Meçhul olmak eylemi sık sık gerçekleşen ve hayatımızda yer eden bir kavram değildir. Genellikle kendimizi bir aileye, bir kuruma veya bir türe ait hissederiz. Başıboş olmak ve tek başına kalmak bizi ezen, ruhumuzu sıkıp suyunu çıkaran lanet fikirlerdir. Yine de bu lanet düşüncelerin bile yer edindiği bir kalp vardı. Meçhuliyetin en çok ona yakıştığını düşünen ve bir katilin kolları arasına girip orada nefes aldıkça ruhunun temizlendiğini hisseden biri vardı. Ne olduğunu bilmediği bir yaşamda sadece o, minik kırmızı gözlere bakarak yaşamak isteyen ve bu kararından bir saniye bile pişman olmayan bir çaylak vardı.
"Jimin," dedi Yoongi, oturdukları tahta koltuğun mavi minderleri soğuk tenleriyle güzel bir uyum içindeydi. "ilk seferin nasıldı?"
"Ne?" diye sorarak adamın göğsündeki kafasını ağır ağır kaldırdı, Jimin. Ne anlamda sorduğunu anlamamış ve alışmaya çalıştığı hayat sebebiyle kendini duygusuz hissetmeye başlamıştı.
"Kan..." diye mırıldandı, mor dudaklar ve utançla gözlerini kaçırdı turkuaza dönmüş irislerden. "Ne hissettin?"
"Bir canavar gibi?" dedi Jimin, Yoongi'nin üzerine uzandığından beli tutulmuş olmalıydı ve konuşmanın derinleşeceğini anlayıp kendisi geri çekerek koltuğun diğer köşesine yaslandı. Fakat karışmış bacakları hala iç içeydi ve birbirine dokunuyordu.
"İstemediğim halde içmek zorunda olduğum bir antibiyotiği bedenime yerleştirmişim gibi."
"Tek bir cevap veremem, Yoongi ama mutlu olmadığım kesin."
Kırmızı gözler acıyla yandı ve kirpiklerinde biriken su damlaları akmak için atlamaya hazırken onları güçlü kalkanıyla geriye ittirdi.
"Alışacaksın, sevgilim." dedi Yoongi ve kendisinden uzaklaşan adama izin vermeyip bedenini bedenine yapıştırarak kokusunu burnundaki tüm algılara ezberletti.
Tanrım, diye dua etti Yoongi. Onu alma benden.
Her insan vampir olmaya uygun doğmazdı ve bu yeteneğe sahip olmayanlar aoi olarak başlasalar da çok geçmeden varlıklarını kaybederlerdi. Yoongi bunun olmasından deli gibi korkarak soğumuş tenin üzerinde sıkılaşmış parmak uçlarını gezdirdi ve onun gözlerinin içine bakmaya çalıştı. Bir ilahi rekabet vardı; canlı mavilikte. Koca bir okyanus onun ayakta durması için tsunamilere karşı savaş açmış gibi bir hissiyat yayıyordu. Park Jimin'in siyah, kara kuyu gözlerini özlese de cam göbeğine benzer göz bebeklerine ona bin yıldır aradığı mucizenin tam ellerinin arasında olduğunu tekrar tekrar hatırlatıyordu.
"Alışacak mıyım?" diye sordu Jimin, yine dönüp dolaşıp sarıldığı adamın mimiklerini izlerken. "Buna alışmamı nasıl beklersin, Yoongi?"
"Ben hep yanında olacağım, Jimin." dedi ve ellerini onun hafif tombul yanaklarına yerleştirip baş parmaklarıyla elmacık kemiklerini okşadı. "Bu yetmez miydi?"
"Yeterdi..." diye fısıldamaya çalıştı, Jimin dikkatini kelimeler sunan dudaklara odaklarken. "Yine de iyi hissetmiyorum, Yoongi. Bir hayvanı öldürmek çok canice."
"Ben öldürüyorum sevgilim," dedi Yoongi, kendini tutamayıp dudaklarını alnına bastırırken. Masumiyetini kendi elleriyle yok ettiği vücudu; içine almak ve onu bu dolu yorgunluk halinden çekip çıkarmak istedi. "Senin için öldüremediğin her hayvanın yaşamına son verebilirim. Senin için bir katil olabilirim, Jimin."
"Senin için her şeyimi feda edebilirim."
"Yoongi..." dedi Jimin, göz kapaklarını kapatıp başını sarıldığı adamın omzuna koyarken ömrünün geçeceği tene sonsuza dek güvenme kuralını kendine koydu.
"Beni bu kadar çok sevmenden korkuyorum."
Yoongi'nin kaşları şaşkınlıkla kırışırken minnet duyulası bir şekilde gülümsedi ve ellerini yumuşak surattan aşağıya kaslı bele indirdi.
"Korku," diye başladı ve dudaklarını Jimin'in alnından aşağıya indirirken yüz çizgilerine çarptırıyordu. "aşkı canlı tutar, Jimine. Aşk ise bizi."
"Biz gerçeğiz, değil mi?" diye mırıldandı mavi gözlerini açık tutmaya devam adam, dudaklarında hissettiği ıslaklıkla.
"Biz kahrolası bir gerçekliğin içinde aşkımıza tutunuyoruz, sevgilim. Aşkımız, bizi biz yapan tek gerçek."
"Öp beni," dedi Jimin, daha fazla söze ve yargıya ihtiyacı yoktu kabullenmek için. "gerçeklik yalan olsun."
Yoongi'nin şahane dudakları birleşirken bir ölüm yaşandı, dudaklarının derileri üzerinde. Jimin hızlıydı ama elleri daha fazla. Hissediyordu her şeyi, içten içe ve yavaşça. Teni tenine muhtaçtı ve onsuz yaşayamazdı asla. Donuk kalpler durulmayan bir yangın ile parçacıklara ayrılırken ikisi de nefesin birbirilerine aitlik bildiren birer ihtiyaç olduğunu biliyorlardı.
Jimin bunu anladıktan sonra dudaklarını hafifçe araladı ve topladığı tüm havayı Yoongi'nin dudaklarından içeri yolladı. Nefesi Yoongi, bedeni Yoongi, dokunuşları Yoongi ve gerçekliğinin her hecesi Yoongi olmuştu.
Meçhul olarak bastığı topraklar Yoongi'nin ten kareleri olunca bunun bir armağan olduğunu düşündü ve üzerlerindeki gereksiz kumaş parçalarını yok ederlerken kraliyet altında anılan iki adamın birbirine dair kayboluşu bir destan olarak okullarda okutuldu. Ders, Min Yoongi'nin Gerçeği Park Jimin adındaydı ve konular her başlangıçta daha da örtbas ediliyordu.
Sakınılan ve açıklanmayan esas ve tek gerçek, Park Jimin ve Min Yoongi'nin olağanüstü aşkıydı.
×××××××
Bilerek uzatmak istemedim, kısa gelmiş olabilir ama finali uzun tutmak istiyorum 1000+ en azından. Her neyse umarım beğenmişsinizdir. Yeni paylaştığım yoonmin'e bakabilirsiniz, değişik bir şey.
Gelecek bölüm final ve bu gece ödül töreninden önce yetiştirebilirsem gelecek!
Sizi seviyorum♡
bunlar size ne çağrıştırıyor? :')
belki bambaşka bir yoonmin... buz pisti üzerinde... belki.... ehe
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bite me 'till i die :: yoonmin
FanficGüney Kore kraliyet ailesinin biricik oğlu ve aynı zamanda ülkenin prensi Park Jimin, çapkınlığı ve dehşet veren yakışıklılığı ile ünlüydü. Bir aralık gecesi, canı çok sıkıldı ve oyun oynamak istedi. Oyunun sonu kanlı bitti.