"Bir kitaba, asla havadan söz ederek başlamayın." der, Elmore Leonard.
Hava bugün o kadar güzel ki, Güneş yakıcı derecede ortalıkta değil ve Ay hiçbir şekilde Güneş'in verdiği aydınlığı veremiyor.
Odanın içerisinde öylece durmaktansa biraz dışarıyı izlemek için geniş camın önüne geldim; bir müddet gökyüzünü izledikten sonra odak noktamı aşağı çektiğimde gözlerim senelerdir karşımızda dikili olan eve değdi. Fakat gördüğüm tek şey şımartılmış bir ev değildi; evin dışına taşan hırs artıklarını da rahatlıkla seçebiliyordum. Ve elbette, göremesem de evin içinde olduğunu hissettiğim adam vardı, sırf varlığıyla bile canımı yakmaya yeten.
Karşı evin perdesi, benim oraya baktığım anlaşılmışçasına açıldığında tam da Ay ışığının altında kalmıştı yüzü; hani aydınlatamıyordu bu Ay yeryüzünü?
Çattığı kaşlarıyla korkutucu olmaya çalışıyordu belli ki; bana böyle baktığında, kelimelerimin temiz sayfalara işlemeyeceğini düşünüyor olmalıydı. Ama tam aksine, bu tavrı beni olduğumdan daha inatçı hâle getiriyordu ve kuşandığım zırhı daha da güçlendiriyordu.
Ondan önce davranarak hızla perdeyi çektim ve yatağımın üzerine oturdum. Bu yaptığım, gösterdiği davranışa karşı oluşan bir tepki değildi. Onu doğru düzgün tanımayışım, hatta onunla geçirdiğim çocukluğun dışında fazla iletişimde bulunmayışım bir yana; ona bunca uzakken başıma sancılar sokacak kadar kafama takılmasını kaldıramıyordum.
Yaylı yüzeyin üzerinde donukça durup da düşünmek eylemine yüklendiğim sürenin ardından şöyle bir dolaştırdım gözlerimi odada; farklı bir şey aramıyordum. Yakaladığım ayrıntı ise arayışsız bakışlarımın sonucunu bir tokat misali yüzüme vurdu: Camın yakınında bulunan çalışma masamdaki dizüstü bilgisayarı. Kapanmak üzere olan ve rengi solmuş ekran öyle batmıştı ki sinir noktalarıma, onun tükettiği bir cümle bilmem kaçıncı kez yankılanıverdi kulaklarımda.
"Ben kazanmak için değil, hissetmek için yazıyorum."
Yazmaya bu denli sarılışı ve abimi gölgede bırakma çabası içimde biriken gramlarca yazma tutkusunu kazımaya çalışan bir spatula gibiydi; bense, kaşındıkça daha da azan yaralar gibi kazındıkça daha da hırslanıyordum.
Çıplak ayaklarımı tedirginlikle yataktan aşağı sarkıttım ve sakince yere bastım. Dizüstü bilgisayarın ekranını, acısını ondan çıkarıyormuşçasına sertçe kapattım. Tüylü halının ayaklarımı gıdıklaması eşliğinde dolabıma yöneldim. Dolabın arkada kalan bölmesinden minik kutumu çıkardım ve vakit kaybetmeksizin kutunun kapağını araladım. Gözlerim aradığım kâğıdı bulmam için bana yardım ediyordu; bulduğumda o yaşlanmış beyaz dokuya acıkmış gibi kâğıdı açtım.
"Ay'ın sana gönderdiği gücü kullan, kardeşim. Sana istediğin her şeyi verecektir."
Bu satırı her okuyuşumda eski anılarım karman çorman olup yüreğime hücum ediyordu ve tutamıyordum gözyaşlarımı.
Kâğıdı kat izlerini takip ederek yeniden katladım ve elimin arasına sıkıştırdım. Korkağın tekiydim. Belki de abimi kurtaracak güçteydim ama gücümü kullanamayacak kadar korkaktım. En önemlisi, bir erkeğe galip gelemeyecek kadar acizdim.
Tekrar camın kenarına gittim ve yıldızlarla süslenmiş gökyüzünün asıl liderini bulduktan sonra gülümsedim.
"İstediklerimi bana ver, Ay. Gücünü kullanmaya başlayacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbini Aya Ver
RomanceAy göğe yükselirken tüm duygular yeryüzüne damlayacak. Tek tek toplayacağız onları, avucumuzun içine alacağız. Gözlerini kapat, diyeceğim, sen gözlerini kapattığında dudağının kenarından öpüp sevgi duygusunu serpiştireceğim yüzüne. Yüzünde parıldaya...