Bölüm 7

15.5K 476 44
                                    

Sen yoksun inan, bir tek sen lazımken.

Kafeteryadan gelen müzik sesi eşliğinde kulağıma dizilen cümleler, koca bir yük gemisi gibi bedenime çarptı.

Bir ses ver, yapma, burada bırakma bizi.

"Mesajları gönderen siz miydiniz?" dedim elimden geldiğince saygılı olmaya çalışarak. Evet, anlamında kafa salladı. "Çiçeği de." dedi ardından. Şimdi tüm parçaları birleştirebiliyordum; geriye çekilip karşımdaki manzaraya baktığımda yapbozun tamamlandığını görebiliyordum. "Toplasan iki kere ders işledik beraber, ne ben öğretmen gibi hissettim senin karşında ne de senin öğrenci gibi hissetmeni istedim. Özel ders zaten, okul ortamı olmuyor ki. Hem-" Daha fazla konuşmasına ve hatta kendi içinde umutlanmasına izin vermemeliydim. "Hocam," dedim sözünü keserek, "Sizinle böyle bir ilişkiyi kesinlikle düşünemem."

Bakakaldı suratıma. "Bir dakika," dedi ve elini deri ceketinin cebine soktuktan sonra bir not kâğıdı çıkarıp masanın üzerine koydu. Kâğıdı elime aldım. İlk satırdan okumaya başladım. Kumsal Yetkiner; matematikten nefret ediyor. Çiçekleri çok seviyor. En sevdiği renk eflatun rengi. Denizi çok seviyor. Çok fazla gülmez, iyi ki de gülmüyor çünkü her güldüğünde birileri ölüyor. Okumayı kesip kâğıdı endişeyle masanın üzerine geri bıraktım. "Şaka falan mı yapıyorsunuz? Yoksa ailemle mi planladınız bunu?" Gülmeye başladı. "Hayır," Hafifçe soluklandıktan sonra biraz daha güldü ve sözlerine devam etti. "Tüm bilgilere kendi emeklerim sonucunda ulaştım."

Sandalyemi geriye ittirerek ayağa kalktım. "Bakın, ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Ama bildiğim birkaç şey varsa içlerinden biri derse ara vermek, hatta dersi bırakmak olacak." O da ayağa kalktı. Yaşıtlarıma göre normal olan boyumdan uzun olduğunu fark ettim. "Ama ikinci dönem başlamak üzere Kumsal." dedi beni durdurmak istercesine. "Üzgünüm, bu dersi almaya başladığımda öğretmenimin farklı düşünceleri olacağını tahmin edememiştim. Şimdi müsaade ederseniz arkadaşımın yanına gideceğim. Size iyi günler."

Arkamı dönmeyi aklımdan geçirmeden yürümeye başladığımda, geride bıraktığım kişiye nankörlük etmiş gibi hissediyordum. Ama onun da olacakları önceden tahmin etmesi gerekiyordu. Tamam, yalan yok, kendine güvenmesiyle böyle bir şeye kalkışması şaşılacak bir şey değil. Kalemle çizilmiş kadar düzgün bir yüze, gözlere, vücut yapısına ve dudaklara sahip olsa da, bu, öğretmenim olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Yaralı elime ağır bir sancı girdi merdivenlerden aşağı inerken. Acı çektiğim zamanlarda yaptığım gibi bulutları hayal ettim; beyaz, yumuşak, pamuk bulutlar... Merdivenin son basamağını da geride bıraktığımda yoğun bakım ünitesinin olduğu kata adımımı atmıştım. Hevesle Doğukan'ı aradı gözlerim. Onun olduğu odayı bulduğumda yüzümde oluşan tebessüm gölgede birikmiş suyu andırıyordu. Camının önüne gidip orada dikilmeye başladım. Aynı zamanda ölü gibi duran bedenini izliyordum dehşetle. 

Duygularımın değişmediğine emindim ama daha farklı bir şeyler oluyor gibiydi kalbimde. Ona artık abimin düşmanı gözüyle değil de beni kurtaran cesaret kitabıymış gibi bakıyordum. Gözlerinin gizlenmesine dayanamıyordum; sanki, her an o mavi-yeşil karışımı şeyleri görmek için yüreğimde sabırsızlıkla bekleyen askerler vardı. Kitap okuyacağım zaman gidecek olduğum kütüphanenin, onun kütüphanesi olmasını istiyordum sanki içten içe. Çocukken ettiğimiz kavgaların yerini bugünkü barışlar tutsun istiyordum. Eski resimlerimize beraber bakmak istiyordum. Ya da yalnızca koca bir özrün omuzlarıma yük olması beraberinde ona acıyordum.

"Niye daldın öyle uzun uzun?" Sesin geldiği yöne çevirdim kafamı. Babam tüm haşmetiyle yanımda duruyordu. "Hiç." dedim yalnızca. "Neden etrafımdaki herkes bir şekilde uzaklaşıyor benden?" Bunu söylemeyi yalnızca aklımdan geçirmiştim oysa; ağzımdan ne ara çıktı bu kadar kelime, böylesine bir cümle? "Senin gibi hissettiğimde yirmili yaşlarımdaydım. Annenle tanışmamıştık daha. Gençlik işte, bir kıza âşıktım. Dedeni bilirsin, muhteşem bir adamdı." Bu huyu alışkanlık ettiğimin farkındaydım ama yeniden sözünü kestim. "Aynı senin gibi." Gülümseyerek karşılık verdi ve konuşmasına devam etti. "Kızın bana şans verme olasılığı yoktu. Ben her gün daha da harap oluyordum. Sonra deden çekti beni bir kenara, hayatının kadını o değil, dedi. Nereden biliyorsun, dediğimde, geleceğinin gölgesi olan kadını gördüğünde gözlerindeki ışık ilahî bir parıltıya dönüşür; tıpkı bir meleğin kanadı gibi, diye karşılık verdi. Yaklaşık iki hafta sonrasında seferden döndüm ve limanda bekleyen biri vardı." Nereye kıvrılacağını bilemeyen dudaklarıma sahte bir tebessüm yerleştirdim ve babama döndüm. "O da annemdi. Ama sonra bir ömür boyu mutlu olamadınız. Bana kalırsa baba, gözlerinin melek kanatlarına dönüşmesini sağlayan kadın annem değildi." Sağ kolunu omzuma atıp beni yanına çekti. "Annene haksızlık ediyorsun kızım, onu anlamaya çalış." Bir şey söylemedim. Doğukan'a döndüm tekrar. "Peki, bu anlattığının benimle ne alakası var?" Sırıttığını hissediyordum. "Baba?" dedim bir cevap almak istercesine. "Gözlerinde bir meleğin tüyü kalmış, onu görebiliyorum."

Kalbini Aya VerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin