30. Bölüm

301 14 0
                                    

Merhaba okurlarım evet uzun bir zaman geçti aradan ama sebeplerim vardı. Neyse olan yine bırakmadan okuyan okurlarıma oldu bunun için üzgünüm.

iyi okumalar..

****************

Şuan düşünüyorum da benim kaybettiğim hiçbir şey yoktu. Tabi ailemin davranışları yaptıklarını saymazsak etrafımdaki kimseyi aslında kaybetmemiştim. Sadece öylesine birbirine girmiş olaylar vardı ki herkesin bir eşyası alınmışta bulunmasını isteyerek bu oyunun içine atmış gibi bir hayat. O kıymetli eşyalarımız bulunduğunda yaşadıklarımız normale girebilecek mi? Sonuçta bir kısmımız kaybolan eşyalarımızın yokluğuna alışmıştık. 

Burda eşyadan kastım Buğrahan, Kerem ve Haleydi. Ben bile alışmıştım evet yokluklarına olmayışlarına onlardan habersiz büyümeye alışmıştım. Fakat hep aklımın bir yerlerindeydiler. Öldüğünü bildiğim kardeşimin ruhen yanımda olduğuna inanıyordum. Kerem'in ise hep bir yerlerden çıkıp geleceğine. Oysa biliyordum ki yine bunlar yalandı. Onlar yoktu, gidip hayatlarını bu iğrençleşmiş kuytudan kurtardıklarını sanıyordum. Nereden bilebilirdim ki benim hayatımdan daha beter bir şekilde yaşadıklarını bu dünyada? Yaşadıkları onca şeye rağmen yine kendilerine sığındıklarını?

Öyle geç dahil oldum ki onların hayatlarına yada onlar benim hayatıma daha yeni yeni tam anlayabiliyordum olanları. Ben kimseyi kaybetmemiştim ama Buğrahan ailesini kısmen kaybetmişti. Anne sevgisi, baba kahramanlığı nedir veya ablasının hep yanında oluşunu öğrenemedi Buğrahan. Kerem Buğrahan'dan daha kötü durumdaydı. Ailesi hiç yoktu, kardeşiyle de ayırmışlardı ve yaşadıkları kötü olaylar özellikle de Hale'nin yaşadıkları ve Kerem'in onun yanında olamayışı. 

Bunları bir bir düşündükçe düğümlenen boğazım kendini belli ediyordu yine. Ben bu hikayede belkide en şanslı olanıydım. Yani düşüncem bu yönde. Anladım ki başka hayatları görmeden kendi acılarımı büyük görüyordum. Ne istediysem olmuştu hemen hemen acı olarak zannettiğim sadece aile sevgisi eksikliğiydi. Bu acı mıydı ki? 

Telefonumun çalması beni bu düşüncelerimden kurtarmıştı. Arayan Özge'ydi. Gülümsedim birden.  Onları da çok özlemiştim. Konuşamamıştık veya bir araya gelip görüşememiştik. Okula da gidememiştim. Zaten sınıfta kalmazsam bir mucize gerçekleşmiş olur.

"Efendim." olabildiğince neşeli konuşmaya çalışacaktım.

"Nerelerdesin sen? Merak ettik hep. Bazen arıyoruz ulaşılamıyor diyor telefonun. Niye bunu bize yapıyorsun ki?"

"Özge beni affettirecek açıklamalarım var ama sonra anlatsam olur mu bunları?"

"Ne affetmesi? Affedilecek bir şey yok." hafif gülmüştü bende gülümsedim tabi nereden görecek ama onlar hep iyi ki varlardı.

"Okula ziyarete geleceğim bugün o zaman detaylı konuşuruz. Kocaman öptüm görüşürüz." diyip telefonu biraz suratına kapamış oldum bunun içinde kendimi affettirmem gerekecekti ama konuşmam gereken birileri vardı.

Yatağımdan kalktım ve elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdim. Aynada kendimi gördüğümde kendime acımıştım. Yıpranmış güçsüz bir yüzle karşımdaydım. İhtiyaçlarımı gördükten sonra çıktım. Dolabımın önüne geçtim ve en sevdiğim siyah kot pantolonumu ve salaş beyaz tişörtümü çıkardım havanın biraz serin olma ihtimaliyle hırkamıda çıkarıp giyindim. Bu çökmüş yüzüme normal derecede makyaj yapıncada hazırdım. Anahtarlarımı, telefonumu ve çantamı alınca odamdan çıktım. Aşağı indiğimde biraz duraksadım. Safiye teyzeyle göz göze geldik. Evet hala unutmadım neler yaşadığımızı. Unutacağımı da sanmıyordum. Fakat ne yapabileceğim hakkında gram fikrim yoktu şuan. Sadece biraz mutlu olmak istiyorum hepsi bu.

BücürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin