MEDİA: CHARLİE
CHARLİE
Lanet olsun. Adi herif beni yine ama yine buldu. Mektubu açıp açmamakta o kadar kararsız kalmıştım ki… En azından bunu açmalıydım. Çünkü Patron bir kere emreder mi her şey biter. İkincisinin sonu… kötü biter. Bu seferkini açmaya karar verdim. Paketi alıp içeri geçtim. Hava buz gibiydi. Sabahın bir saatinde, dünkü kıyafetlerimle çıkarsam, olacağı bu olurdu. Hemen Düşünme Odası’na geçip lambayı açtım. Yere çömeldim ve paketi açmaya koyuldum. Tanrı aşkına, benden ne istiyorsun Patron? Paketi açtıktan sonra kâğıdı alıp yavaşça okumaya başladım. İçimde berbat bir his vardı. Sanki, hiç geçmeyecekmiş gibi…
Sevgili Bayan Brown,
Anlamış olacaksınız ki sizinle konuşmayalı ne kadar uzun zaman olmuş öyle! Özlettiniz kendinizi. Tabi babanız da sizi özledi. Yarın verdiğim adreste olmanızı istiyorum. Belki bir kahve içer ve karşılıklı konuşuruz. Eğer ki gelmezseniz babanız sizi göremeden gidecek. Ah! Bunu kimse istemez dimi? En kısa sürede buluşmak üzere…
ADRES:“…”PARKI Saat:20.00 Sevgilerle ♥
PATRON
Tanrım! Beni mi sınıyorsun? Eğer yarın gitmezsem bu sefer babam… Ama hayır. Gitmeyeceğim. Çünkü gidersem, ne isteyeceğini biliyordum. Ölüm emri. Birinin ismini verip benden öldürmemi isteyecek kesin. Ama yapmayacağım. Eskisi gibi olmayacağım. Babam ne halt yerse yesin, zaten umurumda bile değil. Başka kadınları altında inletirken benim yardım çığlıklarımı duymadı bile.
O iki adiye yardım etmeyeceğim. Tamam? Elimden gelen tek şey, yarını beklemek. Düşünme Odası’ndan çıkıp yatak odama gittim. Mektubu tekrar ve tekrar okudum. Gerçekten eğer gitmezsem, Leo’ya olanlar babama da olur mu? O da kendini asar mı?
“Bunları düşünme Charlie. Hayatın kuralı güçlü olmak. Ve sen güçlü olmak zorundasın. Unutma ki sen bir sürtüksün. Dakikalar önce gördüğün ve sana böyle söyleyen seksi, taş, kaya, meteorun dedikleri gibi.”
Gerçekten o meteorun –ya da belalımın- ismini, kim olduğunu hiç bilmiyorum ama çok tanıdık geliyor nedense. Ah bunları şu anda düşünecek gibi değilim. Yatağımın içine girip kendimi uykunun kollarına bıraktım.
►►►►◄◄◄◄
Lanet olsun!! Biri şu alarmı kapatsın! Ama kimse kapatmıyor işte siktiğimin dünyasında. Yatağımdan yavaşça doğruldum ve direk alarmı kapattım. Dün neler olmuştu? Aslında, hatırlamasam da olur gerçekten. Of, kimin umurunda? Sikime bile takmadan banyoya doğru yol aldım. Üzerimdeki giysilerden kurtulup küvetin içine girdim. Düşünmem lazımdı. Düşün Charlie, düşün. Dün olanlar bir kabus muydu? Patron, yıllar sonra beni bulabilmiş miydi? Keşke kabus olsaydı. Ama hayat hep “Keşke”lerden ibarettir. Yine de o "Keşke"ler bizi karanlık dünyamızda aydınlatan ışıktır. Küçükken kurduğumuz hayaller, bizi masum yapan şeylerdir. O zamanlar tertemiz bir bez parçası gibiydik hepimiz aslında. Ama zamanla pislik içine bulandık. Benimki herkese nazaran daha kötüydü. İlk önce mutluluğumu elimden aldılar. Sonra hayallerimi… Mutluluğu küçük şeylerle de elde edebiliyordum. Ama şimdi… Mutluluk nedir bilmiyorum. Kalbim kaskatı ve donuk. Buzlarla çevrili kalede mahsur kalmış bir prenses… Çok acınası, çok zavallı. Kimsenin de umurunda değilim. Kimsede benim. Elime bir dal sigara alıp yaktım. Büyük bir çekişten sonra ağzımda duran o muhteşem dumanı dışarı üfledim. Dumanın etrafa yayılışını seyrettim. Sadece seyrettim… Her zaman başkaların gidişini seyrettim. Acılar içinde kıvranan küçük çocuk hep ben oldum. Kimse çığlığımı duymadı. Sadece ben ve gökyüzündeki ay vardık. Ay bile ışığını kaybetmeye başlamıştı zamanla. Ama şunu asla unutmadım. Acı, bizi insan yapar. Çektiğimiz acılar bizim kimliğimizdir. Düşüncelerden arınmam lazımdı. Bana fazlasıyla zaman lazımdı. Elimdeki sigarayı herhangi bir yere fırlattıktan sonra derin bir nefes alıp suyun içine daldım. Gözlerimi sıkıca yumdum ve kafamdaki tonla dolaşan soruları resmen suyun içine bıraktım. Sessizce ve rahatça düşünebileceğim ortamı yarattım. Acaba gitmeli miyim? Yoksa evimde öylece oturup olanları mı seyredeğim? Şu an bu kararı vermekten başka çarem yoktu. Eğer gitmezsem babam(!) ölebilir. Eğer ki gidersem de ölüm fermanı verilebilir. Sonuçta biri ölecek. Peki ya beni kandırıyorsa? Bir yandan da başıma gelmiş olayları film şeridi gibi gözlerimin önüne getiriyorum. Leo ile geçirdiğimiz onca zamandan sonra kendini asması... Neden astı kendini onu da bilmiyorum. Annem kanserdi. En azından annemin ölüm nedenini biliyorum. Leo için birçok neden düşündüm ama hiçbiri mantıklı gelmedi. Kalbim acıyor. Hem de çok. Daha fazla nefesimi tutamayacağımı anlayarak kafamı sudan çıkardım. Zar zor nefes alıyordum. Öksürüklerim ve hızlı nefes alış verişlerime bir son verdikten sonra bornozu elime aldım ve yavaş bir biçimde giydim. Benden size tavsiye. Başınızı ne fazla eğin, ne de fazla kaldırın. İnsanlar, yanlış anlamda sınır tanımayan varlıklardır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zor Görev ♥ [KISA SÜRELİĞİNE ASKIDA]
Teen FictionÜç genç kız, Onları bekleyen zor bir görev. Ve tek bir seçim... Aşk mı? Ölüm mü? Onlar bu zor görevi başarabilecekler mi? Peki siz olsanız hangisini seçerdiniz? Üç genç kızın başına gelenleri anlatan ve ilk hikaye olan zor görev sürprizlerle sizler...