aradan sonra birinin konuştuğunu duymak algılamamda gecikmeye sebep olsa da Birkan'a baktım. ''Nasıl ya nasıl?'' diye hayıflanmaya devam edip yumruk yaptığı ellerini kafasına vurdu.

''Gözün kör değildi aslında,'' diyebildim herkes susmaya devam ederken. ''Sadece böyle bir şeyden şüphe dahi duymayacak kadar âşıktın, o kadar.''

''Aynen birader. Kendini suçlama. Her gün içimizde olmasına rağmen biz de bir şey anlamadık sonuçta.'' Emre'nin de araya girmesiyle Birkan duraksadı. ''Gözümün içine baka baka her birimizin kuyusunu kazmış. Kafayı yiyeceğim ulan!''

''Olan oldu. Oturup dizimizi dövecek, günlerce hayıflanacak halimiz yok,'' diyip ayağa kalktı Uygar. İçki şişelerinin olduğu dolaba doğru yöneldiğinde iç çektim. ''Başa gelen çekilir ama çok uzun süre çekebileceğimi sanmıyorum.'' Bardağa doldurduğu içkiyi bir yudumda içip bize doğru döndü. İçten içe sinirden köpürdüğünü biliyordum ama Birkan'ın canı daha fazla yanmasın diye tutuyordu kendini buna emindim. Gizem için duyduğu endişe gözbebeklerine sinmişti ve ben bunu hissedebiliyordum. Onunla arasında böylesine güzel bir bağ kurmuşken bir sorun çıkmasından elbette ki korkuyordu. Ama dışa vurmayıp içine atıyor oluşu da beni korkutuyordu. Bu daha sonradan büyük bir patlamanın yaşanacağının küçük habercisiydi çünkü.

Doruk'un el işareti ile Uygar'dan bir bardak içki istemesi üzerine Birkan da Uygar'ın olduğu tarafa yöneldi ve içki dolabından eline rastgele bir şişe alıp tepesine dikti.

''Dur oğlum, su mu sandın onu? Zaten kafan yerinde değil, bırak.''

''İçim yanıyor Uygar. Bırakın da sarhoş olayım. Düşünmekten kafamı koparıp atacağım yoksa.'' Haklı bir isyan olduğunu hepimiz kadar Uygar da bildiğinden elini içki şişesinden çekti ve Birkan'ın şişeyi tekrar tepesine dikmesine göz yumdu.

Birkan elindeki içki şişesiyle birlikte Doruk'un yanına oturduğunda bu sefer ben ayağa kalkıp Uygar'ın yanına gittim. Gözlerinin içine baktığımda sertçe yutkunup gözlerini kapatması içimi kemiren huzursuzluğumu ikiye katlarken kolumu beline sardım. Herkesin içinde onunla konuşmamı istemeyeceğini bildiğimden sol omzuna küçük bir öpücük bırakıp gözlerinin içine baktım. Yorgun yüz ifadesine rağmen gözleri kırık bir tebessümle kısıldı ve yanağını başıma yasladı. Her şeye rağmen eski alışkanlıklarından vazgeçemiyordu. Hâlâ o an içinde bulunduğu ruh halini sahte bir ruh halinin kılıfına sokuyor ve içinde bir yerlerde gizliyordu.

''Kimsenin uyuyabileceğini sanmıyorum ama hepiniz için oda hazırladık. Eğer çıkıp dinlenmek isterseniz...''

''Öldüreceğim onu, başka yolu yok'' Birkan sözümü hiç beklemediğim bir şekilde kesince Uygar'ın belinde olan elim gömleğini sıkıca avuçladı.

''Boşa koysam dolmuyor doluya koysam almıyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Durmayacak o, biliyorum. Yine kötülüğünü zehir gibi akıtacak içimize.''

''Ağabey iyice meslek haline getirdiniz siz bu adam öldürmeyi. Cinayet işlemek ne zamandan beri bu kadar sıradan oldu sizin için? Bir kendinize gelin. Hadi o herif neyse, geç onu. Onu öldürmek farzdı da Çağla'yı öldürmek nedir?'' Neredeyse oradaki varlığını bile unuttuğum Deniz varlığını hissettirmek istercesine sessizliğini bozduğunda Emre eliyle Deniz'i işaret etti. ''Adam haklı. Şu öldürme mevzusu bir kapansın. Kimse kimseyi öldürmeyecek.''

''Bunun için söz veremem,'' dedi Uygar sakince. ''Gizem'e bir şey yapmaya kalkarsa kendi ipini kendi çeker.''

''Eğer ölecekse de benim elimden olsun ölümü. İçimdeki öfke ancak öyle durulur.'' Sanki çok sıradan bir şeyden bahsediyor gibi Çağla'yı kimin öldüreceğini tartışıyor olmalarına daha fazla dayanamazken Birkan'ın sözleri içimdeki sabrı taşıran son damla oldu. ''Yeter!'' diyerek çıkıştım. ''Lütfen... Yalvarırım şu cinayet işleme planlarınızı bir kenara bırakın. Hakikaten bir kendinize gelin, lütfen!''

''Susayım dedim ama Derin haklı. Şu söylediklerinizi gerçekten aklım almıyor. Biraz mantıklı düşünün, Allah aşkına.'' Aslı en sonunda dayanamayıp yine ağlamaya başlayınca susmak zorunda kaldı. Çaresizce Uygar'ın kollarının arasından çıkıp Birkan'ın yanına gittim ve elindeki içki şişesini alp sehpaya bıraktıktan sonra önüne diz çöktüm. Salladığı dizleri dururken gözleri gözlerime çevrildi. O Uygar'ın aksine içinde ne varsa gözlerine tereddüt etmeden akıtıyordu. İçinde yaşadığı acının elbette ki tarifi imkânsızdı. Bu yüzden kelimelerimi buna göre seçmeliydim.

''Kalbinin üzerinde kocaman bir ağırlık var gibi hissediyorsun değil mi? Çağla sevdiklerine zarar verdiği için ondan intikam almak, yaptıklarını ona misliyle ödetmek istiyorsun öyle değil mi?'' Sakin ses tonum onun nefes alış verişlerini de sakinleştirirken başını evet der gibi salladı.

''İşte zamanında ben de bu istek ile yola çıktım. Ailemin ölümüne sebep olduğu için Hakan'ı öldürmek ve böylece ondan intikamımı almak istedim. Her günüm bunun hayalini kurmakla geçti benim. Ta ki o gün gelip o tetiği çekene kadar bunun bana mutlu hissettireceğini düşündüm hep. Evet, inkâr edemem. Onu öldürdüğüm an ondan kurtulduğum için mutlu oldum ama o günden beri her yeni güne uyandığımda aklıma ilk gelen şey bir katil olduğum gerçeği Birkan. Her ne kadar Hakan'ın yükünü omuzlarımdan atmış olsam da katil olduğum gerçeğinin bir ömür benimle olacağını bildikçe bir yanım hep buruk kalıyor. İstesem de normal insanlar gibi bir yaşam süremiyorum, süremem de zaten. Yani birini öldürmek, ardından da hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmek öyle sandığın kadar kolay değil.'' Günlerdir içimi kemiren gerçeği onu biraz olsun kendine getirmek için dışa vuruyor olmak şu an beni sarssa da güçlü görünmeye çalışarak dizlerini daha sıkı tutup gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Bana bakıyordu ama beni görmüyor gibi bir hali vardı. Önüne koyduğu terazide duyduklarını ve içindekileri tartıyor gibiydi. Dalgın bakışları bir anda puslanırken sessizce önünden kalkıp yanına oturdum.

''Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Onu öldürmek hepimiz için tehdit oluşturan birini ortadan kaldırmak anlamına geliyor ama senin için de ölene kadar sırtında taşıyacağın bir yükten başka bir şey olmayacak bu.''

''Ne yapacağız peki? Hırsı yüzünden her gün birimizin canını yakmaya başladığında susup oturacak mıyız?'' Başımı sağa sola sallayarak sırtını sıvazladım. ''Tabii ki de hayır. Ama öldürmek dışında seçeneklerimiz de var. Hatta onu ölümden daha beter edecek şeyler.'' Hepsi bir anda gözlerini bana çevirip sorgularcasına bakmaya başladı. ''Evet, var'' dedim arkama yaslanırken. ''Çağla'nın annesi hâlâ yaşıyor. Gizem'den başka kimsem yok dese de annesi var. Yani anlayacağınız zaaflarından yararlanmak onu geri püskürtmek için yeterli olacaktır.''

''Gizem'i ne yapacağız?'' Kuşkulu bakışların arasından Deniz'in sesi sıyrılırken Uygar'a baktım. Aynı soruyu soran gözleri yüzümde gezinince ayağa kalktım. ''Şu durumda Gizem'e her şeyi anlatmak şart oluyor. Eğer Çağla'nın ablası olduğunu bilirse ve ona karşı bizim istediğimiz gibi davranırsa bu da Çağla'ya geri adım attıracaktır.''

''Şu an yapmamız gereken tek şey Çağla'nın bir adım atmasını beklemek oluyor o zaman.''

''Aynen öyle'' diyerek Emre'yi onayladım. ''Bırakalım ilk hamlesini yapsın. O zaman kozlarımızı üstüne yıkmaya başlarız.'' Duydukları her birini biraz olsun sakinleştirmişe benziyordu. En azından ölümden, cinayeti kimin işleyeceği mevzusundan uzaklaşıyordu zihinleri.

Birkan ilk anlara göre daha sakin bir şekilde oturmaya başladığında diğerleri de sakinleşti. Ortamın nabzı normal seyrine düşünce hepsini zorla da olsa ikna edip onlar için hazırladığım odalara gitmeye ikna ettim. Deniz de odasına çekilirken Uygar'la sonunda yalnız kalmıştık. İçini dökme sırasının onda olduğunu ikimiz de biliyorduk. Şu saate kadar çok bile dayanmıştı ama diğerlerinin yanında renk vermemek için olabildiğince kendini tutmuştu. Bu belki de fark eden bir tek ben olmuştum ama onun istediği de buydu zaten biliyordum.

''Kır hadi kilidini. Sonunda baş başa kaldık,'' derken elimdeki ballı sütü önüne koydum. İlk önce bardağı eline alıp kaşlarını çatarak yüzüme baksa da gözlerimle bardağı işaret ettim. İçmekten pek hoşlanmadığı ballı sütten bir yudum alıp iç çekti.

''Ballı sütle mi kırmayı hedefliyorsun o kilidi?''
''Sana sevmediğin şeyleri bile yaptırabilme gücüm olduğunu görmen için getirdim o sütü. Bak, sevmesen de sırf getirdiğim için içiyorsun. Şimdi, dile getirmeyi sevmesen de sırf ben dile getirmeni istediğim için anlatmaya başlayacaksın.''

''Bakıyorum da bu zaaflar konusunda bayağı iyisin.'' Sütünden bir yudum daha alırken yüzünü ekşitince gülümseyip sandalyemi ona doğru yaklaştırdım. ''Yerinde kullandığın zaman çok güçlü silahlar olabiliyorlar,'' diye fısıldayıp göz kırptım.

''Çağla'da da işe yarayacak mı peki bu silahlar, emin misin?'' İşte dökülüyordu gözbebeklerinin ardına sindirdiği korkuları. Aklına Çağla'yı öldürmekten başka çıkış yolu gelmediğindendi tüm huzursuzluğu belki de.

''Kullanmamıza gerek kalmamasını dilerdim ama kullanmak zorunda kalırsak da işe yarayacağından eminim. Çünkü Çağla'nın Hakan'a karşı boynunu büken bir neden de annesiydi bunu o evdeyken öğrendim. Tamam, kadını kaçıralım, onu öldürmekle Çağla'yı tehdit edelim de demiyorum ama önüne öyle engeller çıkaralım ki adım atacak yeri kalmasın. Ki bunu yapabiliriz sen de biliyorsun. O tek, biz ise ona karşı kocaman bir ordu gibiyiz. Kim daha güçlü şu durumda tartışmaya bile gerek yok.'' Konuşurken bana bakmak yerine elinde evirip çevirdiği bardağa dikmişti gözlerini. İçi hâlâ rahat değildi, bunu her haliyle hissettiriyordu ama onu kafasında ağırlık yapan düşüncelerinden kurtarabileceğime olan inancım tamdı.

''Yapma Uygar. Gören de muhteşem hayatlarımızda karşımıza çıkan ilk sorunun bu olduğunu sanacak. Hakan'ın tahtını bile ateşe vermişken bu neyin çaresizliği böyle?''

''Benim canımı sıkan bunlar değil ki. Çağla'yı mı gözümde büyüttüğümü sanıyorsun sen?''

''Öyleyse bu durgunluğunun sebebi ne?''

''Gizem,'' dedi gözlerini sıkıca kapatıp eliyle şakaklarını sıkarken. ''Yaşadığı bunca şeyden sonra bir de bunun yükünü sırtlamasını istemiyorum. Onu daha yeni kazanmışken kaybetmek... Hadi Çağla ile gitmek isterse? Çağla'nın kendisiyle kurduğu bağ benim ondan yıllarca esirgediğim sevgiden üstün gelirse ne yapacağım?'' Bu duyduklarım beni bir anlamda mutlu ederken bir yandan da üzecek kadar karmaşık şeylerdi. Yokluğumda Gizem'i böylesine benimsemesi hâlâ çok hoşuma gidiyordu ve şu anki kaygısı da haklı bir kaygıydı. Kaybettiği zamanı telafi etmek için nasıl çabaladığına her gün şahit oluyordum. Fakat düşündüğü gibi bir şey ile de karşılaşacağımızı sanmıyordum.

''Boşuna endişeleniyorsun,'' dedim aklımdakileri toparlayarak. Yine de gözlerime bakmadığını görünce elindeki bardağı masaya koyup ellerini sıkıca tuttum. ''Uygar, gerçekten boşuna korkuyorsun. Sence Gizem Çağla'yı bize tercih edebilecek kadar çok seviyor olabilir mi? Tabii ki de hayır. Onun ablası olduğunu öğrenmenin Gizem için pek bir şey ifade edeceğini sanmıyorum. Onu asıl etkileyecek olan babası sandığı adamın aslında babası olmadığını öğrenmek olacak bence. Bunun sarsıcı etkisini de bizim, en çok da senin desteğinle atlatacaktır eminim.''

''Öyle mi dersin?'' diye umuda tutunmaya çalışan bir ses tonuyla sorarak yüzüme baktı. ''Elbette. Gizem sandığından daha olgun ve akıllı bir kız. Sana olan sevgisi de tahmin edebileceğinden daha fazla.'' Söylediklerim gergin yüz ifadesini yumuşatıp duygularını okşamış olacak ki derin bir nefes alıp bana döndü. Onu rahatlatabildiğimi gördükçe benim de iyi hissettiğimi biliyordu.

Avuçlarının arasındaki ellerimi sımsıkı tutarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve öylece gözlerimin içine bakmaya başladı. ''Böyle anlarda beni rahatlatmayı başarabiliyor olman öyle hoşuma gidiyor ki...'' Gülümsediğim sırada dudaklarımı yavaşça öpüp yüzünü yine aynı hizaya getirdi. ''Bir ara annene seni dünyaya getirdiği için teşekkür etmeyi düşünüyorum.'' O bunları söylerken aklıma Hakan'a teşekkür ettiğim gün gelince duraksadım. Ona, hayatımı mahvetmeseydin Uygar'a sahip olamayacaktım, dediğim andaki surat ifadesi gözlerimin önüne gelince gülümsemeden edemedim.

''Kötü başlayan her konuşmanın sonu nasıl oluyor da şöyle bir atmosferle son buluyor anlamıyorum,'' diyip biraz geri çekildim. ''Bu kadar garipliğin içinde aklını bu mu kurcalıyor gerçekten?'' Evet der gibi başımı sallayınca gözlerini kapatıp dudaklarını büzdü ve güldü.

''Dengesizliklerimizle dengede tuttuğumuz bir ilişkimiz olduğunu kabullenmelisin artık ufaklık.''

''Kabul ediyorum. Ve itiraf etmeliyim ki bu durumdan zevk almaya başladım.'' İkimiz de aynı anda gülerken yapmaktan hiç bıkmayacağı şeyi yapıp saçlarımı karıştırarak arkasına yaslandı.


Gece birkaç saat süren bahçe sohbetinin ardından odamıza çıktığımızda yarın ilk işimizin Gizem'le konuşmak olmasına karar vermiştik. Bu durumu Gizem'e onun açıklamasının en doğrusu olduğuna karar verdiğimizden gece boyunca uyumayıp odanın içerisi izlemişti. Onun uyuyamaması beni de uyutmazken sabaha kadar yatağın içinde öylece oturmuştuk. Günün ilk ışıklarıyla da kendimi odadan dışarı atıp aşağıya indim.

''Anlaşılan uyuyamayan bir tek ben değilmişim'' Merdivenlerden esneyerek inerken Deniz'in sesini duyunca ürkerek soluma baktım. Uykusuzluktan şişmiş gözlerini kısarak gülümsedi ve günaydın diyerek yanıma geldi.

''Eminim diğerleri de şu an uyanıktır,'' dediğimde yukarı kata baktı. ''Uygar nasıl? Dün bayağı huzursuz görünüyordu. Gizem için endişeleniyor değil mi?'' İkiz olduğumuz için mi bilmiyordum ama benim hissettiğim ya da fark ettiğim şeyleri Deniz de hissedip fark edebiliyordu. Bu da bir diğer garipsediğim şeylerden biri olsa da alışmaya çalışıyordum.

''Bugün Gizem'le konuşacağı için biraz gergin. Çağla'nın aklını karıştırmasından korkuyor.''

''Tahmin etmiştim,'' dedi omuz silkerek. ''Gizem'in Çağla'yı seçme ihtimalini düşünerek huzursuz olacağını biliyordum.'' Bu ilk başta benim bile aklıma gelmemişken Deniz'in bunu düşünebilmiş olması beni şaşırtmıştı. ''Gizem akıllı kız ama. Uygar'ın korktuğu olmayacaktır.'' Uyku sersemi bir halde söylediklerine katıldığımı göstermek için başımı sallarken Emre'nin sessizce merdivenlerden indiğini görünce gülümsedim.

''Bir an hiç sabah olmayacak sandım'' dedi karşımdaki koltuğa otururken. ''Paşam nerede?'' diye sorduğunda etrafına bakındı. Uygar'ı kastettiğini bildiğimden elimle yukarıyı işaret ettim. ''Gizem'e yapacağı konuşmayı beş bininci kez tasarlıyor. Gelir birazdan'' dememe kalmadan Uygar merdivenlerde göründü. ''Günaydın,'' diyip Emre'nin yanına oturdu. Gece üzerinden attığı huzursuzluğunu omuzlarına geri bindirdiğini bakışlarından anlamak mümkündü.

''Endişelenme, Gizem yerinin senin yanın olduğunu bilecek kadar akıllı bir kız.'' Deniz Uygar'ın haline yine nokta atışı yapınca göz göze geldik. Sessiz kalmayı tercih edince üstelemek yerine biz de sustuk. Gizem'i bu meseleden en hasarsız şekilde çıkarabilmek içindi tüm geceki çırpınışları. Çıkaracaktı da. Varlığı bile bunu başarması için yeterli bir sebepti çünkü.

Herkes aşağıya indikten sonra ne kadar ısrar etsem de kimse kahvaltı hazırlamamı istemedi. Hiçbirinin bir lokma yiyecek ruh haline sahip olmadığı yüz ifadelerinden zaten belli oluyordu. Ben de herkese kahve yapıp biraz olsun kendilerine gelebilmelerini sağlayınca ortaya atılan ilk mevzu tabii ki de Çağla oldu. Uygar her şey ile ilgileneceğini tüm durumlardan herkesi haberdar edeceğini söyleyerek konuyu kapatınca Birkan yerinde duramayıp gitmeye karar verdi. Onunla birlikte diğerleri de gitmeye karar verdiği sırada Uygar Gizemleri getirmesi için Mustafa ağabeyi aradı. Artık tek yapmamız gereken beklemek olunca her birimiz bir koltuğa oturup sessizce beklemeye başladık.

Sessiz geçen bir saatin ardından kapı çaldığında üçümüzün de gözleri birbirine bakınıp durdu. Beklenen ama bir o kadar da yaşanmasını istemediğimiz ana adım adım yaklaşırken koşarak gidip kapıyı açtım. Hepsinin yüzü gülüyordu. Gizem kucağına aldığı küçük Derin'i içeri bırakıp arkasından koşmaya başlarken Zeynep abla ve annem yüz ifademden bir şeyler sezmiş gibi birbirlerine bakıp bana döndüler. ''Bir şeyler olmuş. Zaten bizi apar topar göndermenizden anlamıştım,'' diye fısıldadı Zeynep abla telaşla.

''Birazdan anlarsınız'' diye söylediklerini kısmen onaylarken içeriye doğru yürümeye başladık. Arkamdan temkinli adımlarlar salona kadar geldikten sonra ikisi de Uygar'dan çekinerek oturdular. Uygar ise onların oturduğunun farkında bile değildi çünkü gözleri küçük Derin'in arkasından koşturan Gizem'deydi. Bir ara nefesini tuttu, dudakları aralandı ve o sırada gözleri bana kaydı. Sanki yapacağı şeyi yapmak için benim desteğimi bekliyormuş gibi bir ifade gözlerinden kayıp gidince başımı sallayarak gülümsedim.

''Gizem,'' diye seslendi bu küçük desteğin ardından. ''Gel güzelim, seninle biraz konuşalım.'' İçindeki huzursuzluk her ne kadar dizginlemeye çalışsa da sesine yansıyordu ve Gizem de bunu fark etmişti. Çünkü gülen gözleri bir anda kuşkuya düşüp salonda oturanların üzerinde gezinmişti.

''Bir sorun mu var ağabey?'' İşte, beklenen soru da tam da buydu. Evet, bir sorun vardı ve şu an burada bulunan herkesi ufak ufak kemiriyordu.

''Gel hadi'' Eliyle oturduğu koltuğa bir iki kere vurduğunda Gizem yanına oturdu. Bu konuyu Gizem'e açması gereken en doğru kişi Uygar olmasa onun bu huzursuzluğu bir saniye bile yaşamasını istemez ben hallederdim ama Gizem Uygar'dan duymalıydı.

''Kötü bir şey mi oldu ağabey? Neden öyle bakıyorsun bana?'' Bana sıkça yaptığı gibi Gizem'in de yüzünü her ayrıntısına kadar inceledi ve elleri beline kadar uzanan saçlarına yöneldi. Bununla da kalmayıp sakince eğildi ve alnına yavaşça küçük bir buse bıraktı. ''Küçük bir sorunumuz var, evet. Ve bunu senin de bilmen gerekiyor.''

''Benimle mi ilgili yoksa?''

''Sorun sen değilsin ama sorun seninle ilgili.''Konuşurken Gizem'in saçlarında gezinen parmakları duraksadı ve o küçük elleri kendi avuçları içine alıp ondan güç almak istercesine sıktı. Hadi, diyip duruyordum içimden. Ne kadar çok beklersen senin için o kadar zor olacak Gölge, der gibi gözlerinin içine bakıyordum.

''Konuyu nereden anlatmaya başlarsam başlayayım senin için çok karışık olacak ama madem bugün seni karşıma oturtup bazı gerçekler için konuşmaya karar verdim, her şeyi en doğrusuyla konuşalım. Sonucu ne olursa olsun sana her şeyi anlatacağım.'' Tüm bu yaşananların ardından onun bir kez daha sevdiği bir insanı kaybetmemek için çırpınışlarına şahit olmak beni başladığım yere, yolun en başındaki çaresiz günlerime götürünce Deniz'in omzundan destek alarak koltuğun kenarına oturdum.

''Ağabey, korkuyorum,'' diye ürkek bir ses herkesin sessizliğine bir yumru gibi oturunca Uygar dişlerini sıkarak yutkundu. O da korkuyordu çünkü. Gizem'in biraz daha hayal kırıklığına bulanmasıyla birlikte kendinden uzaklaşması düşüncesi onu deli gibi korkutuyordu.

''Ben daha küçüktüm,'' diye söze girdi daha fazla dayanamayıp. ''O zamanlar annem sana hamileydi. Babamla aramızın iyi olmadığını zaten en başından beri sen de biliyorsun. O zamanlar da iyi değildi. Benim için her zaman varsa yoksa annemdi. İşte bu yüzden onu başka bir çocukla paylaşma düşüncesi beni en başından beri öfkelendirmişti. Çocukça bir kıskançlıktı işte.'' Gözleri duraksadığı anda bana kayarken yutkunamadım. Çünkü her şeyden kastının bu kadar fazlası olacağını beklemiyordum. İstemeyerek de olsa annesinin ölümüne sebep olduğunu da anlatacaktı Gizem'e. Üstelik bu kadarının onun için daha ağır olacağını bildiği halde.

''Bir gün... Öğrendim ki annemin sevdiği başka bir adam varmış. Aslında ilk başta bunu hiç sorun etmedim çünkü onunla telefonda konuşurken hep gülümsediğine şahit oluyordum. Sonra yine bir gün gizlice telefon konuşmalarını dinledim...'' Uygar ne olursun yapma, bu kadarını kaldıramaz, diye bağırmak istiyordum ama anlatmaya o kadar kararlı görünüyordu ki susturabileceğimi sanmıyordum.

''O konuşmada belki de duymamam gereken bir şeyi duydum. O kötü kararı almama neden olacak şeyi...''

''Ağabey, ne kötü kararı? Ne duydun? Ben hiçbir şey anlamıyorum.'' Gizem'in gittikçe gözlerinde beliren korku Uygar'ın gözbebeklerine yansıyordu. Hâlâ sıkıca tuttuğu küçük elleri bırakıp yüzünü ovuşturdu ve yine iç çekti. ''O gün senin annemin sevdiği o adamın kızı olduğunu öğrendim. Yani seninle babalarımızın aynı kişi olmadığını.''Hızla arka arkaya sıraladığı kelimeler Gizem'in yüzüne cam kırıkları gibi savrulurken Gizem bir anda geri çekildi. Neler olduğunu anlamakta zorlanan bakışları her birimizin gözlerinde gezindi. ''Nasıl yani? Biz kardeş değil miyiz?'' Titreyen gözyaşları anında kızaran yanaklarına düştüğü anda Uygar uzanıp sildi ve küçük bedeni kolları arasında kayboldu.

''Şşş, ağlama. Ağlama sakın. Tabii ki de kardeşiz. Aynı anneden doğduk biz.''

''Niye şimdiye kadar söylemedin bunu bana? Seni bırakıp giderim mi sandın?'' Gelinecek son noktaya Gizem en başında varırken Uygar'ın gözleri yine beni buldu. İçine yayılan zehirli sarmaşığın köküne bir balta darbesi indirilmiş gibi Gizem'den uzaklaştı ve yine yanaklarını kuruladı. ''Hayır,'' diyip gülümsemeye çalıştı. ''Sana bunu en başında söyleseydim daha fazlasını da anlatmam gerekecekti ama daha fazlası için de ben hazır değildim güzelim.''

''Ağabey bana her şeyi anlat. Üzülsem de dinleyeceğim. Benden bir şey gizleme olur mu?'' Güçlü olmak isteyen küçük bir beden içinde taşıdığı kocaman ruhuna hızlı bir komut verdi ve gözyaşlarını sildi. ''Anlat hadi ağlamayacağım.''

''Tamam. Her şeyi anlatacağım... Küçük yaşta kimsenin bilmediği bir şeyi biliyor olmak çok zordu. Babamın durumu öğrenirse annemi öldüreceğini biliyordum. Senin doğmamanın hepimiz için en iyisi olacağına karar verdim. Çocuk aklıyla anneme zehir içirip onu senden kurtarabileceğimi düşündüm...'' Zamanında benim kapısının önünde uyuduğum sırlar şimdi herkesin içinde dörtnala dışarıya koşuşturuyordu. Uygar Gizem'i kaybetmemek uğruna hiç kimseyi önemsemeden tabularını yıkmış içindekilere boyun eğiyordu.

''Yaptın mı? Gerçekten beni öldürmeye çalıştın mı?'' Sorular bir süre havada asılı kaldı. ''Ağabey, yaptın mı?'' İkinci kez aynı soruyu işitirken başını aşağı yukarı salladı. ''Kahretsin ki yaptım. Hayatımı, hayatını mahvedeceğimi bilmeyerek yaptım. O zehrin seni değil de annemi öldüreceğini bilmeden, mecbur olduğumu düşünerek yaptım.'' Yıllarca kendi içini parçalayan gerçeklerin şu anda Gizem'in içini lime lime edişine şahit oluyordu. İrileşen gözbebekleri, titreyen çenesi, her ne kadar ağlamamak için söz verse de yanaklarından ardı arkasına akan gözyaşlarıyla küçük bir çocuğun yıkılan dünyasının altında kalışını çaresizce seyrediyorduk.

Elleri güçlükle yanaklarına uzanıp yaşları silerken Uygar'dan biraz daha uzaklaştı. ''Bunca zaman annemi öldürdüğüm için benden nefret ettiğini düşünürken aslında annemi senin öldürdüğünü mü söylüyorsun bana?'' Az önce korkudan titreyen o naif ses evin içinde öfkeyle çınlarken ayağa kalktım. Bir yanım müdahale et diyordu ama diğer yanım bırak ikisi de eteklerindeki taşı döküp kurtulsunlar, diyordu.

Gizem'in haklı öfkesi ile Uygar sessizliğe bürünürken Gizem'in hıçkırıkları tüm salonda yankılanmaya başladı. Uygar'ınsa elinden hiçbir şey gelmiyordu ve öylece Gizem'in akan gözyaşlarına kendi gözbebeklerinde titreyen yaşlar ile eşlik ediyordu.

''Böyle olsun ister miydim sanıyorsun? O gün o zehri annem yerine babama içirmeyi akıl edecek kadar düşünceli olmayı istemez miydin sanıyorsun? Tamam, şimdi ne desen haklısın ama babamın annemi öldürmesini göze almaktansa senin doğmamanı tek çare olarak görmem o zaman için tek mantıklı şeydi benim için. Ama olmadı. Şu hayattaki tek varlığımı aptallığım yüzünden kaybettim.''

''Nasıl yapabildin ağabey?'' diye fısıldadığı anda damarlarımdaki kanın akışı bile durdu sanki. ''Beni öldürmeyi nasıl isteyebildin?'' dediğinde ise daha fazla dayanamayıp kendimi koltuğa bıraktım. Benim yüreğim bile bu kadarında pes ederken Uygar'ın içinde kopan fırtınayı düşünmek dahi zordu. Hep kendime benzettiğim o küçük bedenin sahibi yine benim gibi kaderinin gerçekleriyle yüzleşirken hayatın bu kadar acımasız olmasına lanet ediyordum.

''Gizem...'' Yorgun bir seslenişin ardından ''anneme bunu nasıl yapabildin?'' Sorusu salonda çığlık çığlığa yankılandı.

''Bunca zaman kendi yaptığın kötülüğün cezasını nasıl bana çektirebildin? Ben bunca zaman benden nefret etmenin sebebi annemi öldürmem sanıyorken bunu bana nasıl yapabildin?'' Uygar'ın cevap vermesini dahi beklemeden oturduğu yerden kalkıp hızla yukarı kata doğru koşmaya başladı. Hepimiz daha ne olduğunu bile anlayamamışken Uygar da arkasından seslenerek yukarı koşmaya başlayınca yerimden fırladım. İlk baş ne yapmam gerektiğini bilemeyip etrafa bakınsam da annemle göz göze geldiğimde ''sen de git yanları'' diye fısıldaması ile o tarafa doğru yöneldim.

Uygar çoktan yukarı çıkmıştı. Merdivenleri çıkıp köşeyi döndüğüm anda ise kapalı olan kapının önünde durduğunu görüp adımlarımı yavaşlattım. ''Ne desen, ne yapsan haklısın'' dedi o sırada. Gücünün son damlalarında olduğu titreyen sesinden belli oluyordu artık.

''Ama biraz olsun anlamaya çalış beni. Hadi, aç kapıyı da konuşalım. Bitsin şu işkence, hadi güzelim.''

''Keşke o gün beni kurtarmasaydın da babam beni öldürseydi,'' diye ağlayarak içeriden bağırmaya başladı Gizem birden. ''Keşke o zehir ile ölen annem değil de ben olsaymışım... Annemizi öldürmüşsün ağabey...'' Adım adım Uygar'a doğru yaklaşırken Uygar daha fazla dayanamayıp sırtını kapıya yasladı ve kayarak yere oturdu. O anda beni gördüğünde gözlerini sessizce gözlerime sabitledi ve titreyen dudaklarını birbirine bastırıp çaresizce omuz silkti.

''Böyle olsun istemezdim. Yemin ederim istemezdim. Ben... Yıllarca bunun yükü ile yaşamışken sana her baktığımda yaptığım hatayı görüyor oluşumu sana mal etmek hiç istemezdim.'' İçeriden sadece ağlama sesleri gelmeye başlayınca Uygar kendi kendine konuşmaya devam etmeye karar vermiş gibi başını kapıya yasladı.

''Anneme benzeyişin, sana her baktığımda onunda geçirdiğim o sayılı güzel günlerin gözümün önünden gitmemesi... Yaptığımın yükünü bunca yıl içimde taşımak kolay mı oldu sanıyorsun? Seni kendimden uzak tutmaya çalışırken dahi bunun için kendimden nefret etmedim mi sanıyorsun? Ama doğduğunda seni kucağıma verdikleri o an hiç çıkmıyor aklımdan biliyor musun? O an annem artık olmasa da babama karşı korumam gereken birisi olduğunu düşünüp korkumdan ağlayamamıştım bile...

Annem... Benim yüzümden beni bırakıp giderken bile senin gibi güzel bir hediye vermişti aslında bana. Bunu çok geç olsa da anlamıştım. Sen her ne kadar bilmesen ne bir elim hep senin üzerindeydi o yüzden. Ne kadar yüzüne bakmaya çekinsem de annemin emanetiydin bana. Sevdiğimi söyleyemediğim ama geceleri odasında sessizce ağladığını duyduğumda üzüntüden duvarları yumruklamama sebep olan küçük emanetim, kardeşimdin sen benim.'' Yanaklarından süzülüp dudaklarının arasındaki kelimelerle yoğrulan gözyaşlarını gördükçe bana dayanma gücü veren her şey birden yok oldu ve karşısına oturup sessizce gözyaşlarına eşlik etmeye başladım.

''Korkuyorum ağabeycim'' diyip titreyen parmaklarını gözlerine bastırdı. ''Şimdi söyleyeceklerimi de duyunca beni bırakıp gitmenden, annemle olan tek bağımın kopmasından korkuyorum.''

''Daha ne söyleyeceksin?'' diye kapının arkasından fısıldayınca Gizem, uzanıp Uygar'ın ellerini sıkıca tuttum. Yapabileceğini, Gizem'in onu asla bırakmayacağını hissettirmek istercesine gözlerini içine baktım. Konuşacak tek bir kelimem olmasa da bir şekilde onu rahatlatmak istiyordum çünkü.

''Çağla,'' diyerek söze girdiğinde gözlerimi sıkıca kapatıp içimden dua etmeye başladım. ''Sürekli senin yanına gelmesinin, seni aramasının ve seni sevdiğini söylemesinin sebebi... Çağla o adamın kızı Gizem. Yani senin gerçek babanın kızı. Bu yüzden Çağla senin ablan.'' İçeriden gelen hıçkırık sesleri bile kesilince birbirimize baktık. ''Gizem?'' Seslenişime bir cevap alamayınca Uygar kapıya iyice sokuldu.

''Gizem? Aç hadi kapıyı güzelim. Aç da yüz yüze konuşalım.'' Uygar'a da bir tepki vermeyince telaşlanmaya başlasak da derin bir iç çekiş sesi duyuldu içeriden. Ardından kapının altındaki gölgeden onun da yere oturduğunu anlayıp bir müddet sustuk.

''Benim bir ablam da var yani öyle mi? Hem de Çağla abla.''

''Evet, canım'' dedi Uygar hemen, uzun bir müddet sonra içeriden gelen soruya yanıt olarak. ''Bilmeni istediklerim bunlardı. Eğer tüm bu duyduklarından sonra onunla yaşamak...'' Cümlesinin devamı gelmezken hâlâ ellerimin arasındaki ellerini yumruk yapıp başını duvara yasladı.

''Eğer... Eğer onunla yaşamak istersen...'' dediği sırada kilit sesi duyuldu ve kapıp yavaşça aralandı. Gözleri de yanakları da kıpkırmızı olmuş, dizlerinin üzerinde oturur bir vaziyette bize bakmaya başladı. İçindeki acıyı kelimelere dökemezdim ama aynı duyguları ben de hissettiğim için nasıl bir acının içinde sürüklendiğini biliyordum.

''Eğer onunla yaşamak istersem, buna izin verir misin?''

''Sen, onunla yaşamak ister misin?'' Korkarak sorduğu her halinden belli oluyordu. Duyacağı şeyin onu ayağa kaldırması da mümkündü yerle yeksan etmesi de.

''Soruma cevap ver. Onunla yaşamak istersem buna izin verir misin?'' İkisinin arasında dönüp duran sorulara aranan cevaplar ikisinden de çıkmayacak gibi dururken Uygar başını sağa sola salladı. ''Beni bırakıp öylece gitmene göz yumamam. Değil Çağla'nın, baban yaşıyor olsaydı onun bile gelip seni benden almasına izin vermezdim.''

''Babam öldü mü?'' Bir an babası sandığı adamın asıl babasını öldürdüğünü de anlatır sansam da bunun yerine sessizce kafa sallamayı tercih etti. ''Peki ya sen? Şu durumda ne yapmayı tercih ediyorsun?'' Kızaran gözleri küçük ellerine bakmaya başladı. Bu düşüncelinin hali Uygar'ı daha da tedirgin etmeye başladığı umutsuz bakışlarına yansıyordu.

''Beni öldürmek isterken annemi öldürmüşsün. Bu yetmezmiş gibi bunun sorumluluğunu üzerime yıkmışsın. Ama şahit olduğum şeyleri de görmezden gelemiyorum. Bu evde yaşamaya başladığım günden beri ne kadar acı çektiğine her gün şahit oldum ben ağabey. Bunun için bile kendimi suçlasam da her gün ne kadar zor yaşadığını gördüm.'' Hâlâ titreyen küçük ellerini yetişkin bir insan edasıyla Uygar'ın dizlerine koydu. ''Bunca zaman senin hataların yüzünden birbirimizden ayrı kalmışken bir de benim kızgınlıklarım yüzünden ayrı kalmak istemiyorum ağabey. Bir gün beni sevebilme ihtimalin ile mutlu olurken şimdi beni gerçekten sevdiğini görüyorum. Yaptığın hatadan dolayı şu an canım çok yanıyor olsa da senin de bu yüzden canının çokça yandığını biliyorum.'' İkisinin birbirine bakan çaresiz gözleri arasında gidip gelen bakışlarım gözyaşlarımla sürekli lekelense de sesimi çıkarmadan izliyordum.

Gizem bir süre duraksadıktan sonra Uygar'a doğru biraz yaklaştı. ''Öğretmenimiz bize, insanların birilerini sevdikçe acıları azalır, mutlu olmaya başlarlar, demişti. Beni daha çok sev ağabey, olur mu? Çünkü ben bu acılar geçsin diye seni daha çok seveceğim. Başka kimseye de gitmeyeceğim. Beni çok sev, kimseye de verme, tamam mı?'' Şu an sanki Gizem Uygar'ın büyüğü gibi davranırken Uygar'ın yüzünde yorgun bir tebessüm belirdi ve sanki onu daha fazla incitmeye korkuyormuş gibi Gizem'i dikkatlice kendine çekip sıkıca sarıldı. Aşağıda Uygar'ın kollarının arasında kaybolan Gizem şimdi Uygar'ı kollarının arasında küçük kardeşi gibi sarıp saçlarını okşuyordu.

''Seni benden kimse alamayacak. Söz veriyorum ağabeycim.'' Yaşanan küçük çaplı krizin böylelikle atlatılmış olması içimi rahatlatırken sessizce yanlarından kalkıp aşağıya indim. Merakla bekleyen bakışları üzerimde hissetsem de bir şey demeden koltuğa kendimi bırakıp soluklandım.

''Sonuç?'' diyerek soru yönelten ilk kişi elbette Deniz oldu. Yine de kendime gelmek için biraz daha bekleyip koltuğa uzandım. ''Sorun çözüldü. Gizem, Uygar'ı seçti.''

''Oh be! Biliyordum ben zaten. Gizem akıllı kız demiştim ben size.''

''Bir dakika. Uygar'ı mı seçti? Ne konuda?'' Olayın iç yüzünü bilmeyenler olarak Zeynep abla ve annem merakla bakıyordu hâlâ.

''Çağla Gizem'in ablasıymış Zeynep abla sen zaten biliyordun Gizem'in babasının başka biri olduğunu. İşte o adamın kızıymış Çağla. Biz de Gizem'e bunu açıkladık. O da Uygar ile kalmayı seçti'' diyerek olayı özetlerken yüzlerinden oluşan şok ifadesini bir kenara bırakıp gözlerimi kapadım. Uykusuzdum. Yaşadığımız stres ve üzüntüyse günün ekstrasıydı.

''Mesele hallolduğuna göre ben odama çıkıyorum. Ancak uyursam kendime gelebilirim.'' Sessizce dediğimi onaylayan başları görünce ben de sessizce yukarı çıktım. Gizem'in odasının önü boştu. İçeride olmalılar, diye düşünüp Uygar'ın odasının kapısını açtığımda ikisi de birbirlerine sarılmış bir halde uzanıyordu. Uygar'ın parmakları Gizem'in saçları arasında gezinirken o bana her zaman mırıldandığı, annesinin de bir zamanlar ona söylediği şarkıyı mırıldanıyordu.

Ses çıkarmadan bir adım gerileyerek kapı arasından ikisine uzun uzun baktım. Bir zamanlar görmeyi hayal ettiğim o sahne gözlerimin önündeydi. Ağabey kardeş yaralarını sarabilmenin yolunun sonunda birbirlerine tutunmaktan geçtiğini fark etmişlerdi. Uygar'ın benim varlığımla azalan öfkesi ve acısı kim bilir belki de zamanla Gizem sayesinde dinecekti. Zamanın içime ekmekten bıkıp usanmadığı o umut tohumu bir kez de onlar için yeşerip büyümek için savaşacaktı. Çağla'ya rağmen, geçmişe rağmen başaracaklardı. Benim Hakan'a rağmen, geçmişime rağmen yaşamayı başardığım gibi onlar da başaracaktı.

GÖLGE - VADEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin