Yazım yanlışlarını kontrol etmedim, maruz görün~
Dokunuşlarının bir anlamı olmalıydı, adının yazılı olduğu kitabın içinde. Bir sanat eseri olarak yaratıldığı bu fani dünyanın en güzel noktalarından biriyken bu kadar fena bir sonu hak etmiyordu. Kanı, damarlarındaki gezintisine son verirken soğuk kalbi yüzlerce seneden sonra teklemeye başladı ve soluk ten renginin üzerini daha canlı bir yüzey kaplarken siyah çarşafın içinde yanına uzanmış Jimin onu merakla gözlerle izliyordu. Metrelerce kucağında taşıdığı adam çok ağır sayılmazdı ama onu baygın görmek bile ruhundaki korunmak isteyen hücrelere iyi gelmemişti. Yoongi'nin uyuyan bir güzele dönüştüğü masal, onun için bir cehennem cezası olurdu.
Kırmızı sıvı için inleyen dudaklar, onunla can bulduğu köpek dişlerini kaybederken hafifçe aralandı ve kısık, hırıltısı bir ses duyuldu.
"Üş-üşüyorum," diye mırıldandı, Yoongi. İnsan vücuduna dönen bedeni, kendi organlarındaki eksi altmış dereceyi kabullenemediği için tir tir titremeye başlamıştı. Jimin ne yapacağını bilemez bir halde etrafına bakınırken gönlünün kralını kendisine doğru çekip kazak ve yünlü pantolon giydirdiği adamı kollarının arasına aldı. Üşümemesi için buruşan parmaklarına sıcak nefesini üflerken Yoongi'nin düzene giren kalp atışlarını duymak bile moralini düzeltiyordu.
"Şimdi nasıl?" diye sordu Jimin, bir cevap bekler gibi kafasını kaldırdı ama Yoongi hala gözleri kapalı bir şekilde ısınmaya çalışıyordu. İnsani bir tepkiden çok aylarca Antartika'da kalmış bir adamın birden Sahra Çöl'üne bırakılması gibi inanılmaz bir doğa olayına şahitlik ediyordu.
Dakikalar sonra Yoongi, hayal meyal cevap verdi.
"Daha i-iyi..."
Kırıklarla dolu sesindeki kırıntılar Jimin'in kalbine batıyordu ama ellerini sevdiği adama sarıp her iç çekisinde onu kendisine daha çok yapıştırırken biliyordu ki birbirlerinden başkasına ihtiyaçları yoktu. O sırada Yoongi, araf halinin en uyanık halini yaşıyordu ve Jimin'in melek kokusunu koklarken zihninde cümleler ardı ardına kuruldu.
Bir harebeyim, senin kollarının içinde. Bir yıkılışın en açıklamalı tanımıyım, senin gözlerinin irisinde. Bir insan nasıl olur da saniye saniye, aylar boyu süren bir deprem geçirir canımda hissettim. Tenimin küçük kıyıları yedi şiddetinden fazla sallanıyordu, dudaklarının önünde. Ellerim, babasını kaybetmiş bir çocuğun korkusu ile boynuna dolanmış haldeyken gidebileceğim hiçbir yol yoktu önümde, gelecek dakikalar için. O gece, kollarına sığındığımda darbelerin göğsüme acımasız bir şekilde vuruyordu. Ama sen beni sarıyordun ya, o andan beri hiçbir yenilgi o kadar haklı gelmedi bana. Jimin, sevgilim, sen olmasaydın ne yapardım ben? Nereye gider, kime dayanırdım yardım için?
Yalnız senin dokunuşun için, tüm krallığımı feda ettim ve inan, bir saniye bile pişman olmadım, Jimin'im.
Bundandır dokunuşların pek çok anlamı vardı, onların isimlerinin listelendiği rehberde. Örneğin, bir ekim gecesiydi ve Jimin, Yoongi'yi sarabileceği kadar çok sarıp yakana kadad ısıtmak istiyordu. O gece, ay ışığı bile gıpta etti, fedakârlıklarına. Gecenin ikisi olmuştu ve hala Yoongi'yi tutan damarları kaskatıydı Jimin'in. Tek bir tereddütü bile yoktu, bırakmak adına. Sanki on yıl daha böyle duracaksın deseler, anında kabul ederdi. Öyle güçlü ve çaresiz tutuyordu, sevdiğini. Gece üç vaktini de geçerken ay ışığı, dünyanın önünde saygı ile eğilmiş ve ana sahneyi bu iki aşığa bırakmıştı. Güneş, tepeleri alaşağı edip kendisini gösterirken ışınları, malikânenin lüks perdelerini ısıttı ve Yoongi uyanır gibi oldu.
Jimin, hiç uyumadığı gecenin ardından dinç bir şekilde gözlerini açarken kirpikleriyle cebelleşen adama baktı. Ah, diye düşündü. Bir vampirin insana dönüştüğünde böyle masum olduğu nerede görüldü?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bite me 'till i die :: yoonmin
FanfictionGüney Kore kraliyet ailesinin biricik oğlu ve aynı zamanda ülkenin prensi Park Jimin, çapkınlığı ve dehşet veren yakışıklılığı ile ünlüydü. Bir aralık gecesi, canı çok sıkıldı ve oyun oynamak istedi. Oyunun sonu kanlı bitti.