Eğlenme mekanından kahkahalar eşliğinde çıktıktan sonra yanındaki arkadaşları bir bir dağıldı ve arka sokakta tek başına kaldı. Genç adam, kendini aniden yalnız ve işe yaramaz hissetmişti. Evin tek oğlu olduğundan herkes üstüne titriyor ve babası bile ufak tefek çalışmalar dışında kendisini zora sokmuyordu. Haftada iki kere gitmesi gereken kılıç dersleri ve dövüş alıştırmaları vardı. Yalnızca haftasonu üçer saat ingilizce ve japonca dersi alıyordu geri kalan tüm saatlerde video oyunları oynuyor, kolejden tanıdığı arkadaşlarıyla vakit geçiriyor ve geceleri, özellikle çağırıldığı partilere katılıyordu. Gittikçe bu sıradan hayatından sıkılmaya başlasa da ruhuna kazınan ukalalık bunun bile yeterli olmayacağını söylüyordu. Yakında 20 olacaktı ve babası beş sene içinde onu tahta oturtacağını söylemişti. Tüm ülkenin sorumluluğunu almak küçük bedenine zor geliyordu. Ah evet, kendisi Güney Kore'nin veliahtıydı.
Park Jimin, ülkenin üstüne kuş bile konamadığı hazine sayılan prensiydi. Kral Park Heojon'un tek oğluydu. Doğduğundan beri sayısızca suikastten kurtulmuş ve onlarca zehirli yemek önünden son anda alınmıştı. Bu yaşına kadar gelmesi mucizevi bir olaydı ve şuan tek başına bir arka sokakta yürüyor olması bile onun için ölümcül bir tehlikeydi.
Adımları gittikçe ana caddeden uzaklaşırken küçük bir çıkmaz sokağın yanından geçti ve bozuk ışıkları görünce yüzündeki maskeyi düzeltip şapkasını gözlerinin üzerine indirdi. Adrenalin hormonunun yeteri kadar olduğunu düşündüğü sırada ilerlediği duvarın hemen yanından boğuk bir ses duydu.
"Söylediklerimi bir bir uygulayacaksın."
"Yapamam, efendim." diye cevapladı cılız bir ses. "Daha önce hiç insan kanı içmedim."
"Bana onu getirmezsen Taehyung," diye hırladı boğuk ses. "seni Hayalet'e götürürüm ve emin ol, orada yaşadıklarımız bir daha aklından çıkmaz."
"A-ama ef-efendim," cılız ses, hafifçe ağlamaya başlamıştı ve Jimin, yaslandığı duvarın içine girip gözden bir an önce kaybolmak istiyordu. Vampirlere inanmazdı bile. "o çok fazla korunuyor. Onu saraydan çıkarabilmem imkansız."
"Bana saçma bahaneler üretme, V." diye tısladı sesi soğuk olan adam. Sinirlendiği duvara geçirdiği birkaç yumruktan belli oluyordu. "Onu dışarıdayken yakalayıp küçük bir ısırık alacaksın ve sonra kokusu sayesinde onu bulup bana getireceksin."
Cılız olan duyulmayan bir şekilde ağlayarak bir şeyler mırıldandı ama Jimin öylesine korkmuştu ki daha fazla dinleyebileceğinden emin değildi. Yine de kalın tonda konuşan ve emirler saçan adamın sözlerinin birazını daha duydu.
"Merak etme," dedi ve devam etti. "Onu sana bırakmam. O, benim en önemli parçam."
"Anlıyorum, efendim." diye mırıldandı pasif olan. Jimin ise saklanacak bir çöp arkası arıyordu. "Onu size getireceğimden emin olabilirsiniz."
"Aferin," diye yüreklendirdi, kızgın adam kısık sesli olanı. Jimin girdiği köşeden onların konuştuğu araya bakınca beyaz, soluk teni parlayan parmaklardan siyah kan damlalarının aktığını gördü. Aldığı nefesi vermeyi unuturken öksürmemek için kendini zor tuttu. "şimdi şu barın çıkışında bekle ve insanlar çoğalınca içeri girip onu ara. Bu gece burada olmalı."
Adım seslerinin yanından koşarak uzaklaştığını duyunca zar zor tuttuğu öksürüğünü salıverdi ve karanlığın içinde küçük bir kedi gibi ses çıkarmaya başladı. Elleriyle yüzünü kapatıp saklandığı yere daha çok gömülürken girdiği sokakta yankılanan bir ses işitti.
"Çık ordan, minik kedi." dedi, dakikalardır dinlediği ilahi ses. "Seni kurtarmama izin ver."
Jimin, neler olduğunu anlamadan korkarak ellerini yüzünden çekerken kendisinin boylarında bembeyaz tenli adamın karşısına geçmiş elini uzattığını gördü. Siyah saçları, alnına dağılmıştı ve gözlerinin içinde ona çok yakışan siyah göz kalemi vardı. Biçimli dudaklarının iç kısmı, dışına göre daha kırmızıydı ve bu onu daha seksi hale getiriyordu. Jimin, neredeyse altına yapacaktı.
"Ah," dedi Jimin, adamın elini tutmadan kendi imkanlarıyla küçük köşeden çıkarken. "iyi geceler."
Hızlı adımlarla görkemli caddenin olduğu yere sapmaya çalışırken henüz karanlık sokaktan bile çıkmamıştı ve arkasında bıraktığını sandığı beyaz tenli adam karşısında yine belirdi. Işınlandığına emin olduğu adam, alayla gülümserken birkaç adım gerilemişti.
"Kendi ayaklarınla bana geldin, Park Jimin." dedi ifadesiz gülümsemesi yüzündeyken. "Benden kaçamazsın."
"Sen," dedi Jimin, korkusunu sesine yansıtarak çatlamasına engel olamadı. "kim-kimsin?"
"Ben," dedi adam ve hafifçe gülümserken Jimin'in kanını donduran sivri, köpek dişlerini gösterdi. "Min Yoongi."
--------
bekleyemeyen yazar itemi
sümüklü peçetem ile güzel şeyler okumak isteyince paylaşayım dedim
işte yeni hikayemiz arkadaşlar
beğendiniz mi
ne düşünüyosunuz ^_^
Bu girişti ayrıca 1.bölüm okunmaya göre gelir yakın zamanda kkk
(3 gün sonra dayanamayıp paylaştı) skdkjdkdjddj
öfff sizi seviyom BYü
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bite me 'till i die :: yoonmin
FanfictionGüney Kore kraliyet ailesinin biricik oğlu ve aynı zamanda ülkenin prensi Park Jimin, çapkınlığı ve dehşet veren yakışıklılığı ile ünlüydü. Bir aralık gecesi, canı çok sıkıldı ve oyun oynamak istedi. Oyunun sonu kanlı bitti.