Notaların her çınlayışı eşsiz bir ezgi yayıyordu, duvar kağıtlarıyla süslü eski duvarlara. Duvarlar bin yıllık yaşamında daha önce hiç ağlamalarını sağlayacak bir ezgi duymamışlardı. Kemikli parmakların yaşattığı tuşlar büyük bir yeteneğin altında sızlarken Jimin güzellik uykusundan uyandı ve çıplak ayaklarıyla melodinin geldiği yer olan, koridorun sonundaki siyah kapılı odaya ilerledi.
İçinde bitmek bilmeyen bir aşk savaşı vardı ama artık yorgunluk, tüm hatlarıyla ruhunu sardığından sadece kulaklarına dolan ses ile nefes almak, onunla bir olup güneşi kandırmak ve karanlığı birbirlerine hizmetkâr olması için ikna etmek istiyordu. Hayatını çizdiği beyaz sayfanın başrolü olan adamın çaldığı piyanoya yaslanırken ona sahip olduğu için asla yeterince teşekkür edemeyeceğini biliyordu.
Bazen sertleşen bazen de samimileşen notalar, beyaz ve siyahın neden Yoongi'nin parmak uçlarında yaşam bulduğunu açıklar gibiydi. Min Yoongi yalnızca sıradan bir şarkı çalmıyordu, adeta bir çağı baştan yazıyordu. Her dokunuşu, Jimin'in teninde yarattığı etkiler gibi kışkırtıcı ve dayanılmazdı. Sanki kuyruklu simsiyah piyano, acıyla inliyordu ve bitiş notasını çalmasını için avaz avaz bağırıyordu. Yoongi ısrarla bitirmiyordu ve Jimin'in artık ısıları eşitlenmiş minik parmakları sevdiği adamın çıplak omzuna yerleştiğinde sessizlik, derinden gelen bir sis misali sardı ortalığı. Yalnızca nefes alışverişleri asılı kaldı, pek de geniş olmayan müzik odasında. Kapı siyahtı, piyano siyahtı, pencereler siyah perde ile örtülmüştü ve Yoongi'nin saçları siyahtı, Yoongi'nin akciğerleri de siyahtı ve yeni atmaya başlayan kalbi de siyahtı. Katran gibi yoğunluğunu belli eden çakma renk, en çok Jimin'in sevdiği adama yakışıyordu.
Siyahın sözlük anlamı; süt gibi bir tene sahip olan, mavi damarlarının her ayrıntıda kendini belli ettiği adamı betimliyordu. Oysa onun kalbini görmek, kimseye nasip olmamıştı. Bir gece vakti, arkadaşlarıyla vedalaşan Jimin'in onun kalbini ellerinde tutacağını kimse bilemezdi. Neyse ki tüm sorunlara rağmen şu an siyah ve beyaz, iyi ve kötü, yanlış ve doğru, ihtiras ve masumiyet, şiddet ve kırgınlık, aşk ve nefret birleşmişti.
Her şey; griydi.
"Muhteşem çalıyorsun, Yoongi," dedi Jimin, dudaklarına iltifatın ona dair olmasını tembihlerken. "bu besteye bayıldım."
Yoongi, oturduğu pufun üzerinde döndü ve kendisine arkasından sarılan sevgilisine baktı. Asıl bayılması gerekilen bir varlık var ise bu Park Jimin'den başkası olmamalıydı.
"Sana yazdım," diye mırıldandı, var gücüyle. "her cümleyi seni düşünerek kurdum ve noktaların tamamlaması gereken tek yer; kalbim oldu. Senin ellerine ulaşabilmek için."
"Kalbim, ellerindeydi Jimin," dedi Yoongi, parmaklarını adamın beline sarıp terli kafasını onun karnına bastırırken. "seni ilk gördüğümde buza dönüşmüş bir organı ellerine alıp ısıtmıştın ve aylar geçti, hala kalbim ellerine emanet."
"Ona iyi bakacağım," dedi Jimin de karnındaki sıcak saçları tek tek ayırarak severken. "onu hep öpeceğim, bir daha hiç üşümeyecek."
Yoongi suratını Jimin'in düz, beyaz tişörtüne sürterek yukarı kaldırdı ve kadrajına Jimin'in çenesi çarptığında yutkunup adem elmasının adamın göbeğinde hareket etmesine neden oldu. Elleri hala sıkı sıkı ince beli tutuyordu ve üzerinden yayılan sabah kokusu, piyanonun acılı inleyişini tatminat seviyesine yükseltiyordu.
"Sana minnettarım güzelim," diyerek mırıldandı Yoongi ve tişörtün üzerinden hafif çıkık olan göbeğe öpücükler kondurdu. "senin sayende büyüdüm, öğrendim, hissettim ve aşık oldum. Bana daha ne ekleyebilirsin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bite me 'till i die :: yoonmin
FanfictionGüney Kore kraliyet ailesinin biricik oğlu ve aynı zamanda ülkenin prensi Park Jimin, çapkınlığı ve dehşet veren yakışıklılığı ile ünlüydü. Bir aralık gecesi, canı çok sıkıldı ve oyun oynamak istedi. Oyunun sonu kanlı bitti.