Dengesiz bir gökyüzü vardı bugün karşımda; önce hafif güneşli, şimdi ise sağanak yağışlı. Yüzüm gülmüyor da, nereden bilsin ki yağmur damlacıkları, en çok onları sevdiğimi?
Doğukan’a ve söylediklerine daha fazla katlanamayacak olduğumu düşünerek birkaç saat önce çıkmıştım yukarı.
Odama girdiğimden beri üzerinde uzandığım yataktan kalktım ve ne üşümeyi ne odamın soğumasını ne yağmuru ne de karşı evdeki insanı; hiçbirini umursamadan pencereyi açtım. Açar açmaz kendilerini içeriye atan soğuk hava askerlerinin istilasına uğradım, ardından yağmur damlalarının liderleri şeffafça yüzüme dokundu. Temiz havayı yoğun bir şekilde içime çektim ve çalışma masamın önünde duran sandalyeye oturdum.
Sabahtan beri gelmesini beklediğim bu an teşrif edince, merakla yolumu gözleyen bilgisayarda abimin Word dosyasını açtım. Kaldığım yeri aradım iştahla, bulduğumda istemsiz bir şekilde gülümsedim.
Tam parmaklarımı klavye pistinde kaydırmaya başlayacaktım ki karşı evin de penceresinin açıldığını gördüm. Farkındalık testini başarılı bir şekilde atlatan gözlerime eşlik ederek kafamı ona doğru çevirdim.
Bir şey söyleyecekmiş ama bir yandan da söylemek istemiyormuş gibi tuhaf bir yarı tebessüm vardı yüzünde. "Kumsal!" diye bağırdı ben onun ne yapmak üzere olduğunu anlamaya çalışırken. Bugün ikinci kez duyuşumdu ismimi onun ağzından.
Saatler önce aşağıda söylediklerine karşı onu hiçbir şekilde önemsemediğimi ve bunu inadıma yaptığımı idrak etmesi amacıyla onun görebileceği bir noktaya yönelip kulaklıklarımı kulaklarıma taktım. Aksi hâlde, görüntüsüyle bile dikkatimi dağıtmaması için pencereyi kapatmak zorunda kalacaktım ve ben bunu yapmayı gerçekten istemiyordum.
Doğrusu garipti her şey. İki büyük ev, büyük iki bahçe, ortak bir çim çit ve başka bir evin bulunmadığı geniş alan. Bunlara nazaran iki evin de çevresine yayılmış bir sevgisizlik... Babamın onlara dair herhangi bir kötü düşüncesi olmamasına karşın annemin onlardan bir o kadar nefret etmesi de ayrı çelişkiydi; ben zaten kararsız bir insanken evimizin içinde koşuşan bu fikir ayrılığı daha da bölüyordu beni.
İşte yine onun yüzünden yazamıyordum; aklım ona duyduğum nefretin temeli ve sonuçları ile meşgulken klavyedeki tuşlara basmak imkânsızdı. Ellerim bilgisayarın üzerinde öylece kalmış ve gözlerim de boş ekranda geçmişimi canlandırıyordu.
Bu boşluğa daha fazla dayanamayacağımı fark edince kulaklıklarımı çıkardım. Göz ucuyla camdan dışarı baktığımda bakışlarımı ona yöneltmem için hareketler yapıyor olduğunu gördüm. Onu kesinlikle komik bulmamıştım; ama dudaklarımdan çıkmaması için minik kahkaham üzerinde de hâkimiyet sağlayamamıştım.
Ayağa kalktım ve yüzümde kalan, kim bilir hangi ifadeyle pencereyi kapatmaya çalıştım. “Bir saniye,” diye seslendi ben uğraşırken. “Aşağı gelir misin?”
Niçin o dur, dediğinde durduğum sorusu konusunda kendimle cebelleşmekteyken "Hayır." dedim sesimi yükselterek.
“Bir şeyler konuşmam gerek seninle.” dediğinde aklıma gelen binlerce şeyi aklımdan çıkması için zorlasam da başaramamıştım. Ve merak duygusu tüm vücuduma yayılırken aslında beni hiç ilgilendirmediğini söylemem gereken yerde “Ne konuşacaksın?” dedim.
“Önemli şeyler.” dedi ciddileşme çabası içerisinde, evet, bu fark ediliyordu.
“Bu yağmurda mı çıkacağım?" dedim gökyüzüne bakarak. "Hiç sanmıyorum.”
Zaten arada olan mesafe yüzünden kulaklarımız arasındaki ses alışverişi zor durumdaydı; bir de yağmur parazit etkisi yarattığı için konuşabildiğimiz kadar yüksek sesle konuşuyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbini Aya Ver
RomanceAy göğe yükselirken tüm duygular yeryüzüne damlayacak. Tek tek toplayacağız onları, avucumuzun içine alacağız. Gözlerini kapat, diyeceğim, sen gözlerini kapattığında dudağının kenarından öpüp sevgi duygusunu serpiştireceğim yüzüne. Yüzünde parıldaya...