Odanın karanlığı doğan güneşten bile etkilenmezken siyah eşyalar olabildiğince donuk gözüküyordu. Park Jimin, çarşafların içinde uzanırken gözlerini araladı ve yanında dün gecenin başrolünün olmasını bekledi.
Yanıbaşında kimse yoktu.
Kaşları çatılırken ağır ağır doğruldu ve karışmış sarı saçlarını eliyle düzeltmeye çalıştı. Damarlarında akan kan allak bullak olurken genzinden gelen bir ihtiyaç hissetti ve gözleri parladı. Çok yüksek derecede olmasa da ruhunun bir kısmı sonsuza dek kan içmek istiyordu.
Özellikle Yoongi'nin kanını.
Kurumuş dudaklarını ıslatırken geniş yataktan çıktı ve odada Yoongi'ye dair bir iz aradı. Odada bir şey bulamayıp salonun girişine doğru ilerlerke tüyleri ürpermiş, yanlış bir şey olmasından korkmuştu. Koridor bittiğinde büyük salon karşısına tüm ihtişamı ile çıktı ve kalbindeki ağırlık tüy gibi hafifledi. Yoongi, üçlü koltuklardan birine oturmuş, gazete okuyordu. Ayak seslerinin duyulmasıyla Jimin çekindi ama kendisine dönen gözlerle rahat hissetti.
"Sonunda uyanabildin," dedi Yoongi, sesini hiç yumuşatmadan. "bir an öldün sandım."
"Komik değil," dedi Jimin, gözlerini devirirken. "gece hiç yavaş davranmadın."
"Hah," dedi Yoongi, kaşları havaya kalktığında. "sen istedin, ben de yaptım."
Jimin'in hevesi ve mutluluğu boğazına dizilirken içindeki mutluluk kırıntıları da intihar etmeye başlamıştı.
"Ne yani?" diye sordu, oturduğu tekli koltukta daha fazla imkanı varmışçasına küçülürken. "Sen istemedin mi?"
"Hayır," dedi Yoongi, tereddüt dahi etmeden. "seni isteyebileceğimi aklından dahi geçirme."
Jimin'in şaşkınlıktan dudakları aralanırken kafasını birleştirdiği ellerine indirdi ve sakin kalmaya çalıştı. Bu evde psikolojisini bozmadan yaşaması çok zor olacaktı.
Yoongi, ayağa kalkıp sokak kapısına doğru giderken halıyı izleyen çocuğa döndü ve emir verdi.
"Evden asla çıkma," dedi ve kapıyı kapatmadan önce ekledi. "akşama doğru gelirim."
"Seni bekleyeceğim..."
Jimin'in pişmanlık dolu cümlesi boş salonda yankılanırken kendini her zaman olduğu gibi kullanılmış hissetti ve Yoongi'nin orta sehpaya bıraktığı gazeteye uzandı. Genel haberleri hızla geçip magazin sayfasına gelirken bir zamanlar kendisininde bu sayfalarda olduğunu hatırlayıp eski günleri yad etti.
"Hey," dedi bir ses. "ben geldim."
Jimin, salondaki kitaplıktan bulduğu tarihi kitaptan kafasını kaldırdığında sarı saçları parıl parıldayan Taehyung'u gördü. Çocuğu gülümseyişi ona da geçerken karşılama amaçlı kitabı bırakıp ayağa kalktı.
"Hoş geldin," dedi Jimin ve çocuğun turkuaz gözlerine odaklandı. "uzun zamandır görüşmüyorduk."
"Evet," dedi Taehyung, güven verircesine. "endişelenme, onun haberi var."
Yoongi'yi kast etmişti ve ortam bir anda buz gibi olmuştu. Taehyung, Jimin'in koltuktaki yanına otururken kaygısız ve rahat gözüküyordu oysa yapması gereken çok şey vardı.
"Melez olduğunu duydum," dedi saçını yapmacık bir şekilde kaşırken. "zor olmalı."
"Dayanmaya çalışıyorum," dedi Jimin, farkında olmadan dudağını ısırırken. Hala acı acı kendini gösteren kan isteğini bastıramamıştı. "yine de gözümün dönmesinden korkuyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bite me 'till i die :: yoonmin
FanfictionGüney Kore kraliyet ailesinin biricik oğlu ve aynı zamanda ülkenin prensi Park Jimin, çapkınlığı ve dehşet veren yakışıklılığı ile ünlüydü. Bir aralık gecesi, canı çok sıkıldı ve oyun oynamak istedi. Oyunun sonu kanlı bitti.