Pekala, içine sokulduğum bu durumda bedenimdeki öfke normaldi, değil mi?
Kaia'nın üzerine yürürken yüzündeki alaycı ifade bedenimin kasılmasına sebep oluyordu, bir şekilde vücudumun yapmak üzere olduğu şey zihnime de zevk verecek gibi geliyordu. Bunu bilmenin tek bir yolu vardı.
Sanki vücudum ve zihnim iki parçaya ayrılmış gibiydi. Düşünebiliyordum ama bedenimin yapmak için zihnime yolladığı her bir sinyal kendi düşüncelerimi paramparça ediyordu; bedenime hükmedemiyordum. Kendi içine sıkışıp kalmış bir zihindim sadece.
Bunun için teknolojiden nefret ediyordum. Bana bunu yapmalarına sebep olan her şeyden nefret ediyordum.
Aramızda iki metre kadar kaldığında elimdeki demir sopayı bıçak fırlatır gibi öne doğru fırlattım. Refleksleri beklediğim gibi iyiydi, kendini son anda aşağı çekti ama gözlerindeki ifade şaşırtığını itiraf ediyordu.
"Gerçekten bunu yapacak mısın, prenses?" dedi aşağılayıcı ses tonuyla. Bakışlarımın sertleştiğini hissedebiliyordum, zihnim çoktan gözünü karartmıştı bile.
Galiba bunu sadece Jeon Jungkook'un sikik emri için yapmayacaktım. Buna gerçekten ihtiyacım vardı.
Jungkook'un bunu bana neden yaptırdığını anlıyordum. Saygı kazanmamı istiyordu. Duygu yoksunu yüzlerce askerin saygısını kazanmak için elindeki yetenekleri saçma sapan deneylerden gelen bir kız ne yapabilirdi? Kendisinden kat be kat güçlü birini kendine boyun eğdirirdi.
İlk yumruğu savuran ben olmuştum, kendini geri çekti; ama ters yönden gelen ikinci yumruğuma karşı koyamadı. Afallayacağını düşündüğüm sırada karnıma bir tekme savurdu ve dirseğini burnumun hizasına geçirdi. Ufak çatırtıyı hissettiğim anda tüm gücümle kendimi geri çektim. Büyük ihtimalle ufak bir çatlaktı; belki adrenalinden belki de başka bir şeyden olabilirdi, acı hissetmiyordum. Hissettiğim tek şey bir sonraki hamlesini önceden algılama arzusuydu.
Kaia gerçekten güçlüydü. Kaslı omuz yapısı, karışık genleri ve daha birçok özelliği bu kavgayı tamamen onun lehine çeviriyordu aslında.
Sersemlemiştim, kendimi toplamaya çalışırken Kaia hırlayarak kıyafetimin göğüs kısmından tuttu ve beni yukarı kaldırdıktan sonra bir anda iki metre yukarıdan aşağı bırakarak altımdan çekildi.
Sırtüstü yere çakılmıştım. Soğuk zemin beni kendime getirmişti.
"Bu kadar yeter! Antrenman salonu saçma kavgalarınız için hizmet vermiyor." Ses Taehyung'a aitti. Muhtemelen hayal kırıklığına uğramıştı, küçük kardeşinin ortalık yerde dayak yemesi utanç verici olmalıydı. Deli gibi sırıttım. Ciğerlerim yanıyordu aynı zamanda.
Fakat Jungkook'un sesi kalabalığın bir anda susmasına neden oldu.
"Eğer içinizden biri bu kavgaya müdahale ederse, yemin ederim ki hayatı boyunca enstitüden bir adım dahi çıkamaz; görevlere alınmanıza müsaade etmem."
İnanamaz bir şekilde Jungkook'a bakan askerlere baktım. Jungkook'sa kararlı gibi duruyordu. Pezevenk herif. Bunu bana inat olsun diye yapıyordu. Sinirle ayağa kalktım. Ben ayağa kalktığımda Jungkook güldü. "Hepinizin Seo Ra'ya torpilli bir fare gözüyle baktığınız ortada, bırakın; aslında ne olduğunu kendi ispatlasın."
Kalabalıktan gelen onaylayan sesler Jungkook'un mantıklı olduğu yönündeydi.
"Görünüşe göre farelikte kadro alacaksın." dedi Kaia gülerek. Kalabalık bir anda kahkahaya boğulmuştu. Gözlerimi devirdim ve göz ucuyla Taehyung'a baktım. Ona baktığımı hissettiğinde yüzünde bana olan iğrenmesinden ya da kızgınlığından eser yoktu. Sanki her şeyi unutmuş gibiydi o anlığına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
crossfire | kim taehyung.
Fanfiction"Yani hatırladığım her anın saçma bir simülasyondan ibaret olduğunu mu söylüyorsun? Ya sana dokunurken hissettiklerim, sen son nefesini verdiğinde çektiğim acı... Bana bunların sahte olduğunu söyleyemezsin, asker."