Çalan alarm sesiyle yerimden fırladım, telefonu yatağa en uzak noktaya koymak kimin fikriydi? Aa, tabii sabahları uyanıp da yerinden kalkamayan benim. Alarmı kapattım, saat sekiz buçuktu, ilk derse bir buçuk saat vardı. Hemen hazırlanıp çıkmam lazımdı. Duş mu alsam, kahvaltı mı yapsam diye düşünürken, çayın yanına bir sandviç hazırlamaya karar verdim. Havanın ne durumda olduğunu kontrol etmek için balkona çıktım. Rüzgarlı ve serin... Siyah kalın askılı elbisemi, üstüne salaş krem örgü hırkamı, altına da siyah bilekte postallarımı giyip evden çıkmıştım.
Okula geldiğimde karnıma kramp giriyordu, alt tarafı üniversitenin ilk günüydü, ne vardı bu kadar heyecanlanacak? Şimdi tek sorun psikoloji bölümünün bulunduğu Fen Edebiyat Fakültesini bulmaktaydı. Kayıt olurken arabayla dolaştığımızdan, şimdi ara ki bulasın. Güvenliğe sorup en sonunda buldum bölümü. Saat onu beş geçiyordu, ooh ne güzel ilk günden derse geç kalmıştım. Kapıyı vurup içeri doğru bir adım attım. Bir seksen boylarında, koyu kumral, buğday tenli, otuzlu yaşlarda hoş bir adam gülümseyerek karşıladı beni. Eliyle, amfiye doğru geçebilirsin işareti yapmıştı. Hızlı adımlarla dördüncü sırada oturan sarışın kızın yanına oturdum. Lise hayatından öğrendiğim bir şey varsa o da güzel kızların yanında görünmez olunduğuydu. Benim için şu an en uygun yer burasıydı, burada istediğim kadar saklanabilirdim. Adının Okan Özdemir olduğunu tahtadan öğrendiğim bölüm başkanımız, dersin işleyişi, not sistemi ve devamsızlık durumu hakkında bilgi veriyordu. Bilekliklerimle oynayarak insanlarla göz göze gelme olasılığımı en aza indiriyordum ki bir ses düşüncelerimi böldü.
"Merhaba. Begüm..." dedi elini bana doğru uzatarak yanında oturduğum sarışın, güzel kız.
Hafifçe gülümseyerek elini sıktım. "Derin."
Yüzü aydınlandı bir anda. "Aa, çok güzel bir isim"
Dersin bittiğini, saat 12'ye kadar serbest olduğumuzu söyleyerek çıktı sınıftan Okan hoca.
Begüm bana dönüp "Hadi çıkalım." dedi.
"Nereye?" diye sordum. Bazen cidden, kaplumbağa gibi kabuğumla dolaşsaydım hayat daha yaşanılır olurdu, diye düşünüyordum.
"Dışarı," dedi beni çekiştirerek.
"Hem bizim çocuklarla tanıştırırım seni."
Harika bir de sizin çocuklar çıktı! Güya bir hafta boyunca gözlem yapıp kendime en uygun insan grubunu belirleyip onlarla takılacaktım; ama şimdi üzerindeki hiçbir şeyi öylesine giymemiş, neredeyse kusursuz bir görüntüye sahip olan, uzun boylu sarışın ve fazlasıyla güzel bir kız tarafından nereye olduğunu bilmediğim bir tarafa doğru sürükleniyordum.
"Arda?" diye seslendi, kafenin ortasındaki cam kenarında oturan hafif kıvırcık saçlı, beyaz tenli, yüzünde sevimli bir ifade olan çocuğa. Arda olduğunu beş saniye önce öğrendiğim çocuk yerinden kalkıp bizim sarışına -pardon- Begüm'e sıkıca sarıldı. Begüm bana doğru dönerek "Derin, harika bir ismi var değil mi?" diyerek bizi tanıştırdı.
Arda hafifçe gülümseyerek elimi sıktı. "Memnun oldum" derken yanındaki sandalyeyi oturmam için çekti. Ben de denileni yapan uslu bir kız gibi yavaşça oturdum.
Begüm bana dönerek "Arda benim kuzenim," dedi. "O da burada okuyor, Uluslararası İlişkilerde."
Arda'ya doğru dönüp hafifçe gülümsediğimde "Aynı sınıftasınız sanırım?" diye sordu.
"Evet," dedim belli belirsiz.
Begüm ve Arda tarafından soru yağmuruna tutulmuştum. Artık soracak soruları kalmadığında Arda'ya "Kerem aradı mı, gelmiş mi?" diye sordu Begüm cıvıltılı bir sesle. Konunun benden uzaklaşmasıyla rahat bir nefes aldım.