İyi okumalar~
"Efendim?" diye mırıldandı, Jimin kaşlarını çatarken. "Ne dedin az önce?"
Yoongi ağırlığını Jimin'in vücuduna vermeyi bırakıp yatakta yer değiştirdi ve ipek çarşafların arasından süzüldü. Elleriyle dağılmış siyah saçlarını karıştırdı ve derin bir nefes aldı.
"Seni sevdiğimi söyledim."
Jimin'in koyu renk gözleri, onun kan kırmızı irislerine karşı parıldarken yumuşak bir tebessüm dudaklarına sığındı ve odanın içini ufak, pembe bahar çiçekleri doldurdu. Kararan hava birden tekrar gün ışığı ile sarılırken Jimin parmaklarını, yanında oturan Yoongi'nin yanaklarına yerleştirdi ve hafifçe mırıldandı.
"Beni seviyorsun, öyle mi?"
Yoongi'nin gözleri, genç prensin yüz hatlarının her milimetresini ezberlemeye yemin etmişken kafasını belli belirsiz salladı ve alınlarını birleştirmek zorunda kaldı.
"Bu demek oluyor ki," diye açıklamada bulundu Yoongi. "yanımdan ayrılmana asla izin vermeyeceğim. Çünkü benimle olmadığın her saniye düşmanlarım beynimin kıvrımlarında beni teker teker öldürüyor."
"Anlıyorsun değil mi, Jimin?" diye sordu, desteklemek istercesine. "Artık senin olmadığın bir dünya düşünemiyorum."
"Hıhı," diye fısıldadı Jimin ve dudaklarını bir bebeğe dokunurmuşçasına yavaş bir şekilde aşık olduğu vampirin dudaklarına değdirdi. "çok iyi anlıyorum, efendim."
Yoongi'nin soluk dudakları sola doğru kıvrıldığında Jimin, onun ilk kez gerçek bir şekilde gülümsediğini gördü ve boşta duran kollarını salaşça beline sardı. Kafasını da donuk derisinin üzerine koyduğunda biliyordu ki, burası dünya üzerindeki cennetiydi.
"Ormanda birkaç işim var," diye lafa başladı Yoongi, hala eski katı duruşundan bir şey kaybetmemişti. "sen ne yapmak istiyorsun ben gelene kadar?"
"Beni de şehre bırak." diye sızlandı, Jimin. Yoongi'nin av zamanının uzun süreceğini ve döndüğünde çok yorgun ve sinirli olacağını biliyordu. O yüzden biraz kafa dağıtması gerektiğini düşünmüştü.
"Şehirde ne yapacaksın?" diye sordu Yoongi, Jimin'in kollarını itip yataktan çıkarken. Asla tavrından taviz vermiyor, az önce sevdiğini söyleyen adammış gibi davranmıyordu.
"Dolaşırım," diye cevapladı Jimin, ondan korktuğunu beli etmemeye çalışıyordu ama kaçırdığı gözleri kendini hemencecik eleveriyordu. "hava alırım biraz."
Yoongi ayakta dururken ensesini kaşıdı ve kaşlarını kaldırdı, karar vermekte zorlanıyor gibiydi.
"Dağ evindesin, Jimin." dedi sonunda. Ellerini pantolonun ceplerine yerleştirmiş, yatakta oturan omuzları düşük çocuğu izliyordu. "Evin sınırları içinde de gayet rahat bir şekilde hava alabilirsin."
Jimin'in umut dolu ifadesi yerini buz gibi bir somurtkanlığa bırakırken dudaklarını büzdü ve "Lütfen," diye mırıldandı.
"Ah," diye saçlarını çekiştirdi Yoongi ve ekledi. "sikeyim, tamam tamam."
Jimin'in gülümseyişi, gözlerinin gördüğü kadrajı azaltırken Yoongi ilk kez verdiği karardan memnun oldu. Bundan sonra Park Jimin'i mutlu etmek, başlıca görevi olmalıydı çünkü güldüğünde tam anlamıyla bir meleğe benziyordu.
"Ama--" diye belirtti Yoongi, topuklarının üzerinde dönüp odanın kapısının önünde durduğunda. "herhangi bir aksilik olduğunda mührüne dokun, beni çağıracaktır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bite me 'till i die :: yoonmin
FanfictionGüney Kore kraliyet ailesinin biricik oğlu ve aynı zamanda ülkenin prensi Park Jimin, çapkınlığı ve dehşet veren yakışıklılığı ile ünlüydü. Bir aralık gecesi, canı çok sıkıldı ve oyun oynamak istedi. Oyunun sonu kanlı bitti.